234
saçma sapan bir maçtır. en azından bizim adımıza.
oyuncu seçimleri ve oyuncu değişikliklerinden çok ben sahada ne yaptığımıza bakarım. bana kalırsa dramatik bir düşüş yaşamadık maçta. oyunun gidişatı zaten belliydi. burada beraberliği veya maçı nasıl kotaracağımızı mı konuşuyoruz yoksa ilerleyen haftalarda, yani doğal süreç şampiyonluk yolunda emin adımlar atmak için ne yapmamız gerektiğini mi?
özellikle fatih terim'in maç sonu yaptığı açıklamalardan sonra tekrar bir düşündüm.
fatih terim'in "bu tek başına sakatlık, fizik, konsantrasyon, form meselesi değil. birbiri için oynayan bir 11'e ihtiyacımız var," söylemindeki ilk cümle ne kadar doğruysa, ikinci durum tespiti bir kadar tehlikeli. yanlış demiyorum, tehlikeli diyorum. çünkü naçizane benim gördüğüm, sahada hakikaten birbiri için oynamayan oyuncu topluluğunun yanında, ne yapacağını bilemeyen bir topluluk da var. üstelik, ilk cümleyi ediyorsanız, teknik ve sağlık ekibinizin işini iyi yapmadığını, teknik sorumlu olarak hatanızın olduğunu kabul etmiş oluyorsunuz. peki, en azından, söylemin ilk cümlesindeki tespit için hocamızın nasıl bir tedavi düşündüğünü merak ediyorum açıkçası.
aynı şekilde "yoksa sakatlık... eee? 11 kişi çıkmıyor muyuz? galatasaray'da kimse istemez sakat olsun ama şöyle bir gelenek olur: sakatlıklar oluşmuşsa, bunları fırsat bilip o formayı alacaksınız," bu söylem çok ama çok doğru. burada takkeyi önüme koymam gerekiyor sanırım. ben, "bu oyunculara hoca nasıl sabredebiliyor?" diye hayıflanıp homurdanırken, meğerse çok yanlış yapıyormuşum. benim gördüğüm ve izlediğim oyunculardan bile formayı almak istemeyen oyuncuların varlığından bahsediyor hoca.
daha sonra fatih terim hocamız, "durum tespitimiz doğru," diye bir demeç daha veriyor. açıkçası ben hocamızın yaptığı tespiti tam olarak anlamadım. ya da eksik buldum. çünkü, izlediğim kadarıyla galatasaray'da taktiksel olarak da bir sıkıntı var. elbette, burada, verdiği demeçlere sirayet eden, oyuncu grubunda suçu bulup aradan sıyrılabilirsiniz. durum o da olabilir: yani taktiksel disipline uymamaktan bahsediyorum.
burada herhalde, galatasaray'ın taktiksel mentalitesinden bahsetmeyeceksin bu maç için, derseniz: ne yapayım, konuşmayı ve uydurmayı seviyorum. hangi uydurmanın doğru olacağını bilemezsiniz. uydurduğum şeyleri ancak paylaşarak, paylaşımlara eleştiri alarak yanlışlığını görebilir, böylece geliştirebilir ve düzeltebilirim.
bu maçta ve evvelindeki nice maçta şunu gördük: geriden oyun kurma çabalarımız karşılıksız kalıyor. beklerimize sürekli baskı yiyoruz. oyunu kurması için selçuk inan'a bel bağlamamız boşuna değil.
dikkat ederseniz, yenimalatyaspor savunması kendi yarı alanına çekilerek yapmadı. bizim yarı alanımızdan başlayarak kademeli bir geri çekilme, pas kanallarını bloke etme, her adama yakın markaj uyguladı. bu savunma alanının genişlemesi demek, karşı takım için.
aslında işlerin bu durumda lehimize olacağı düşünülebilir. ama tabii ki işin rengi öyle olmadı. orta sahadaki oyuncularımız stoperlerden topu kısa yan pasla aldı. diğer oyuncularımız arasında 3 oyuncu olması demek bu. aradaki mesafe çok fazlaydı. oyuncularımız çok statikti. sürekli beklere oynamak zorunda kaldık. çünkü dediğim gibi dikine paslar, pas kanallarının müdafası nedeniyle kapalıydı. dikkat ederseniz, ozan kabak yanılmıyorsam maçın başında 3 tane dikine uzun, orta saha oyuncularımızı topla buluşturmak için top attı. tek deneyen oyuncumuzdu bu arada. ama bu pasların hepsi, istisnasız hepsi pas arasıyla kaptırılan topa dönüştü ve hemen hepsi kalemizde tehlike oldu. neden? burada 2 neden sayabiliyorum. birincisi, orta saha oyuncularımızın çok ileride kalması. ikincisi, bu kadar ileride kalmalarına rağmen, sahada birbiri için oynayan bir oyuncu topluluğunun olmaması.
