12
olmayan, olması da tarafımca pek olası görülmeyen kalite olgusu.
teknik direktörlerden ziyade futbolu yöneten (ne kadar yönettiklerini tartışmak için bu konuyu açıyorum aslında yöneten pek olmadı gibi ama) isimlere bir bakmak gerekmiyor mu?
çok uzağa gitmeye gerek yok;
yıldırım demirören:
ne gibi bir sportif geçmişi var kendisinin?
bir biyografisine bakalım: https://www.haberler.com/...miroren/biyografisi/
beşiktaş'ta yöneticiliğe kadar herhangi bir sportif faaliyet yok. yöneticiliği de sportif faaliyetten sayamıyoruz maalesef, masa başında oturmayı spor saysalar en büyük sporcu belki kendisi olabilirdi ama ne yazık ki değil.
neyse, beşiktaş'taki hamlelerine bakalım bari: https://www.trthaber.com/...-besiktas-30277.html
8 yıl başkanlık yaptığı beşiktaş'a 84 futbolcu transfer etmiş.
yani senelik 10-11 futbolcu aralığında. futbol 11 kişi ile oynanan bir oyun kaleci dahil, her sene yeni bir takımlık transfer yapmış kendisi. buna rağmen 8 senede 1 lig şampiyonluğu, 3 türkiye kupası ve 1 de süper kupa görmüş.
8 sene, 84 transfer, 5 kupa.
sorun peki teknik adamda mı yani doğru teknik adamı mı bulamamış desek, çalıştığı isimleri yazıyorum:
vicente del bosque, rıza çalımbay, jean tigana, ertuğrul sağlam, mustafa denizli, bernd schuster, tayfur havutçu ve carlos carvalhal.
demek ki buradaki sorun teknik adamda da değil. isimlere baksana del bosque büyük isim, tigana aynı şekilde, schuster aynı şekilde. türk desen mustafa denizli gelmiş (dursun aydın özbek'in yaptığı gibi denizli'nin son zamanında değil ki tek şampiyonlukları denizli döneminde gelmişti demirören döneminde).
yani bu kadar teknik adamın, bu kadar futbolcunun hiç birisi bilmiyordu da yıldırım demirören doğrusunu bildiği için 8 senede neredeyse 8 takım transfer edip 8 teknik direktörle çalışmış ama bir türlü o bildiği doğrusunu bulamamış öyle mi?
peki, bu bilgiler ışığında biz 2011 - 2012'de şike sezonunda ne yaptık?
mehmet ali aydınlar "dilil yik" diyip istifa ettikten sonra "fenerbahçe'mizi kurtarmamız lazım" diyen beşiktaş başkanını federasyon başkanı yaptık.
dert fenerbahçe'nin kurtulmasıysa onu gelen herhangi birisi de yapabilirdi.
oturturdunuz birisini koltuğa derdiniz ki "fenerbahçe'nin suçu yoktur diyip dosyayı kapatacaksın biz dışarıdan mahkemeden halledeceğiz nasıl olsa" ve sorun çözülmüş olurdu.
hadi getirdin "fenerbahçe'sini kurtarsın" diyerek. peki. kurtardı mı? kurtardı ki o dönemdeki başkanları bile sonunda devrildi ve yerine kendisinin biraz daha güncel sürümü, makyajlı kasası geldi.
neden hala o koltukta peki yıldırım demirören?
ne gibi bir katkısı var ülke futboluna?
bakalım, yıldırım demirören döneminde milli takımlar neler yapmış?
baktık, bence. bakmadık mı? ha 2016 avrupa şampiyonası?
fatih terim + selçuk inan'ın son dakikada atabildiği serbest vuruş. sayın demirören göreve geldiğinden beridir milli takımın seviyesinin bu olması bir yana, ülkedeki futbol taraftarının milli takıma olan bağlılığını bitirme noktasına gelmiş birisinden bahsediyoruz arkadaşlar.
bakın burası önemli, ülkedeki futbolun seviyesi belki milli takım ile ölçülmez ama ülkedeki futbol taraftarlarının milli takıma sevgisiyle insanların futbol sevgisini doğru orantılı ölçebilirsiniz.
bu sevgi kaybolmak üzeredir, bazılarımız için de kaybolmuştur. şahsen ben artık milli takım maçlarını izlemiyorum. izleyene de gerçekten saygı duyarım, hakikaten bir takım taraftarlığı yerine futbol taraftarlığını sevdiği için.
