10
son zamanlarda sıkça başakşehir’in başarısından bahsedilir oldu. kasımpaşa için de aynı imalar yapılıyor. ancak bu başarı gerçek bir başarı mı yoksa aldatıcı mı? bu sorunun cevaplanması gerekir.
başakşehir’in puan tablosundaki yerinden hareketle başarılı yönetiliyor sonucuna varmak doğru değil. bizim ülkemizde insanların çoğunluğu negatif enerji yüklü. başarıyı taktir etmek yerine, kıskanıp değersizleştirme tercih ediliyor. rekabet yerine kavga tercih ediliyor. yarışma yerine boğuşma tercih ediliyor. işte başakşehir bunlardan nasibini almadığı için, bu tür saldırılara hedef olmadığı için puanlar topluyor ve de avrupa kupalarında mücadele etmediği için başarılıymış gibi gözüküyor. yoksa oynadıkları futbolun anadolu takımlarından çok farkı yok.
belediye desteği ile kurulup hükumet desteğiyle devam etmeleri tabi ki rahatsızlık verici ama bu durum büyük takımlar için de nispeten geçerli. işin bu tarafına fazla takılmıyorum. takıldığım taraf şampiyonluğa oynuyorlar ama en önemli maçlarda bile taraftar yok. yani uzaylı takımı gibi. zaten türkiye’de başka bir takımın kendine alan açması, taraftar toplaması imkansız gibi. herkes üç büyüklerden birinin taraftarıdır sonra da varsa kendi şehrinin takımının taraftarı. son zamanlarda şehir takımlarının taraftar sayısı arttı ama yine de aidiyet hissi olarak üç büyük takımın oluşturduğu o kalın duvarı aşamadılar. birinci sırada diğer şehir takımlarını tutan taraftarlar dahi üç büyüklerden birini de tutuyorlar. o nedenle hele istanbul’da başka bir takımın taraftar edinmesi imkansız gibi.
bu gerçeklerden hareketle başakşehir ve kasımpaşa gibi takımlar taraftarların değil, konjonktürün ortaya çıkardığı takımlardır. zamanla silineceklerini düşünüyorum ama ne kadar zaman sonra allah bilir. ancak bu takımların büyük takımlara öğrettiği bir gerçek var. başarının anahtarı yetenekli, doğru ve dürüst yönetimlerdir. yani taraftarsız olunmasına rağmen, yetenekli bir teknik heyet ve akıllı bir idare ile kısmen de olsa başarılı olunabiliyorsa milyonlarca taraftarı olan takımlar akıllı yönetilirse çok daha muhteşem başarılar elde edilebilir.
bir takım düşünün, kendisine gönüllü olarak yılda asgari bin lira destek veren bir milyon taraftar grubu var. forma, bilet, üyelik aidatı vs. şeklinde. doğru bir yönetimle bu bir milyonluk aktif taraftar grubundan elde edilecek gelirle neler yapılmaz. ancak bunu harekete geçirecek akıl, dinamizm ve de vizyon gerekli.
bizim büyükler enerjilerinin büyük kısmını birbirlerini boğmak için harcıyor. tıpkı siyasiler gibi. hükumet muhalefeti, muhalefet hükumeti yok etmek için tüm enerjisini harcayınca geriye fakirlik, kaos ve umutsuzluk kalıyor. büyük takımlar da aynen böyle. tüm enerjilerini birbirlerini yemek için harcayınca avrupa’da sıfır çekiyorlar.
ülkemizde büyük çoğunluk negatif enerji ile beslendiğinden, başarılardan değil rakiplerin başarısızlığından zevk alıyorlar. o nedenle en ufak bir bahane bulunca birbirlerine en büyük acıyı vermek için var güçleriyle yükleniyorlar. enerji negatif olunca da ne adalet duygusu kalıyor, ne hakkaniyet, ne insaf ne de merhamet. sonuç olarak da her büyük sırasıyla lince maruz kalıyor, ihanete maruz kalıyor ve de çökertiliyor.
büyüklerin savaşı nasıl oluyor?
-basında oluyor. bizzat kulüp lobilerinin gücü ile gazeteci yerleştirerek,
-tff’ye yönetici yerleştirerek,
-mhk’ya atama yaptırarak,
-hakemleri elde ederek,
-doping yaparak, (doping tespit edilen birçok futbolcu var)
-futbolcuları satın alarak,
-menejerleri kullanarak,
-taraftarları kullanarak,
-hakemleri görev vermemekle tehdit ederek,
-hakemlerin fanatik taraftarlık duygularını kullanarak, ve de daha birçok yöntemle savaşıyorlar.
bunlara ek olarak maçlar sırasında rakipleri korkutup sindirmek için her yol deneniyor. kafalar yarılıyor, futbolcuya, teknik heyete, yöneticiye ana avrat küfrediliyor, dövülüyor, hırpalanıyır vesaire. insanlara lanet olsun böyle spora dedirtiliyor. sonra da akıllı ve zeki insanlar uzaklaşıyor geriye kaba kuvvet ve entrikalarla yöneten insanlar kalıyor. bunların istisnaları var tabi ama genel fotoğraf bu.