neyse. yani topu dikine ve yana oynayarak, herhangi bir şekilde oyunu kurmayı başaramadık. başaramıyoruz. ne yapabilirdik? kritik soru bu. spekülasyon yapmayı severim ama spekülasyon yaptığımı bilirim. yani bunların net doğru olduğunu söylemiyorum. işin güzelliği, teknik ekibin taktiksel olarak zengin olmasının gerekliliği de burada yatıyor zaten.
neyse, ne yapabilirdik, diyorduk. teoriden bahsedeceğim. bir kere kanımca, rakip geri dörtlüyü önemsemeden, tüm oyuncularımızı mümkün mertebe orta sahamıza ve stoper hattına yakınlaştırabilir, oyun kurulumunda daralmaya ve pas istasyonunda artmaya gidebilirdik. bu çok dikkat çekici bir husus bizim adımıza. pas istasyonları arasında çok fazla mesafe var. sanırım buna bir anlamda takım boyu deniyor değil mi?
orta sahanın, üçlü kurgulanmasında basit bir mantık vardır. en azından geometri bilgim bana temel düzeyi biraz olsun teoride anlamamı sağlıyor. nedir bu? üçlü oynamak, kısa mesafe kat ederek, üçgensel bir bölgede topu alıp boşa kaçarak istasyon olmanıza olanak sağlıyor. burada oyuncu profillerinden veya yeteneklerden bahsetmiyorum. geometriden bahsediyorum. pas açısı sağa veya sola çapraz olduğunda, bu sizin avantajınıza oluyor, top kaptırmamakta. sürekli topu kullanan oyuncunun değişmesi, bir oyuncunun belli bir süre boşta kalmasını sağlıyor. basketbol izleyen ve oynayan bilir. savunmada adam değişimleri biraz alengirlidir. hem savunmanın dengesi bozulur, hem akıl karışır hem de geçiş yapılırken bir miktar boş zaman kalır hücuma.
yani bir bakıma savunmada statik oynamak aslında avantaj olabilirken, hücumda dinamik olmak evladır. zaten duran toplardaki alan savunmasına geçiş de bir yerde, bu anlık değişimlerin can yakmasını önlemekten ileri geliyor diye düşünüyorum. basketbol alan savunması hemen hemen bunun içindir. benim alanımdaki oyuncuyu ben savunurum, alanımdan çıkarsa beni ilgilendirmez, yani geçişteki açığı yamamış olurum. mantık hemen hemen budur. farklı avantajları ve dezavantajları vardır tabii ki.
sıkıtımız, çok fazla statik olmamız. rakibimizin kendi yarı sahasına kapanması veya tüm sahaya yayılan bir savunma anlayışı içinde olması fark etmiyor. mıy mıy pas hızları. nihai hedefi olmayan atak başlangıçları. kanatlara açılan ve döneduran ataklar.
santrforun olmaması bir takımı bu kadar etkilemez gibi saçma bir argüman dolanıyor medyada. santrfor demeyeyim, yetenekli bir dizilimdeki en ileri uç oyuncusu diyeyim. bu oyuncu bir takımın nihai hedefidir. yani mantık olarak öyledir. eğer gol atmaya çalışıyorsanız, gol bölgesine en yakın futbolcu olan ileri uç oyuncunuzun nihai hedef olması makuldür. takım ona göre pozisyon alır. ona göre atak şekillendirir. bu oyuncunun görevi takımına gol kazandırmaktır. bunu alan açarak yapar, stoperleri hataya zorlayarak yapar, ama bir şekilde istatistiklere geçmese bile skorborda etki eder.
malesef bizim kadromuzda bu düzeyde bir forvet yok. gol yapacak demiyorum. bir mario jardel değilseniz, sürekli arayacaksınız. sağa koşacaksınız, sola koşacaksınız, ön direk arka direk koşacaksınız, yeri gelecek orta sahaya yaklaşıp orta sahayı kalabalıklaştıracaksınız, kanatlara deplase olup ceza sahası içindeki kalabalığı azaltacaksınız vesaire vesaire.
çok uzattım. canım sıkıldı. yazdıkça, takımın defoları ve eksikleri aklıma geliyor, moralim bozuluyor.
kısacası bu takımın kısa vadede ilacı, kanımca, hücumda ve savunmada daha fazla, herkesten fazla koşmasıdır. verimli koşu vesaire geçiniz. önce bir koşsunlar da, sonra onun verimini düşünürüz. bu takım şöyle bir 15 dakika falan takır takır top oynasın koşsun evvela, sonra yavaş yavaş bunu nasıl tüm zamana yayabiliriz diye düşünürüz.
motto:
run gala run!
oyuncu seçimleri ve oyuncu değişikliklerinden çok ben sahada ne yaptığımıza bakarım. bana kalırsa dramatik bir düşüş yaşamadık maçta. oyunun gidişatı zaten belliydi. burada beraberliği veya maçı nasıl kotaracağımızı mı konuşuyoruz yoksa ilerleyen haftalarda, yani doğal süreç şampiyonluk yolunda emin adımlar atmak için ne yapmamız gerektiğini mi?