peki, ligin kalitesine dönecek olursak.
ne yapılması gerekir ligin kalitesinin yukarıya çekilmesi için buna çözüm bulmamız gerekiyor.
futbolun kalitesi %100 önemli. kaliteli futbol olmadan ligini pazarlayamazsın, pazarlayamadığın ligin kalitesinden - marka değerinden bahsedemezsin. yani bahsedersin de sayın demirören'in yaptığından farklı olmaz.
futbolun kalitesini nasıl yukarıya çekebilirsin? mesela yabancı sınırlamasının olmaması veya bu kadar geniş olması bu futbol kalitesini arttıran önemli unsurlardan birisidir, doğru hamledir. ama her "kendince mağdur" olan çıkıp bu konu hakkında açıklama yapmamalı, milli takım teknik direktörü olarak görev yapan mircea lucescu her başarısız maçtan sonra çıkıp "her oyuncu farklı takımda nasıl başarılı olalım" dememeli, hele de shaktar'da yıllarca benzer bir yabancı serbestliği sayesinde ligi avrupayı kısmen domine etmiş birisi olarak bu açıklaması gülünç duruma düşürüyor kendisini.
futbolun kalitesini belirleyen en önemli etmenlerden birisi de hakemlerdir. sadece tarafsız olduklarını iddia ederek, "biz onlara güveniyoruz" diyerek bu sorunları çözemezsin maalesef. 45'den iki devre toplam 90 dakikalık maçlarda neredeyse her temasta maçlar "düt düt düt" duruyorsa senin ülkendeki futbol asla ama asla keyif veremez. bir arkadaşımız örnek vermiş ingiltere liginin bu kadar çok takip edilmesinin nedeni hakemlerinin temaslı oyuna kurallar dahilinde harika izin veriyor olmaları ve oyunun akması için çaba harcamaları. bizim hakemlerimiz "aman benim başım yanmasın" çabası içinde her müdahaleye "ya faulse?" korkusuysa hemen düdüğe sarılıyor.
yanlış kararlar da fiyasko bizde. yanlış hatırlamıyorsam eğer geçen sene manchester united'ın deplasmanda 3-2 kazandığı manchester city maçında ingiltere'nin en iyi hakemlerinden birisi (belki de birincisi) martin atkinson city'nin %100 penaltısını vermedi mesela son dakikalarda. türkiye'de olsa bu olay atıyorum verilmese o penaltı, muhakkak ya başka bir penaltı "icat" edilirdi, ya da rakibin bir golü falan iptal edilirdi. adam hiç bir şey olmamış gibi standart maçı yönetmeye devam etti. doğrusu bu da bize ne kadar garip geliyor işte düşünün bu hakemler yüzünden. :)
gelelim diğer bir unsur; futbolun yöneticileri ama kulüp bazında.
sadece parası olan ve taraftarlığı olan herkesi yönetici yapma sevdası bizim ülkemizin başlıca problemi. tamam, bu adamların yönetimlerde olması lazım da bu adamlara tüm futbolun yönetiminin bırakılması hata.
olmayınca hop "hoca gitsin". olmadı mı "hemen transfer yapalım". olmadı mı "gönderin bu futbolcuyu verin parasını defolsun takımdan" demeyi bilmekten başka futbol yönetimi hakkında bilgi sahibi olmayan adamların bu işin içerisinden uzaklaştırılması lazım.
ki zaten sportif direktörlük müessesesi bunun için olmalı futbolun içerisinde. yönetime bağlı, maaşlı çalışan ama toplantı masasında sandalyesi olan, takımla yönetim arasındaki bağı kuracak ve olmayan bölgeleri futbolun gerekliliği içerisinde çözmeye çalışacak kişilerdir bunlar. yönetimle birlikte seçilmesi gerekmez, seçilince zaten profesyonel olmuyorlar. eğri oturup doğru konuşmak lazım, taraftar olarak (sadece galatasaray taraftarı da değil tüm takım taraftarları) çok kolay asıp çok kolay vazgeçiyoruz çoğu isimden. sportif direktörün buradaki görevi eğer ki doğru hamleler yapılıyor ama sonuçlarda problem varsa bunu teknik direktörü - futbolcuyu - antrenörü onu bunu göndererek değil göndermeden çözmektir. bizde bu görevleri yöneticiler yapıyor, taraftarın tepkisine göre hemen gönderme işini başlatıyorlar. uzun soluklu hareketler yapılamadığı için camialarda özellikle altyapı temelli hareketlilik kısıtlanıyor, altyapıdan yetenekli futbolcu gelişi minimuma iniyor ve bu da her bölgeye transfer yapıldığı için mali uçurumlar yaratıyor kulüplerimize.