bunlardan sıyrılmanın yolu nedir? nasıl normalleşiriz, nasıl başarıya odaklanırız? bu soruların cevabı bu entrynin sınırlarını çok aşar ama burada bazı ipuçlarını verebilirim. yapılması gereken, tüm olanlar karşısında sakin kalabilmeyi başarmak, planlama yapmak, tuzaklara düşmemek, enerjiyi doğru alanlara ve doğru hedeflere odaklamak. bütün bunları yapmak için büyük bir beyne ve birikime sahip olmak gerektiğini belirtmeme gerek yok. üstelik tek bir beyinle de olmaz bu iş. bir beyin ekibi oluşturmak gerek. galatasaray’ın bütün bu cehennem içinde kısmi üstünlüğünün nedeni budur. ancak galatasaray da zaman zaman girdaplara kapılıp büyük enerji kayıpları yaşıyor. işte bütün bunları yönetmek, girdapları oluşmadan önce tespit edip bertaraf etmeyi bilmek gerek.
aksi halde birbirini sokup duran akrepler misali aynı kazanda yaşamaya devam ederiz. zehrimizi birbirimize akıtır hayatlarımızı cehenneme çeviririz.
dünkü maçtan sonra twitter’a, tv yorumlarına, gazete yazılarına, çeşitli sözlüklere baktım ve etrafımdaki insanların konuşmalarını dinledim. tamamının ortak noktası, adaletten yoksun, öfkeli ve saldırgan modunda olmalarıydı. fenerbahçeli ve beşiktaşlıların tamamına yakını hakem ve jailson’u atlayıp hasan şaş ve fatih terim’e saldırıyor, galatasaray’a çok ağır cezalar verilmesini istiyor ve baskı oluşturmaya çalışan değerlendirmeler yapıyordu. yani haksızlığa uğradığını zanneden biz galatasaraylılar bir de linçe uğramıştık. biz galatasaraylılar ise hakem, jailson derken saha dışında da gol yemek zorunda kaldık. bütün ülkeyi böyle düşünürsek oluşan negatif enerjiyi bir hesap edin. çernobil patlamasının ürettiği nükleer enerjiden fazlasını üretmişizdir. üstelik bu enerji havaya değil kalplere, beyinlere depolandı. bunların sürekli biriktiği gerçeğinde hareket edersek, sonuçta nelere yol açabileceğini düşünmek bile çok korkunç. umarım ve dilerim futbolun tüm taraflarınca tez zamanda bu yoldan dönülür.
pazar gününü zehir etmek istemem. bu nedenle burada kesiyorum yazımı. okuma zahmetine katlananlara teşekkür ediyor kulüplerimize faydalı olmasını diliyorum.
başakşehir’in puan tablosundaki yerinden hareketle başarılı yönetiliyor sonucuna varmak doğru değil. bizim ülkemizde insanların çoğunluğu negatif enerji yüklü. başarıyı taktir etmek yerine, kıskanıp değersizleştirme tercih ediliyor. rekabet yerine kavga tercih ediliyor. yarışma yerine boğuşma tercih ediliyor. işte başakşehir bunlardan nasibini almadığı için, bu tür saldırılara hedef olmadığı için puanlar topluyor ve de avrupa kupalarında mücadele etmediği için başarılıymış gibi gözüküyor. yoksa oynadıkları futbolun anadolu takımlarından çok farkı yok.
belediye desteği ile kurulup hükumet desteğiyle devam etmeleri tabi ki rahatsızlık verici ama bu durum büyük takımlar için de nispeten geçerli. işin bu tarafına fazla takılmıyorum. takıldığım taraf şampiyonluğa oynuyorlar ama en önemli maçlarda bile taraftar yok. yani uzaylı takımı gibi. zaten türkiye’de başka bir takımın kendine alan açması, taraftar toplaması imkansız gibi. herkes üç büyüklerden birinin taraftarıdır sonra da varsa kendi şehrinin takımının taraftarı. son zamanlarda şehir takımlarının taraftar sayısı arttı ama yine de aidiyet hissi olarak üç büyük takımın oluşturduğu o kalın duvarı aşamadılar. birinci sırada diğer şehir takımlarını tutan taraftarlar dahi üç büyüklerden birini de tutuyorlar. o nedenle hele istanbul’da başka bir takımın taraftar edinmesi imkansız gibi.
bu gerçeklerden hareketle başakşehir ve kasımpaşa gibi takımlar taraftarların değil, konjonktürün ortaya çıkardığı takımlardır. zamanla silineceklerini düşünüyorum ama ne kadar zaman sonra allah bilir. ancak bu takımların büyük takımlara öğrettiği bir gerçek var. başarının anahtarı yetenekli, doğru ve dürüst yönetimlerdir. yani taraftarsız olunmasına rağmen, yetenekli bir teknik heyet ve akıllı bir idare ile kısmen de olsa başarılı olunabiliyorsa milyonlarca taraftarı olan takımlar akıllı yönetilirse çok daha muhteşem başarılar elde edilebilir.
bir takım düşünün, kendisine gönüllü olarak yılda asgari bin lira destek veren bir milyon taraftar grubu var. forma, bilet, üyelik aidatı vs. şeklinde. doğru bir yönetimle bu bir milyonluk aktif taraftar grubundan elde edilecek gelirle neler yapılmaz. ancak bunu harekete geçirecek akıl, dinamizm ve de vizyon gerekli.
bizim büyükler enerjilerinin büyük kısmını birbirlerini boğmak için harcıyor. tıpkı siyasiler gibi. hükumet muhalefeti, muhalefet hükumeti yok etmek için tüm enerjisini harcayınca geriye fakirlik, kaos ve umutsuzluk kalıyor. büyük takımlar da aynen böyle. tüm enerjilerini birbirlerini yemek için harcayınca avrupa’da sıfır çekiyorlar.
