• 102
    sen, sınıfın sessiz cemal'i. değiştin be, okuldan sonra şiire düştün bir kere. şiir değiştirmez mi adamı? şimdi, seni tanıyan herkesin beklentisi, bir köşede oturman. çok konuşmadan, lafa karışmadan, sen de kendinden bunu bekliyorsun. ama öyle olmayacak; birden, kendini bir muhabbetin içinde bulacaksın. muhabbet, muhabbeti açacak, mezeler yenecek, bir şarkı söylenecek, bir özlem duyacaksın. aklına bir şiir gelecek, içinden bir ses; kalk ayağa oku ulan şu şiiri diyecek. bu gece herkes, sessiz cemal'in şiirini dinleyecek; gözler dolacak, kadehler kalkacak... burası böyledir işte... cemal gidersin... süreya çıkarsın... "

    https://www.youtube.com/watch?v=alOC4Yo4Ucw
  • 104
    sarhoş değilim. alkole bağlı bir mayhoşluk da yok. kısaca içmedim işte. aklım başımda. önümde bir bardak su var. böbreklerimde taş var benim. geçen yaz düşürdüm bir tane. çok canım yandı. artık bol bol su içmeye çalışıyorum. siz de için. yoksa ben gibi kıvranırsınız iki hafta. neyse lafı uzatmayalım. uzatmayalım da ne yazacağımı bilmiyorum pek aslında. burada bir sigara yakayım ben. dumanını ekrana üfleyelim. bu arada yazarken çalanları da ekleyeyim.

    https://www.youtube.com/watch?v=M2nTH5eszr0

    hayatım çok değişti benim. çok değişti derken, çok kere "çok" değişti. ani değişikliklerden, sürpriz kararlardan korkmadım hiç. o anki durumuma göre kafama ne estiyse yaptım. pişman olduklarım da oldu, olmadıklarım da. geçtiğimiz yıl, yani 2017'de başladığım yere dönmüş gibi hissettim. ki biraz da öyle oldu. ama başladığım yere dönen ben, başladığım yerdeki ben değildi. zaten değişim kaçınılmaz. her gün, her an değişiyoruz. iyi veya kötü mutlaka değişiyoruz. ben nasıl değiştiğimi bilmiyorum henüz. nedenini gayet iyi bildiğim bir boşluk var. ve aylardır dolduramadım. 32 yaşındayım ben sözlük. cahit sıtkı'nın dediği gibi yolun yarısına pek bişey kalmamış. gerçi cahit sıtkı'da yolun yarısı deyip 39 yaşında rahmetli olmuş ya, o ayrı bir konu. her neyse; önümde ne var pek bilmiyorum. daha doğrusu bakmıyorum. herhangi bir hedefim yok. herhangi bir amacım yok. sabahları zorla kalkıp işe gidiyorum. ama gerçekten zorla kalkıyorum bak, üç ayrı alarm kurup üçünü de en az bir defa erteliyorum. soluk soluğa yetişiyorum servise genelde. uyumayı da pek sevmiyorum aslında. ama uyuyunca geçiyor her şey. daha doğrusu hissetmiyorsun.

    https://www.youtube.com/watch?v=LieCp3_SOYk

    gerçi uyumadığım zamanlarda da pek bir şey hissedemiyorum artık. bol miktarda öfke, kırılmışlık, "ben bunu hak etmedim" duygusu. sakin bir adamdım ben. ani tepkiler vermezdim pek. şimdi afedersin ota boka kızıyorum. bir anda yükseliyorum gereksiz şeylere. 9 ay 7 gün oldu. bir çocuğun doğacağı bir süredir böyleyim ben. 3 gün sonra geçer mi bilmiyorum. tutuyorum kendimi. tutuyordum daha doğrusu. geçen perşembe akşamı iş yerinden bir kaç arkadaşımla dışarı çıktık. oturduk yiyip içip muhabbet ediyoruz, eğleniyoruz işte. söz döndü dolaştı uzak durmaya çalıştığım yerlere dokundu. tutmuştum ben kendimi oysa. güzel idare ediyordum. o ana kadar. insanların da keyfini kaçırdım. kalktım eve geldim. saklayacak bir şeyim yok evde. tek başına yaşıyorum. rahat böyle. o anda nasıl olmak istiyorsam öyle olabiliyorum. kitap okuyorum, oyun oynuyorum, film izliyorum, kaşınıyorsam bir şekilde, 9 ay 7 gündür arkamda duran bıçağı kurcalıyorum. biraz daha kanatıyorum belki sonunu bulurum diye. olmadı şimdiye kadar. ama saklamıştım herkesten. görmemişlerdi. cuma günü biraz sıkıntılı geçti. aynı odada çalıştığım insanları zor durumda bıraktım. "nasılsın" diye sormak istiyorlar ama soramıyorlar. farkındaydım. ki teşekkür ederim sormadıkları için. "iyiyim" diyebileceğim bir durumda değilim.