hocayı gönder, ver 3.500.000 €. futbolcuyu gönder, ver 2.000.000 €. antrenörü gönder ver 500.000 €. 6 milyon euro para çıkıyor cepten, o 6 milyonu yatırım yapıp takımı düzeltmek akıllarına gelmiyor. sportif direktörlük bu yüzden bizim kulüplerimizde olmazsa olmaz. ve bu adamların dokunulmaz olması da lazım, çok absürd hamleler yapmadıkları sürece. yani yönetimler gelip geçse de sportif direktör - teknik adam - antrenör vs. takımda tutulmaya çalışılmalı, uzun soluklu çalışılmalı ki değişimler gelsin.
geldik en baştaki noktaya, teknik adamlar.
antrenörleri ayırma gereği duymuyorum bu noktada. hepsini tek başlıkta inceleyebiliriz.
"süper" dediğimiz ligimizdeki sıradan diyebileceğimiz takımların büyük takımlara karşı oyunları nasıldır?
yıllar yılı değişmemiş, özellikle sivasspor'un bülent uygun'la yakaladığı başarıdan sonra doruğa çıkmış "savunmada iyi kapan, açık verme, fizik gücün sayesinde sağlam dur, yakaladığın fırsatta hızlı kontradan golü ara" değil mi? hiç değişmiyor bu felsefe, çok çok az takım bunun dışında bir şey oynuyor, o da rakibini gardı inik yakalamışsa eğer. yani ankaragücü'nün fenerbahçe'ye karşı 28 ekim 2018'de oynadığı maçta uyguladığı taktik bu değil, en azından kısmi olarak değil çünkü mental olarak çökmüş rakibini doğru yakaladı ve üstünlüğü bulunca rahat oynadı.
şimdi durum bu, takımların ana çalışma noktası bu yani fizik gücüne dayalı hızlı kanat veya forvet oyuncuları ile tamamen kapalı savunma, kontra atak. her takım aynı sistemle oynadığı için iyi kapanırken hücumda fark yaratacak 1-2 oyuncusu olan diğerlerinden fazla kazanıp ligde kalıyor, bunu yapamayan kazanamadığı için düşüyor. ama düşerken feryatlar figanlar içinde teknik adam değişiyor, sonra bir daha değişiyor. sezon içinde 3 hoca değişiyor, takım yine küme düşüyor. ne fark etti? etmedi. o zaman değiştirme değil mi ama?
bir ara da 1. ligden süper lige çıkan takımın hoca değiştirme sevdası vardı. ya seni çıkarmış adamı gönderip başka birini getirmek, başarılı olmuş adamı göndermek apayrı bir kafa olmalı bence.
bu sistemin içerisine bir de güncel antreman metotlarından, teknolojik gelişmelerden, performansı maksimize etmekten bihaber antrenörleri ekle. doğal olarak sahada ortaya çıkan sonuç bu oluyor.
oyuncular konusuna değinmek bile istemiyorum aslında ama, ufaktan dokunalım.
arda turan - emre belözoğlu - burak yılmaz - caner erkin - selçuk inan vs.vs.vs. siz büyük fotoğrafı görmüşsünüzdür zaten dahasına değinmek bile midemi kaldırır.
bizim cengiz ünder gibi, ozan kabak gibi aslanlar yetiştirmemiz lazımken boy boy adamlarımız var.
(bkz: o adamlar boy boy)
nasıl kalite gelecek bu ülkeye şimdi bu problemler çözülmeden?
ben cevabını vereyim, gelmeyecek.
erkin koray zamanında ne güzel söylemiş "böyle gelmiş böyle gidecek" diye fesupanallah'da.
böyle gelmiş, böyle gidecek.
yarın yıldırım demirören gider şimşek çelikbüken gelir.
x beceriksiz yönetici gider y beceriksiz yönetici gelir.
c hakem futbolu bırakır f hakem çıkar.
biz kafaları değiştirip bunların kısır döngüsünü kırıp futboldan anlayan bir federasyon başkanı, kalifiye yöneticiler, çok daha iyi hakemler falan bulmadıkça çözümü yok maalesef.
teknik direktörlerden ziyade futbolu yöneten (ne kadar yönettiklerini tartışmak için bu konuyu açıyorum aslında yöneten pek olmadı gibi ama) isimlere bir bakmak gerekmiyor mu?
