• 143
    her galatasaray mağlubiyeti sonrası olduğu gibi bu gece de bir romanda teselli bulacak olan benim gibi yazarlara selam ederek lafa başlıyorum. hayatımda üç dört şey vardır: aile, galatasaray, edebiyat ve uyku. hayatım boyunca hep iyi bir okur olmayı istedim. iyi bir okur olmak ne demekti? teoriye hakim olmak mı? külliyatı bilmek mi? rafine bir edebiyat zevki mi? retorik bir soru soruyormuş gibi görünsem de aslında gerçekten soruyorum; zira bir noktadan sonra okumak denen şeyin bir keyif meselesi olmadığına kanaat getirsem de "iyi okur"un altını doldurma konusunda eksik hissettim. varabildiğim en uç nokta bir gün edebi üretim yapacakmış gibi okumak gerektiği oldu. edebi üretim yapacakmış gibi okumakla kast ettiğim şudur: new criticism gibi okur ve metin odaklı yaklaşımlar edebi metni tüm tarihsel, kültürel bağlamından ayrı tutarak; metnin kendi kendineliğinden başka her şeyi saf dışı bırakarak inceler. bu da ne demektir? yazar yoktur. yani yazarı ölü kabul eder. (bkz: roland barthes) kısacası metnin okur tarafından zihin düzleminde sınırsız yeniden yazımı demektir okuma eylemi. yazarın bu yaklaşımdaki rolü metni kağıda mürekkep lekeleri halinde aktaran kalem kadardır en fazla. bu açıdan bakınca edebi üretim yapacakmış gibi okumak aslında hepimizin okuma biçiminden çok da farklı sayılmaz. sonuçta yazarı saf dışı bırakan, zihinsel bir aksiyonun içinde bulunmaktayız sıradan okurlar olarak. ancak iyi okur olmanın yalnızca metni değil yazarı da anlamak olduğunu düşünüyorum. kurgusal metin denen şey ilk kelimesinden itibaren yepyeni, eşi benzeri olmayan bir gerçeklik yaratır. bizim dünyamızın fizik kuralları, ahlak yasaları, normları, doğruları, yanlışları o gerçeklik içinde geçersiz olabilir. bu durum sadece büyülü gerçeklik gibi çok bariz olarak farklı gerçeklikler arayan akımlarda değil en realist, en natüralist eserler için dahi böyledir. bu noktada yazar var mıdır yok mudur meselesine dönersek işler biraz karışıyor: çünkü kendiliğinden zihin düzleminde sınırsız defa ve sınırsız biçimde var olan gerçeklikleri kabul ettiğimizde yazar tanrısallaşmaya başlıyor ve kendimizi bir paradoksta buluyoruz. yazar metninden bağımsız mıdır yoksa metnin sebep olacağı potansiyel sınırsız gerçekliğin yaratıcısı mıdır? benim bulabildiğim cevap uçlara kaymadan, teorilere saplanmadan, "postcolonial yaklaşımla tanpınar romanı ve zamanın içindeki müşkülpesantlık" gibi zorlama ve gereksiz üniversite tezleri tadında alakalı alakasız her metne teorik gözlükle bakmadan; hem metnin yalın metin tarafına yönelik hem de yazarın izlerini sürerek yapılacak okumanın iyi okur okuması olduğu. hiç teori bilmeyen ve hayatı boyunca sadece elif şafak okumuş bir okur kırk yıllık akademisyenden daha iyi okur olabilir kendisi fark edemese de. doğrusu yanlışı olmayan, en fazla mantığa en yakın gelenin tartışılabileceği ucu bucağı olmayan bir evren en nihayetinde edebiyat bilimi.

    peki ben bunları neden yazdım? çünkü bu gece benfica'ya karşı oynadığımız oyunu bir şekilde unutmam lazımdı. peki unutabildim mi? yoo dostum yoo...
App Store'dan indirin Google Play'den alın