    https://www.youtube.com/watch?v=j-oUt3HV-SE

    eskişehirliyim ben. kendimi bildim bileli eskişehir'de yaşadım. 2013 yılına kadar. o an bir karar verdim ve her şeyimi arkamda bırakıp gittim. kendi kendime değil tabi. her şeyi arkamda bırakıp gidebileceğimi sandığım bir sebep için gittim. pişman da değilim. bugün öyle bir sebebim olsa yine giderim. zaten eskisi kadar çok şeye sahip değilim burada. o zaman işimi, ailemi, çevremi, arkadaşlarımı bırakıp gittim. döndüğümde sadece ailem ve bir kaç arkadaşım kalmış. hala şehir bile yabancı gelebiliyor. hala buraya ait değilmişim gibi hissediyorum. emanet gibiyim. bazı yerleri hatırlayamıyorum.

    https://www.youtube.com/watch?v=xtDnSkTjzIw

    yeni şeyler denemeye çalıştım. "artık yeni bir hayatım var, baştan başlıyorum ama yeni her şey" demeye çalıştım. henüz beceremedim. artık denemek de istemiyorum sanki. dedim ya değişiyoruz. değişmişim ben de. ama nasıl, hala bilmiyorum. hayatımda hep üzerine koyarak ilerlemeye çalıştım. bildiklerime, gördüklerime, okuduklarıma hep bir şeyler eklemeye çalıştım. daha düzgün bir insan olmaya, daha kendini bilen, daha geniş çerçeveden bakabilen, her durumda karşısındakini anlamaya-hak vermeye çalışan biri olmaya çalıştım. her şeyin altında bir sebep, bir gerekçe aradım. bunları öyle olması gerektiği için yapmaya çalışmadım. doğal olarak gelişti her şey açıkçası. yapay, üzerimde emanet duran hallerden, tavırlardan kaçınmaya çalıştım. başardığımı da sanıyorum. "ne kadar iyisin? gerçekten böyle mi düşünüyorsun? gerçekten bunları yaptın mı-yapar mısın?" ve benzeri soruları çok duydum. ama gerçekten böyle bir insan(d)ım ben. başkalarına ufacık da olsa bir şekilde bir katkım olduğu zaman iyi hissediyordum. şimdi yapamıyorum. içimden gelmiyor.

    https://www.youtube.com/watch?v=HDIBU25z6X4

    şarkı da tam yerine denk geldi sanki. bir sigara daha yakılır buna. her zaman insanlara inanmayı, güvenmeyi seçtim. kandırmak isterseniz çok kolay kandırabilirsiniz beni. daha doğrusu kandırabilirdiniz. şimdi güvenmiyorum kimseye. ne diyorduk? değişim. dedim ya değiştim ben de. nasıl olduğunu bilmiyorum. bildiklerim de var ama bu değişime dair. eksildi bir şeyler. belki hayatımdaki en önemli şeyler. güvenmiyorum artık kimseye. hayatıma kimseyi yanaştırmıyorum. denedim. onu da denedim. olmadı. işin aslı bundan sonra da olabileceğine ihtimal veremiyorum. neden veremiyorum? şimdi size anlatsam "hadi lan oradan, olmaz öyle şey!" diyeceğiniz şekilde kaybettim insanlara olan güvenimi. bu saatten sonra tekrar birine güvenmek imkansız görünüyor.

