34
kralın takımının façasının aşağı indirildiği yıllardı. royal madrid efsanesi, ispanya'yı gururlandırkça, halkların, bask'lıların, katalanya'lıların öfkesi durdurulamıyordu. madrid'de okuyan bask'lı, bibao'lu gençlerin kurduğu atletik'ler ispanya şampiyonu olana kadar elbette.
aynı yıllarda benzeri şeyler, türkiye'de, istanbul'da yaşanıyordu. galatasaray bir seri yakalamış, ard arda şampiyonluklar kazanıyordu.
ve 1973 ün tombalası, şampiyon kulüpler macerası, iki takımı karşı karşıya getirmişti. hoş, biz, o zamanlar bize kuralarda ünlü bir takım çıksa da, ünlü futbolcuları seyretsekin derdindeydik. bir tur atladığımız zaman, o maçın kalecisi panter olur çıkardı. atletico çıkıp ta madrid biletleri alındığında birch'ün kalbi yusuf yusuf atıyordu. olası bir hezimet kaçınılmazdı. bir önceki sezonun kupasında bavyera münih-ki dünya kupasını kazanmış alman milli takımıydı- 6-0 yenip paketlemişler, rövanşa turist olarak gelmişlerdi. iki sene üst üste hezimet, tamam bir iddiamız yok ama işin içinde kepaze olmak da vardı.
gerçi o zamanlar, biz hezimete uğruyoruz diye, diğer takımlar zil takıp oynamıyorlardı ama olsun du. defansımızda tarık namlı bir futbolcu vardı. çoğu maçta oynamazdı. ben diyeyim o zamanın emre aşık'ı. askerdeydi tarık. ve brian birch belki, hezimete kılıf arayarak tutturmuştu.'' tarık'sız galatasaray'ın mesuliyetini taşımam'' atletico madrid'de luis adında bir futbolcu vardı. yani bizde ibrahim neyse, latinlerde luis oydu. 3 kişinin birinin adı luis'di. işte çocuklar luis muis ama devrin messi'si, zidane'siydi.
tarık'a özel izin alınarak kafileye dahil ettiler. tarık şimdilerde bilmiyorum ama o zamanlar 15 günlüğüne, 210 dakikalığına luis'in ikiz kardeşiydi. maçlar madrid'de başladı, tarık, luis'e kene gibi yapıştı. takım kanije kalesi savunması yapıyordu. ve kalede de yasin panter ünvanını alıp ülkeye dönüyorlardı. cepte 0-0 lık bir beraberlik vardı.
15 gece sonra mithatpaşa stadyumun gazhane tarafındaki açığında yerimiz almıştık. merak ettiğimiz meşhur luis'deydi dikkatlerimiz. tarık'ın en başta tabi. tac atmaya gitse yanında dikiliyordu. allah bilir otelde yatarken bile baş ucunda nöbet beklemişti tarık. maçın ilk yarısı 0-0 bitti. iddiacılar için bulunmaz bir alt maçıydı. bu maç üş gün üş gece oynansa bu şekilde gol olmayacak gibiydi. yani bizim için ballı ekmek kadayıfı. penaltılara el sıkışıyorduk. maç bitti, biz bir büyük takımı en az yarım saat daha seyredeceğiz, üstüne eleme ihtimalimiz belirdi diye zangır zangır titremeye başladık.
birinci uzatma golsüz geçildiğinde, alel acele kaleler değişirken, amigo orhan açıktaki elektrik direğine gerilip milleti çökmeye çağırıyordu kısılmış sesiyle. ancak ''bir baba hindi, olsaydı şimdi'' çekebilecek derman kalmıştı. galatasaray'lılardan korkudan ses çıkamazken, ister inanın ister inanmayın, kapalının numaralıyla birleştiği köşeden sarı lacivert el bayraklıların ''re re re, ra ra ra'' tezahüratı sardı bütün boğazı. boğaz deyip abartmıyorum, o zamanlar mithatpaşa'dan çıkan gol sesi kadıköy'den duyulurdu.(gökmen'in maçın sonlarına doğru rapid wien ağlarına yolladığı kafa golü şahittir)
ne güzel günlerdi onlar, biz de fener'lilere raşit'in gol atıp yendiği psv eindhoven maçında ödemiştik borcumuzu. artık küçücük kalplerimizin üstüne basarak yasin'e bakmaya başladık bütün stad. belli belirsiz bir tedirginlik vardı belki de kalecimizde. 4-5 dakika kala serbest vuruş kazandılar yaya bitişik noktadan. topun başına luis gitmese de, tarık'ın işi zordu. salgado adında bir virtiöz top başındaydı ve tarık o karambolde luis'in tepesinde. o görevini yaptı, top luis'le buluşmadı, ne yazık ki kimseyle buluşamadı.
top, baraj boyundan, kaleci uçuş hattından, kimsenin hiç bir şey yapmasına imkan tanımadan 90 daki örümcek ağlarını aldı. o an, kadıköy'den duyuldu ruhumuzda ki ölüm karanlığının sesi. 45.000 taraftarın denize giden ahı, bir ekim gecesi, başlamadan bitirmişti ay doğarken mekteb-i sultaniyegahın saltanatını.