ülkemizde büyük çoğunluk negatif enerji ile beslendiğinden, başarılardan değil rakiplerin başarısızlığından zevk alıyorlar. o nedenle en ufak bir bahane bulunca birbirlerine en büyük acıyı vermek için var güçleriyle yükleniyorlar. enerji negatif olunca da ne adalet duygusu kalıyor, ne hakkaniyet, ne insaf ne de merhamet. sonuç olarak da her büyük sırasıyla lince maruz kalıyor, ihanete maruz kalıyor ve de çökertiliyor.
büyüklerin savaşı nasıl oluyor?
-basında oluyor. bizzat kulüp lobilerinin gücü ile gazeteci yerleştirerek,
-tff’ye yönetici yerleştirerek,
-mhk’ya atama yaptırarak,
-hakemleri elde ederek,
-doping yaparak, (doping tespit edilen birçok futbolcu var)
-futbolcuları satın alarak,
-menejerleri kullanarak,
-taraftarları kullanarak,
-hakemleri görev vermemekle tehdit ederek,
-hakemlerin fanatik taraftarlık duygularını kullanarak, ve de daha birçok yöntemle savaşıyorlar.
bunlara ek olarak maçlar sırasında rakipleri korkutup sindirmek için her yol deneniyor. kafalar yarılıyor, futbolcuya, teknik heyete, yöneticiye ana avrat küfrediliyor, dövülüyor, hırpalanıyır vesaire. insanlara lanet olsun böyle spora dedirtiliyor. sonra da akıllı ve zeki insanlar uzaklaşıyor geriye kaba kuvvet ve entrikalarla yöneten insanlar kalıyor. bunların istisnaları var tabi ama genel fotoğraf bu.
bunlardan sıyrılmanın yolu nedir? nasıl normalleşiriz, nasıl başarıya odaklanırız? bu soruların cevabı bu entrynin sınırlarını çok aşar ama burada bazı ipuçlarını verebilirim. yapılması gereken, tüm olanlar karşısında sakin kalabilmeyi başarmak, planlama yapmak, tuzaklara düşmemek, enerjiyi doğru alanlara ve doğru hedeflere odaklamak. bütün bunları yapmak için büyük bir beyne ve birikime sahip olmak gerektiğini belirtmeme gerek yok. üstelik tek bir beyinle de olmaz bu iş. bir beyin ekibi oluşturmak gerek. galatasaray’ın bütün bu cehennem içinde kısmi üstünlüğünün nedeni budur. ancak galatasaray da zaman zaman girdaplara kapılıp büyük enerji kayıpları yaşıyor. işte bütün bunları yönetmek, girdapları oluşmadan önce tespit edip bertaraf etmeyi bilmek gerek.
aksi halde birbirini sokup duran akrepler misali aynı kazanda yaşamaya devam ederiz. zehrimizi birbirimize akıtır hayatlarımızı cehenneme çeviririz.
dünkü maçtan sonra twitter’a, tv yorumlarına, gazete yazılarına, çeşitli sözlüklere baktım ve etrafımdaki insanların konuşmalarını dinledim. tamamının ortak noktası, adaletten yoksun, öfkeli ve saldırgan modunda olmalarıydı. fenerbahçeli ve beşiktaşlıların tamamına yakını hakem ve jailson’u atlayıp hasan şaş ve fatih terim’e saldırıyor, galatasaray’a çok ağır cezalar verilmesini istiyor ve baskı oluşturmaya çalışan değerlendirmeler yapıyordu. yani haksızlığa uğradığını zanneden biz galatasaraylılar bir de linçe uğramıştık. biz galatasaraylılar ise hakem, jailson derken saha dışında da gol yemek zorunda kaldık. bütün ülkeyi böyle düşünürsek oluşan negatif enerjiyi bir hesap edin. çernobil patlamasının ürettiği nükleer enerjiden fazlasını üretmişizdir. üstelik bu enerji havaya değil kalplere, beyinlere depolandı. bunların sürekli biriktiği gerçeğinde hareket edersek, sonuçta nelere yol açabileceğini düşünmek bile çok korkunç. umarım ve dilerim futbolun tüm taraflarınca tez zamanda bu yoldan dönülür.
pazar gününü zehir etmek istemem. bu nedenle burada kesiyorum yazımı. okuma zahmetine katlananlara teşekkür ediyor kulüplerimize faydalı olmasını diliyorum.