    https://www.youtube.com/watch?v=pfYU8hVQBaQ

    aslında çok isterdim. birine yüzümü dönüp tekrar her şeyi arkamda bırakıp gidebilmeyi. gitmek şart değil elbette. ama tekrar "bunu yapabilirim" diyecek birinin olmasını. ama oluru yok gibi geliyor bana.

    canımın çok yandığını hissediyorum sözlük. ismail abi sormuştu. şimdi ben de soruyorum ama cevabını veremiyorum. "bu acı geçiyor mu?" kötü bir şey yaşadım ben. hiç bir insanın yaşamasını istemeyeceğim, hiç kimsenin hak etmeyeceği bir şey. bana bunu yaşatanın bile yaşamasını istemeyeceğim kadar kötü bana göre. yok sanırım o kadar değil. istiyorum aslında bunu. benim canımın yandığından çok daha fazla canları yansın istiyorum. acı çektiklerini, süründüklerini görmek istiyorum.

    işin komik tarafı da bunları hissetmeye daha geç başlamış olmam. ne olduğunu net olarak anlayabilmem için ufak bir artçı şok daha yaşamam gerekiyormuş. ondan sonra tam olarak ne olduğunun farkına vardım.

    başıma hiç gelmedi bilmiyorum ama insan bıçaklandığında ilk başta acı hissetmezmiş. hatta fark etmezmiş bile bunu. bıçağı gördükten, kanını gördükten, yarasını gördükten sonra fark edermiş, ondan sonra hissetmeye başlarmış yarasının acısını. benim de o hesap sanırım.

    https://www.youtube.com/watch?v=24B8qOt7n_c

    hayatta daha büyük acılar vardır. eminim buna. çok daha kötü şeyler yaşayanlar, çok daha büyük acılar çekenler vardır. buna lafım yok. ama hiç kimse için "senin yaşadığın da bir şey mi?" diyemeyiz. richard linklater'ın before sunset filminde erkek karakterimiz jesse şöyle diyordu:

    "kendi hayatıma baktığımda, itiraf etmeliyim ki etrafında hiç silahlar ya da şiddet olmadı. ne siyasi bir entrika, ne de bir helikopter kazası oldu. ama kendi bakış açımdan hayatım acı doluydu."

    yani demem o ki; başkalarının daha büyük şeyler yaşaması, insanların yaşadıklarını küçültmüyor.

    çok kafa şişirmiş olabilirim. özür diliyorum. buraya kadar gelenler için özet geçeyim:

    birinin peşinden her şeyimi bırakıp gittim. evlendim. her şeyimi verdim, vermeye çalıştım. boşandım. geri döndüm. hiç bir şeyim kalmadı. başladığım yerde eksilmiş olarak yeniden başlamaya çalışıyorum...
  • 105
    yine ben, yine mayhoş değilim, sarhoş da değilim. en azından fiziksel olarak.

    https://www.youtube.com/watch?v=1qe0oggdynw

    insanın inancını kaybetmesi çok boktan bir şey. inanç derken; herhangi bir şeye olan inançtan bahsediyorum. ne olursa olsun. bu akşam yenildik. daha doğrusu dün akşam.

    (bkz: 4 şubat 2018 sivasspor galatasaray maçı)

    şampiyonluk için en önemli maçtı belki. kaybettik. canımız sağolsun. inancımızdan bir şey eksildi mi? hayır. en azından benim için. (bkz: o kupa buraya gelecek)

    neyse inancımızı kaybettiklerimize dönelim. insanlar. çok anlamsız da olsa keşke diyorum bazen. çocukluğumuzdaki gibi kandırılsak. verilen sözler o zaman bize verilen sözler gibi tutulmasa. çocuklukta kalan küçük şeyler. daha doğrusu o zaman için küçük olmasa da yaraları genelde küçük olan şeyler olsa. kavga ettiğimiz, küstüğümüz arkadaşlarımızla hep barıştık bir süre sonra. annemize kızdık geçti, babamıza kızdık geçti, kardeşimizle kavga ettik geçti.