ne zaman sevdiğim bir takım kurada bize düşerse eski zaman sevdalarına geri dönerim. hoş geleceksiniz hoş gideceksiniz, isyancı kırmızılı takım.
edit; bu meşhur luis, bildiğimiz aragones luis'dir.
aynı yıllarda benzeri şeyler, türkiye'de, istanbul'da yaşanıyordu. galatasaray bir seri yakalamış, ard arda şampiyonluklar kazanıyordu.
ve 1973 ün tombalası, şampiyon kulüpler macerası, iki takımı karşı karşıya getirmişti. hoş, biz, o zamanlar bize kuralarda ünlü bir takım çıksa da, ünlü futbolcuları seyretsekin derdindeydik. bir tur atladığımız zaman, o maçın kalecisi panter olur çıkardı. atletico çıkıp ta madrid biletleri alındığında birch'ün kalbi yusuf yusuf atıyordu. olası bir hezimet kaçınılmazdı. bir önceki sezonun kupasında bavyera münih-ki dünya kupasını kazanmış alman milli takımıydı- 6-0 yenip paketlemişler, rövanşa turist olarak gelmişlerdi. iki sene üst üste hezimet, tamam bir iddiamız yok ama işin içinde kepaze olmak da vardı.
gerçi o zamanlar, biz hezimete uğruyoruz diye, diğer takımlar zil takıp oynamıyorlardı ama olsun du. defansımızda tarık namlı bir futbolcu vardı. çoğu maçta oynamazdı. ben diyeyim o zamanın emre aşık'ı. askerdeydi tarık. ve brian birch belki, hezimete kılıf arayarak tutturmuştu.'' tarık'sız galatasaray'ın mesuliyetini taşımam'' atletico madrid'de luis adında bir futbolcu vardı. yani bizde ibrahim neyse, latinlerde luis oydu. 3 kişinin birinin adı luis'di. işte çocuklar luis muis ama devrin messi'si, zidane'siydi.
tarık'a özel izin alınarak kafileye dahil ettiler. tarık şimdilerde bilmiyorum ama o zamanlar 15 günlüğüne, 210 dakikalığına luis'in ikiz kardeşiydi. maçlar madrid'de başladı, tarık, luis'e kene gibi yapıştı. takım kanije kalesi savunması yapıyordu. ve kalede de yasin panter ünvanını alıp ülkeye dönüyorlardı. cepte 0-0 lık bir beraberlik vardı.
15 gece sonra mithatpaşa stadyumun gazhane tarafındaki açığında yerimiz almıştık. merak ettiğimiz meşhur luis'deydi dikkatlerimiz. tarık'ın en başta tabi. tac atmaya gitse yanında dikiliyordu. allah bilir otelde yatarken bile baş ucunda nöbet beklemişti tarık. maçın ilk yarısı 0-0 bitti. iddiacılar için bulunmaz bir alt maçıydı. bu maç üş gün üş gece oynansa bu şekilde gol olmayacak gibiydi. yani bizim için ballı ekmek kadayıfı. penaltılara el sıkışıyorduk. maç bitti, biz bir büyük takımı en az yarım saat daha seyredeceğiz, üstüne eleme ihtimalimiz belirdi diye zangır zangır titremeye başladık.
birinci uzatma golsüz geçildiğinde, alel acele kaleler değişirken, amigo orhan açıktaki elektrik direğine gerilip milleti çökmeye çağırıyordu kısılmış sesiyle. ancak ''bir baba hindi, olsaydı şimdi'' çekebilecek derman kalmıştı. galatasaray'lılardan korkudan ses çıkamazken, ister inanın ister inanmayın, kapalının numaralıyla birleştiği köşeden sarı lacivert el bayraklıların ''re re re, ra ra ra'' tezahüratı sardı bütün boğazı. boğaz deyip abartmıyorum, o zamanlar mithatpaşa'dan çıkan gol sesi kadıköy'den duyulurdu.(gökmen'in maçın sonlarına doğru rapid wien ağlarına yolladığı kafa golü şahittir)
ne güzel günlerdi onlar, biz de fener'lilere raşit'in gol atıp yendiği psv eindhoven maçında ödemiştik borcumuzu. artık küçücük kalplerimizin üstüne basarak yasin'e bakmaya başladık bütün stad. belli belirsiz bir tedirginlik vardı belki de kalecimizde. 4-5 dakika kala serbest vuruş kazandılar yaya bitişik noktadan. topun başına luis gitmese de, tarık'ın işi zordu. salgado adında bir virtiöz top başındaydı ve tarık o karambolde luis'in tepesinde. o görevini yaptı, top luis'le buluşmadı, ne yazık ki kimseyle buluşamadı.
top, baraj boyundan, kaleci uçuş hattından, kimsenin hiç bir şey yapmasına imkan tanımadan 90 daki örümcek ağlarını aldı. o an, kadıköy'den duyuldu ruhumuzda ki ölüm karanlığının sesi. 45.000 taraftarın denize giden ahı, bir ekim gecesi, başlamadan bitirmişti ay doğarken mekteb-i sultaniyegahın saltanatını.
ne zaman sevdiğim bir takım kurada bize düşerse eski zaman sevdalarına geri dönerim. hoş geleceksiniz hoş gideceksiniz, isyancı kırmızılı takım.
edit; bu meşhur luis, bildiğimiz aragones luis'dir.