çok uzağa gitmeye gerek yok;
yıldırım demirören:
ne gibi bir sportif geçmişi var kendisinin?
bir biyografisine bakalım: https://www.haberler.com/...miroren/biyografisi/
beşiktaş'ta yöneticiliğe kadar herhangi bir sportif faaliyet yok. yöneticiliği de sportif faaliyetten sayamıyoruz maalesef, masa başında oturmayı spor saysalar en büyük sporcu belki kendisi olabilirdi ama ne yazık ki değil.
neyse, beşiktaş'taki hamlelerine bakalım bari: https://www.trthaber.com/...-besiktas-30277.html
8 yıl başkanlık yaptığı beşiktaş'a 84 futbolcu transfer etmiş.
yani senelik 10-11 futbolcu aralığında. futbol 11 kişi ile oynanan bir oyun kaleci dahil, her sene yeni bir takımlık transfer yapmış kendisi. buna rağmen 8 senede 1 lig şampiyonluğu, 3 türkiye kupası ve 1 de süper kupa görmüş.
8 sene, 84 transfer, 5 kupa.
sorun peki teknik adamda mı yani doğru teknik adamı mı bulamamış desek, çalıştığı isimleri yazıyorum:
vicente del bosque, rıza çalımbay, jean tigana, ertuğrul sağlam, mustafa denizli, bernd schuster, tayfur havutçu ve carlos carvalhal.
demek ki buradaki sorun teknik adamda da değil. isimlere baksana del bosque büyük isim, tigana aynı şekilde, schuster aynı şekilde. türk desen mustafa denizli gelmiş (dursun aydın özbek'in yaptığı gibi denizli'nin son zamanında değil ki tek şampiyonlukları denizli döneminde gelmişti demirören döneminde).
yani bu kadar teknik adamın, bu kadar futbolcunun hiç birisi bilmiyordu da yıldırım demirören doğrusunu bildiği için 8 senede neredeyse 8 takım transfer edip 8 teknik direktörle çalışmış ama bir türlü o bildiği doğrusunu bulamamış öyle mi?
peki, bu bilgiler ışığında biz 2011 - 2012'de şike sezonunda ne yaptık?
mehmet ali aydınlar "dilil yik" diyip istifa ettikten sonra "fenerbahçe'mizi kurtarmamız lazım" diyen beşiktaş başkanını federasyon başkanı yaptık.
dert fenerbahçe'nin kurtulmasıysa onu gelen herhangi birisi de yapabilirdi.
oturturdunuz birisini koltuğa derdiniz ki "fenerbahçe'nin suçu yoktur diyip dosyayı kapatacaksın biz dışarıdan mahkemeden halledeceğiz nasıl olsa" ve sorun çözülmüş olurdu.
hadi getirdin "fenerbahçe'sini kurtarsın" diyerek. peki. kurtardı mı? kurtardı ki o dönemdeki başkanları bile sonunda devrildi ve yerine kendisinin biraz daha güncel sürümü, makyajlı kasası geldi.
neden hala o koltukta peki yıldırım demirören?
ne gibi bir katkısı var ülke futboluna?
bakalım, yıldırım demirören döneminde milli takımlar neler yapmış?
baktık, bence. bakmadık mı? ha 2016 avrupa şampiyonası?
fatih terim + selçuk inan'ın son dakikada atabildiği serbest vuruş. sayın demirören göreve geldiğinden beridir milli takımın seviyesinin bu olması bir yana, ülkedeki futbol taraftarının milli takıma olan bağlılığını bitirme noktasına gelmiş birisinden bahsediyoruz arkadaşlar.
bakın burası önemli, ülkedeki futbolun seviyesi belki milli takım ile ölçülmez ama ülkedeki futbol taraftarlarının milli takıma sevgisiyle insanların futbol sevgisini doğru orantılı ölçebilirsiniz.
bu sevgi kaybolmak üzeredir, bazılarımız için de kaybolmuştur. şahsen ben artık milli takım maçlarını izlemiyorum. izleyene de gerçekten saygı duyarım, hakikaten bir takım taraftarlığı yerine futbol taraftarlığını sevdiği için.