    https://www.youtube.com/watch?v=aSPybHhXOjg

    şimdi küslüklerimiz de büyük bizler gibi, kavgalarımız da. barışmıyoruz, unutmuyoruz. o zamanlar elimize bir iğne batıyordu, biraz acıyıp geçiyordu. şimdi sırtımıza bıçaklar saplanıyor. doğal olarak da ne unutuyoruz ne de acısı geçiyor kolay kolay.

    hepimizin başına gelmiştir. unutamadığımız, acısı geçmeyen şeyler yaşamışızdır. küçük veya büyük olması da önemli değil. sevdiğimiz insanlar yaptı hep bunları da. veya sevdiğimiz takımlar. ama o geçiyor bak. bir gol, bir galibiyet düzeltebiliyor her şeyi. hayat da keşke futbol gibi olsa. 14 sene bile beklesek bir gün geçeceğinden emin olabilsek.

    neyse dağıldı biraz sanki. daha doğrusu inanç meselesini insan faktörüne indirgemiş gibi oldum da, öyle değil. herhangi bir şey olabilir. işimiz olabilir bu, ya da koyduğumuz herhangi bir hedef de olabilir. dinsel inancımız da olabilir.

    ben kaybettim sanki çoğunu. insanlara inancımı kaybettim. dünyanın anasını ağlattık. uzayın da ağlatmak için uğraşıyoruz. üstünde olduğumuz toprak parçasında hepimize yer varken, savaşlar çıkarıyoruz. birbirimizi öldürüyoruz. çocukları öldürüyoruz lan, daha ne olsun.

    https://www.youtube.com/watch?v=VJbBaYX3kgk

    üç kuruşluk çıkarlar için şehirleri, ülkeleri, yuvaları yakıp yıkıyoruz. ihanet ediyoruz birbirimize. yalanlar söylüyoruz. birbirimizin kuyusunu kazıyoruz. sonra bir de masum numarası yapıyoruz. herkes kötü biz iyiymişiz gibi davranıyoruz. her şeyin suçlusu "onlar" oğuz atay demişti zaten tutunamayanlar'da;

    “onlar utansın sonuçtan' diye kestirip attı. 'hangi onlar selim?' dedim. 'onlar işte,' dedi. 'onlar canım. onlar, onlar, onlar.' 'öyle ya,' dedim. 'onlar. yani biz değil.”

    biz değil hiç bir zaman. hep onlar.

    başka ne inancımız var? aşk? genelde inancını kaybettiğimiz ilk o oluyor zaten. fazla konuşmaya gerek yok. hepimiz biliyoruz. bilmeyen varsa gelsin alnından öperim. hatta bir de çay ısmarlarım.

    onlara da müntekim gıcırbey'in şebnem'e mektubundan gelsin:

    "şebnem her gülümseyişinde tüm ülkeye çay ısmarlayayım"

    her neyse; çok inandığımız, ya da inandığımızı sandığımız dinsel konular var tabi. en sıkıntılısı bu belki de. çoğunlukla inancı sağlam bir temele oturtamadığımız için sürekli sarsıntı halinde. kaybetmek çok olası.

    sanırım bunu da kaybettim veya kaybetmek üzereyim. kendimi bildim bileli öyle önüme konan şeye kayıtsız şartsız teslim olamadım. sorguladım. sorguladıkça da kendimce sorunlar gördüm. fakirliğe methiyeler düzen "zengin" hocalar gördüm. dediler ki; peygamberimiz bir hurmayla oruç açardı, açlıktan karnına taş bağlardı. bunu diyen hocanın(!) göbeğinden cami kubbesi olur. üzerindeki takım elbiseye 2 ay çalışan insanlara anlatıyor bir de.

    https://www.youtube.com/watch?v=q6UqYIp7d9Y

    üstüne bir de "inançlı" olanların iki yüzlülüklerini koyunca inanca olan inancımı da kaybettim. eskiden hiç olmazsa cuma namazlarına giderdim. artık onu da yapmıyorum. başıma gelen en büyük dertler "müslüman"lığını en ön sırada gösterenlerden geldi.

