• 109
    99 depreminden hemen sonraydı. deprem zamanında avcılarda ikamet ettiğimizden mütevellit depremde aile olarak çok sarsıldık hem gördüklerimizden hem yaşadıklarımızdan. hem bu psikolojiyi atlatma umudu hemde daha güvende oluruz mantığıyla böyle villa tarzında müstakil bir eve taşınmıştık. villa dediysem öyle lüks bir şey falan değil. şimdi ki esenyurta bağlı köhne bir mahallede, duvarlarından rutubet akan küçük bir ev. geceleri sokağa yalnız başınıza çıkamayacağınız bir muhit.

    o köhne evde anneannemler ile beraber kalıyorduk. anlayacağınız üzere maddi durumumuz pek iyi değildi o zamanlar. belkide hayatıma dair anlamlandırmakta en çok zorluk çektiğim dönemdir. allah ailemden razı olsun, kimse bana bir şey yansıtmamaya çalışıyordu ama ben her şeyin farkındaydım 7 yaşında bir çocuk olarak.

    evet şimdi baktığında her şey çok daha basit görünebilir ama 7 yaşında ki bir çocuk için hayat o kadar kolay değildi. çevren değişiyor, yüzler değişiyor, birinci sınıfa gelip, ikinci sınıfa gelmeyen arkadaşlarından bir kısmının ve öğretmeninin depremde vefat ettiği söyleniyor...

    yanlış anlaşılmasın asla kendine acındırma gibi bir psikolojiyle yazmıyorum bunları. zaman geçti de geçti. biz tekrar avcılara döndük. ben mühendis oldum, göreceli olarak iyi paralar kazandım, bir şeylerin sahibi oldum, ingilizce öğrendim şu sıralar yanına bir de fransızca eklemeye uğraşıyorum. çok iyi bir üniversitede yüksek lisans eğitimimi tamamlamak üzereyim. ailemin durumu da eskiye göre çok daha iyi. hayatım 180 derece değişti. değişmeyen tek şey hala birisi bana galatasaray dediği zaman içim titrer sebebi de o evdir.

    ara karne döneminde hepsi pekiyi olursa bana forma alınacağının sözü verildi. aslında ilk ve orta okul döneminde vasata yakın bir öğrenci olsam dahi forma sözünü duyunca ne yaptım ne ettim o karneyi baştan aşağı beş getirdim. ve bana önünde marshall yazılı arkasında sarı fontla 10 yazılı galatasarayın siyah forması şort, konç ve krampon ile birlikte alındı. dışarıya giyersem kirlenir korkusuyla üç gün boyunca ben o evde forma, şort, konç, krampon kombiniyle dolaştım. yatarken çıkarıyordum. o zaman çocuk aklıyla işin ucunda forma olunca insan sorgulamıyor ama o forma aklıma geldikçe hala içim burkulur acaba babam o formayı bana hangi parayla aldı diye. acaba birinden el borcumu yaptı. yoksa o ay biz faturalarımı ödeyemedik diye.

    o formanın alınmasının üstünden yaklaşık 3-4 ay geçmişti ki aynı evin içinde bir gece vakti, 37 ekran tüplü televizyonun karşısında, hafif karıncalı bir görüntüye nazır, dizlerimin üstüne çökmüş uefa finalini ağzı açık bir şekilde takip edip, içimden bildiğim duaları okuyordum. popescu son penaltıyı attığında ekranın başında donup kalmıştım bir süre.

    o zamanlar galatasaray o çocuğun tedirginliklerle dolu hayatını çizgi filme çevirmişti sanki. yükümü azaltmıştı, sebepsiz yere bahtiyar etmişti. kahramanım gibi olmuştu galatasaray. bugün ne zaman galatasaraydan konu açılsa benim aklıma hayatımın o dönemi ve galatasarayın bana o günlerde hissettirdikleri gelir.

    bugün dışardaydım, mustafa cengiz yönetiminin ibra edilmediğini eve gelince öğrendim. kendileri iyi yönetimdir, kötü yönetimdir ben işin o kısmıyla ilgilenmiyorum. her iki şekilde düşünene de saygı duyarım. ama ibra edilmediklerini öğrenince benim içimde hakikaten bir şey cız etti. üzüldüm. galatasaray, benim gibi milyonlarca kişinin kahramanı olmuştur bugüne kadar. her bir ferdinin hatırında aklına geldikçe tebessüm ettiren veyahut içini burkan sayısız hatıra bırakmıştır. o galatasarayın belli bir kesimin elinde istedikleri gibi kullanabilecekleri bir oyuncağa dönüştüğünü görmek eminim bütün sevenlerini yaralamıştır. ben şahsen yaralandım. ibra edilmeme olayına değilde, milyonlarca insanın kahramanının birkaç kişinin elinde istediği zaman tehdit unsuru olabilecek bir yapıya dönüşmesine yaralandım.

    ne yapalım vicdanımızın sesini bastırmak için artık biz de uzaktan gönül veririz çocukluk kahramanımıza. ta ki devran dönene kadar.
App Store'dan indirin Google Play'den alın