peki, ligin kalitesine dönecek olursak.
ne yapılması gerekir ligin kalitesinin yukarıya çekilmesi için buna çözüm bulmamız gerekiyor.
futbolun kalitesi %100 önemli. kaliteli futbol olmadan ligini pazarlayamazsın, pazarlayamadığın ligin kalitesinden - marka değerinden bahsedemezsin. yani bahsedersin de sayın demirören'in yaptığından farklı olmaz.
futbolun kalitesini nasıl yukarıya çekebilirsin? mesela yabancı sınırlamasının olmaması veya bu kadar geniş olması bu futbol kalitesini arttıran önemli unsurlardan birisidir, doğru hamledir. ama her "kendince mağdur" olan çıkıp bu konu hakkında açıklama yapmamalı, milli takım teknik direktörü olarak görev yapan mircea lucescu her başarısız maçtan sonra çıkıp "her oyuncu farklı takımda nasıl başarılı olalım" dememeli, hele de shaktar'da yıllarca benzer bir yabancı serbestliği sayesinde ligi avrupayı kısmen domine etmiş birisi olarak bu açıklaması gülünç duruma düşürüyor kendisini.
futbolun kalitesini belirleyen en önemli etmenlerden birisi de hakemlerdir. sadece tarafsız olduklarını iddia ederek, "biz onlara güveniyoruz" diyerek bu sorunları çözemezsin maalesef. 45'den iki devre toplam 90 dakikalık maçlarda neredeyse her temasta maçlar "düt düt düt" duruyorsa senin ülkendeki futbol asla ama asla keyif veremez. bir arkadaşımız örnek vermiş ingiltere liginin bu kadar çok takip edilmesinin nedeni hakemlerinin temaslı oyuna kurallar dahilinde harika izin veriyor olmaları ve oyunun akması için çaba harcamaları. bizim hakemlerimiz "aman benim başım yanmasın" çabası içinde her müdahaleye "ya faulse?" korkusuysa hemen düdüğe sarılıyor.
yanlış kararlar da fiyasko bizde. yanlış hatırlamıyorsam eğer geçen sene manchester united'ın deplasmanda 3-2 kazandığı manchester city maçında ingiltere'nin en iyi hakemlerinden birisi (belki de birincisi) martin atkinson city'nin %100 penaltısını vermedi mesela son dakikalarda. türkiye'de olsa bu olay atıyorum verilmese o penaltı, muhakkak ya başka bir penaltı "icat" edilirdi, ya da rakibin bir golü falan iptal edilirdi. adam hiç bir şey olmamış gibi standart maçı yönetmeye devam etti. doğrusu bu da bize ne kadar garip geliyor işte düşünün bu hakemler yüzünden. :)
gelelim diğer bir unsur; futbolun yöneticileri ama kulüp bazında.
sadece parası olan ve taraftarlığı olan herkesi yönetici yapma sevdası bizim ülkemizin başlıca problemi. tamam, bu adamların yönetimlerde olması lazım da bu adamlara tüm futbolun yönetiminin bırakılması hata.
olmayınca hop "hoca gitsin". olmadı mı "hemen transfer yapalım". olmadı mı "gönderin bu futbolcuyu verin parasını defolsun takımdan" demeyi bilmekten başka futbol yönetimi hakkında bilgi sahibi olmayan adamların bu işin içerisinden uzaklaştırılması lazım.
ki zaten sportif direktörlük müessesesi bunun için olmalı futbolun içerisinde. yönetime bağlı, maaşlı çalışan ama toplantı masasında sandalyesi olan, takımla yönetim arasındaki bağı kuracak ve olmayan bölgeleri futbolun gerekliliği içerisinde çözmeye çalışacak kişilerdir bunlar. yönetimle birlikte seçilmesi gerekmez, seçilince zaten profesyonel olmuyorlar. eğri oturup doğru konuşmak lazım, taraftar olarak (sadece galatasaray taraftarı da değil tüm takım taraftarları) çok kolay asıp çok kolay vazgeçiyoruz çoğu isimden. sportif direktörün buradaki görevi eğer ki doğru hamleler yapılıyor ama sonuçlarda problem varsa bunu teknik direktörü - futbolcuyu - antrenörü onu bunu göndererek değil göndermeden çözmektir. bizde bu görevleri yöneticiler yapıyor, taraftarın tepkisine göre hemen gönderme işini başlatıyorlar. uzun soluklu hareketler yapılamadığı için camialarda özellikle altyapı temelli hareketlilik kısıtlanıyor, altyapıdan yetenekli futbolcu gelişi minimuma iniyor ve bu da her bölgeye transfer yapıldığı için mali uçurumlar yaratıyor kulüplerimize.