    işimle ilgili de inancım kalmadı. daha doğrusu inanç demeyelim de; hedef kalmadı. memura bağladım iyice. sabah gidiyorum, akşam dönüyorum. neyse ki çok sıkıcı bir işim de yok idare ediyorum.

    hayatla ilgili de kalmadı bir inanç. daha doğrusu beklenti diyelim. beklenti olmayınca inanmak isteyeceğin bir şey de olmuyor doğal olarak. ne gerek var diyorsun? ne lüzum var? kendimizi hırpalamaya, heyecanlanmaya ne gerek var. olmuyor işte istediklerimiz. olanlar da istediğimiz gibi olmuyor. her türlü hayal kırıklığı. ya idare edeceğiz, ya da temelli vazgeçeceğiz. ben vazgeçmedim. ama beklentim de yok. koşmuyorum artık bir şeylerin peşinden. denk gelirse kabulüm. gelmezse de rahvanizm.

    siz de çok şaapmayın. takılmayın. sonuçta ne kadar zorlarsak zorlayalım farkında bile olmadan, en iyi ihtimalle istediklerimizin çok küçük bir kısmını gerçekleştirerek ölüp gideceğiz.

    hazreti ömer zamanında meczubun birine her gün gelip ona "ölüm var" demesi için bir altın verirmiş. adam hergün gelir "ölüm var" der, altınını alır gidermiş. bir gün hazreti ömer "artık gelme" demiş. meczup nedenini sorduğunda "saçımda ak var artık, bana hatırlatıyor" demiş. böyle bir hikaye anlatılır. doğrudur, yalandır bilemiyorum ama böyle bir gerçek var. ölüm. o yüzden çok takılmamak lazım sanki.

    bu konuda bir de chuck palahniuk gösteri peygamberinde: “bu ömür boyu sahip olduğum altı yüz kırk birinci balık. tanrı'nın yarattığı başka bir canlıya bakmayı ve sevmeyi öğrenmem için ailem yıllar önce ilk balığımı almıştı. sahip olduğum altı yüz kırk balıktan sonra öğrendiğim tek şey, insanın sevdiği her şeyin bir gün öleceği oldu. o özel kişiyle karşılaştığın ilk anda, onun bir gün ölüp toprağın altına gireceğine emin olabilirsin." diyor.

    her neyse çok dağıldı bu sefer. inançtan girip ölümden çıkmayı başardım. sonuç olarak çok inanmamak sahiplenmemek lazım her şeyi. yaşasın rahvanizm.

    https://www.youtube.com/watch?v=uqROdKnNfQk
  • 107
    yılbaşı gecesinden sonra ilk kez rakı içiyorum bu gece. tadını ve kokusunu özlemişim meretin ne yalan söyleyeyim. bir de söylemesi ayıp kilosu 20 liradan karadeniz levreği yakaladım ve fırında da enfes oldu ki sorma sözlük. neyse hazır keyfim yerindeyken tekrardan yazayım dedim. iyi ki varsın be galatasaray! bu gece kadehimi şampiyonluğa diye kaldırıyorum beyler. yarasın!*

    (bkz: sen şampiyon olacaksın)
    (bkz: hedef 21)
  • 108
    sevdiğini gerçekten mutluyken izlemek güzel şeymiş be sözlük.

    dünyada 29 seneyi doldurmama ramak kaldı sayılır. ergenliğe giriş sayılan 2002 yazındaki o andan bu yana 16 sene falan oldu işte... o günden bu yana dönem dönem "damga vuran" kadınları*(!) şöyle bir gözden geçiriyorum da, hangisiyle ne yaşayabildin diye. şimdi sen 7 misin 8 misin, yoksa daha önceden mi numarayı almıştın ya da arada numarası dahi silinmesi gerekenler var mı o bile belli değil...

    bütün bunca yıl, o kadar insan, elde avuçta kalan sadece yaşanamamışlıklardan ibaret bir hayal dünyası. belki ender gelişen ossasuna atakları misali birkaç saçma sapan anektod... hayatımın yarısından çoğunu böyle saçma sapan şeylere üzülerek, dertlenerek falan geçirmişim. tedavi sonrası son birkaç yıldır istesem de takamayacak hale gelsem de refleksif olarak gelişen melankoli haline karşı modern tıp bile çare bulamadı.

    yıllar önce, hatta zaman vereyim mustafa keçeli'nin golü sonrası ali sami yen bayram yerine dönmeden 2 ay falan önce * bir dershane köşesinde artık yanındaki ne anlatıyorsa yüzünde kocaman bir pırıltıyla görmüştüm bu bahsi geçen 7,8 yada kaç ise işte onlardan birini. bu da ikincisi oldu... üstelik aynı anda aynı şeye sevinirken oldu... o gün merdivenlerden çıkmaya çalışırken ayağım kayıp geri düşmüştüm, bu sefer yine merdivenimsi birşeyin üzerinde olduğum yerde mutluluktan uçalım biz oldum...

    en azından bu seferki acısız bol ortak paydalı bişey oldu. bizim kaderimiz de böyle uzaktan bakmak sanırım...

    anlatacak o kadar çok hikayem var ki gaassaray!
    anam avradım olsun hiç bilemeyeceksin!

    önemli uyarı: bu hikayede bahsi geçen, tasvir edilen, sembolize edilen* kişi kurum ve hikayelerin gerçekle alakası ola da bilir olamaya da bilir...
  • 109
    99 depreminden hemen sonraydı. deprem zamanında avcılarda ikamet ettiğimizden mütevellit depremde aile olarak çok sarsıldık hem gördüklerimizden hem yaşadıklarımızdan. hem bu psikolojiyi atlatma umudu hemde daha güvende oluruz mantığıyla böyle villa tarzında müstakil bir eve taşınmıştık. villa dediysem öyle lüks bir şey falan değil. şimdi ki esenyurta bağlı köhne bir mahallede, duvarlarından rutubet akan küçük bir ev. geceleri sokağa yalnız başınıza çıkamayacağınız bir muhit.

    o köhne evde anneannemler ile beraber kalıyorduk. anlayacağınız üzere maddi durumumuz pek iyi değildi o zamanlar. belkide hayatıma dair anlamlandırmakta en çok zorluk çektiğim dönemdir. allah ailemden razı olsun, kimse bana bir şey yansıtmamaya çalışıyordu ama ben her şeyin farkındaydım 7 yaşında bir çocuk olarak.

    evet şimdi baktığında her şey çok daha basit görünebilir ama 7 yaşında ki bir çocuk için hayat o kadar kolay değildi. çevren değişiyor, yüzler değişiyor, birinci sınıfa gelip, ikinci sınıfa gelmeyen arkadaşlarından bir kısmının ve öğretmeninin depremde vefat ettiği söyleniyor...

    yanlış anlaşılmasın asla kendine acındırma gibi bir psikolojiyle yazmıyorum bunları. zaman geçti de geçti. biz tekrar avcılara döndük. ben mühendis oldum, göreceli olarak iyi paralar kazandım, bir şeylerin sahibi oldum, ingilizce öğrendim şu sıralar yanına bir de fransızca eklemeye uğraşıyorum. çok iyi bir üniversitede yüksek lisans eğitimimi tamamlamak üzereyim. ailemin durumu da eskiye göre çok daha iyi. hayatım 180 derece değişti. değişmeyen tek şey hala birisi bana galatasaray dediği zaman içim titrer sebebi de o evdir.

    ara karne döneminde hepsi pekiyi olursa bana forma alınacağının sözü verildi. aslında ilk ve orta okul döneminde vasata yakın bir öğrenci olsam dahi forma sözünü duyunca ne yaptım ne ettim o karneyi baştan aşağı beş getirdim. ve bana önünde marshall yazılı arkasında sarı fontla 10 yazılı galatasarayın siyah forması şort, konç ve krampon ile birlikte alındı. dışarıya giyersem kirlenir korkusuyla üç gün boyunca ben o evde forma, şort, konç, krampon kombiniyle dolaştım. yatarken çıkarıyordum. o zaman çocuk aklıyla işin ucunda forma olunca insan sorgulamıyor ama o forma aklıma geldikçe hala içim burkulur acaba babam o formayı bana hangi parayla aldı diye. acaba birinden el borcumu yaptı. yoksa o ay biz faturalarımı ödeyemedik diye.