hocayı gönder, ver 3.500.000 €. futbolcuyu gönder, ver 2.000.000 €. antrenörü gönder ver 500.000 €. 6 milyon euro para çıkıyor cepten, o 6 milyonu yatırım yapıp takımı düzeltmek akıllarına gelmiyor. sportif direktörlük bu yüzden bizim kulüplerimizde olmazsa olmaz. ve bu adamların dokunulmaz olması da lazım, çok absürd hamleler yapmadıkları sürece. yani yönetimler gelip geçse de sportif direktör - teknik adam - antrenör vs. takımda tutulmaya çalışılmalı, uzun soluklu çalışılmalı ki değişimler gelsin.
geldik en baştaki noktaya, teknik adamlar.
antrenörleri ayırma gereği duymuyorum bu noktada. hepsini tek başlıkta inceleyebiliriz.
"süper" dediğimiz ligimizdeki sıradan diyebileceğimiz takımların büyük takımlara karşı oyunları nasıldır?
yıllar yılı değişmemiş, özellikle sivasspor'un bülent uygun'la yakaladığı başarıdan sonra doruğa çıkmış "savunmada iyi kapan, açık verme, fizik gücün sayesinde sağlam dur, yakaladığın fırsatta hızlı kontradan golü ara" değil mi? hiç değişmiyor bu felsefe, çok çok az takım bunun dışında bir şey oynuyor, o da rakibini gardı inik yakalamışsa eğer. yani ankaragücü'nün fenerbahçe'ye karşı 28 ekim 2018'de oynadığı maçta uyguladığı taktik bu değil, en azından kısmi olarak değil çünkü mental olarak çökmüş rakibini doğru yakaladı ve üstünlüğü bulunca rahat oynadı.
şimdi durum bu, takımların ana çalışma noktası bu yani fizik gücüne dayalı hızlı kanat veya forvet oyuncuları ile tamamen kapalı savunma, kontra atak. her takım aynı sistemle oynadığı için iyi kapanırken hücumda fark yaratacak 1-2 oyuncusu olan diğerlerinden fazla kazanıp ligde kalıyor, bunu yapamayan kazanamadığı için düşüyor. ama düşerken feryatlar figanlar içinde teknik adam değişiyor, sonra bir daha değişiyor. sezon içinde 3 hoca değişiyor, takım yine küme düşüyor. ne fark etti? etmedi. o zaman değiştirme değil mi ama?
bir ara da 1. ligden süper lige çıkan takımın hoca değiştirme sevdası vardı. ya seni çıkarmış adamı gönderip başka birini getirmek, başarılı olmuş adamı göndermek apayrı bir kafa olmalı bence.
bu sistemin içerisine bir de güncel antreman metotlarından, teknolojik gelişmelerden, performansı maksimize etmekten bihaber antrenörleri ekle. doğal olarak sahada ortaya çıkan sonuç bu oluyor.
oyuncular konusuna değinmek bile istemiyorum aslında ama, ufaktan dokunalım.
arda turan - emre belözoğlu - burak yılmaz - caner erkin - selçuk inan vs.vs.vs. siz büyük fotoğrafı görmüşsünüzdür zaten dahasına değinmek bile midemi kaldırır.
bizim cengiz ünder gibi, ozan kabak gibi aslanlar yetiştirmemiz lazımken boy boy adamlarımız var.
(bkz: o adamlar boy boy)
nasıl kalite gelecek bu ülkeye şimdi bu problemler çözülmeden?
ben cevabını vereyim, gelmeyecek.
erkin koray zamanında ne güzel söylemiş "böyle gelmiş böyle gidecek" diye fesupanallah'da.
böyle gelmiş, böyle gidecek.
yarın yıldırım demirören gider şimşek çelikbüken gelir.
x beceriksiz yönetici gider y beceriksiz yönetici gelir.
c hakem futbolu bırakır f hakem çıkar.
biz kafaları değiştirip bunların kısır döngüsünü kırıp futboldan anlayan bir federasyon başkanı, kalifiye yöneticiler, çok daha iyi hakemler falan bulmadıkça çözümü yok maalesef.