    o formanın alınmasının üstünden yaklaşık 3-4 ay geçmişti ki aynı evin içinde bir gece vakti, 37 ekran tüplü televizyonun karşısında, hafif karıncalı bir görüntüye nazır, dizlerimin üstüne çökmüş uefa finalini ağzı açık bir şekilde takip edip, içimden bildiğim duaları okuyordum. popescu son penaltıyı attığında ekranın başında donup kalmıştım bir süre.

    o zamanlar galatasaray o çocuğun tedirginliklerle dolu hayatını çizgi filme çevirmişti sanki. yükümü azaltmıştı, sebepsiz yere bahtiyar etmişti. kahramanım gibi olmuştu galatasaray. bugün ne zaman galatasaraydan konu açılsa benim aklıma hayatımın o dönemi ve galatasarayın bana o günlerde hissettirdikleri gelir.

    bugün dışardaydım, mustafa cengiz yönetiminin ibra edilmediğini eve gelince öğrendim. kendileri iyi yönetimdir, kötü yönetimdir ben işin o kısmıyla ilgilenmiyorum. her iki şekilde düşünene de saygı duyarım. ama ibra edilmediklerini öğrenince benim içimde hakikaten bir şey cız etti. üzüldüm. galatasaray, benim gibi milyonlarca kişinin kahramanı olmuştur bugüne kadar. her bir ferdinin hatırında aklına geldikçe tebessüm ettiren veyahut içini burkan sayısız hatıra bırakmıştır. o galatasarayın belli bir kesimin elinde istedikleri gibi kullanabilecekleri bir oyuncağa dönüştüğünü görmek eminim bütün sevenlerini yaralamıştır. ben şahsen yaralandım. ibra edilmeme olayına değilde, milyonlarca insanın kahramanının birkaç kişinin elinde istediği zaman tehdit unsuru olabilecek bir yapıya dönüşmesine yaralandım.

    ne yapalım vicdanımızın sesini bastırmak için artık biz de uzaktan gönül veririz çocukluk kahramanımıza. ta ki devran dönene kadar.
  • 112
    bir gün carlsberg, miller, tuborg ve efes pilsen'in başkanları barın tekine içmeye gitmiş. garson gelince teker teker seslenmişler:

    - ben bi' carlsberg alayım.
    - ben bi' miller istiyorum.
    - ben tuborg içeceğim.

    sıra efes pilsen'in başkanına gelince:

    - ben bir kola alayım.

    garson gidince yanındakiler sormuş, "yahu sen niye efes istemedin" diye. başkan:

    - kimse bira içmiyordu, ben de size uyayım dedim.

    ----- ----- ----- ----- -----

    ne güzel hafta sonusu böyle ya. aslanlar koşar adım ilerliyor 22'ye! taş... aman, başaksiti'nin kimyasal reaksiyon zinciri patladı, aktivasyon enerjisi tavana vurdu, katalizör de (hüseyin göçek) yetmedi. fenerbahçe'misss (gollum bey'in ruhu şad olsun) de düşecek evelallah.

    sağlığınıza.

    not: leffe çok güzel bira.
  • 122
    o değil de kafa güzelken arda turan'ın magazinel yönlerine bir bakayım dedim. oğlum, cok kolay bir çıkarımım var arda turanla ilgili. cok normal lan bu adamın psikolojsinin bozulması. bir dönem sinem kobal ile ilişkisi vardı ve o dönem kenan imirzalığlu için "ağbiiyaeaah" falan diyordu. lan herif abi olarak görüyordu kenan'ı. ve bugün kenan ile sinem beraberler, niyeyse de bu cok gündeme gelmiyor ama skandal bence.bu arabesk gencimizin psikolojisinin bozulmasının en büyük sebebi bu bana kalırsa. neyse böyle bir tespiti de sıçtığım için kendimden utanıyorum.

    leşleri sonra kaldırırsın hancı. evvela bana kımız arkadaşıma da kuzu budu getir...

    https://www.youtube.com/watch?v=sT7h728leRs
App Store'dan indirin Google Play'den alın