özellikle fatih terim'in maç sonu yaptığı açıklamalardan sonra tekrar bir düşündüm.
fatih terim'in "bu tek başına sakatlık, fizik, konsantrasyon, form meselesi değil. birbiri için oynayan bir 11'e ihtiyacımız var," söylemindeki ilk cümle ne kadar doğruysa, ikinci durum tespiti bir kadar tehlikeli. yanlış demiyorum, tehlikeli diyorum. çünkü naçizane benim gördüğüm, sahada hakikaten birbiri için oynamayan oyuncu topluluğunun yanında, ne yapacağını bilemeyen bir topluluk da var. üstelik, ilk cümleyi ediyorsanız, teknik ve sağlık ekibinizin işini iyi yapmadığını, teknik sorumlu olarak hatanızın olduğunu kabul etmiş oluyorsunuz. peki, en azından, söylemin ilk cümlesindeki tespit için hocamızın nasıl bir tedavi düşündüğünü merak ediyorum açıkçası.
aynı şekilde "yoksa sakatlık... eee? 11 kişi çıkmıyor muyuz? galatasaray'da kimse istemez sakat olsun ama şöyle bir gelenek olur: sakatlıklar oluşmuşsa, bunları fırsat bilip o formayı alacaksınız," bu söylem çok ama çok doğru. burada takkeyi önüme koymam gerekiyor sanırım. ben, "bu oyunculara hoca nasıl sabredebiliyor?" diye hayıflanıp homurdanırken, meğerse çok yanlış yapıyormuşum. benim gördüğüm ve izlediğim oyunculardan bile formayı almak istemeyen oyuncuların varlığından bahsediyor hoca.
daha sonra fatih terim hocamız, "durum tespitimiz doğru," diye bir demeç daha veriyor. açıkçası ben hocamızın yaptığı tespiti tam olarak anlamadım. ya da eksik buldum. çünkü, izlediğim kadarıyla galatasaray'da taktiksel olarak da bir sıkıntı var. elbette, burada, verdiği demeçlere sirayet eden, oyuncu grubunda suçu bulup aradan sıyrılabilirsiniz. durum o da olabilir: yani taktiksel disipline uymamaktan bahsediyorum.
burada herhalde, galatasaray'ın taktiksel mentalitesinden bahsetmeyeceksin bu maç için, derseniz: ne yapayım, konuşmayı ve uydurmayı seviyorum. hangi uydurmanın doğru olacağını bilemezsiniz. uydurduğum şeyleri ancak paylaşarak, paylaşımlara eleştiri alarak yanlışlığını görebilir, böylece geliştirebilir ve düzeltebilirim.
bu maçta ve evvelindeki nice maçta şunu gördük: geriden oyun kurma çabalarımız karşılıksız kalıyor. beklerimize sürekli baskı yiyoruz. oyunu kurması için selçuk inan'a bel bağlamamız boşuna değil.
dikkat ederseniz, yenimalatyaspor savunması kendi yarı alanına çekilerek yapmadı. bizim yarı alanımızdan başlayarak kademeli bir geri çekilme, pas kanallarını bloke etme, her adama yakın markaj uyguladı. bu savunma alanının genişlemesi demek, karşı takım için.
aslında işlerin bu durumda lehimize olacağı düşünülebilir. ama tabii ki işin rengi öyle olmadı. orta sahadaki oyuncularımız stoperlerden topu kısa yan pasla aldı. diğer oyuncularımız arasında 3 oyuncu olması demek bu. aradaki mesafe çok fazlaydı. oyuncularımız çok statikti. sürekli beklere oynamak zorunda kaldık. çünkü dediğim gibi dikine paslar, pas kanallarının müdafası nedeniyle kapalıydı. dikkat ederseniz, ozan kabak yanılmıyorsam maçın başında 3 tane dikine uzun, orta saha oyuncularımızı topla buluşturmak için top attı. tek deneyen oyuncumuzdu bu arada. ama bu pasların hepsi, istisnasız hepsi pas arasıyla kaptırılan topa dönüştü ve hemen hepsi kalemizde tehlike oldu. neden? burada 2 neden sayabiliyorum. birincisi, orta saha oyuncularımızın çok ileride kalması. ikincisi, bu kadar ileride kalmalarına rağmen, sahada birbiri için oynayan bir oyuncu topluluğunun olmaması.
neyse. yani topu dikine ve yana oynayarak, herhangi bir şekilde oyunu kurmayı başaramadık. başaramıyoruz. ne yapabilirdik? kritik soru bu. spekülasyon yapmayı severim ama spekülasyon yaptığımı bilirim. yani bunların net doğru olduğunu söylemiyorum. işin güzelliği, teknik ekibin taktiksel olarak zengin olmasının gerekliliği de burada yatıyor zaten.
neyse, ne yapabilirdik, diyorduk. teoriden bahsedeceğim. bir kere kanımca, rakip geri dörtlüyü önemsemeden, tüm oyuncularımızı mümkün mertebe orta sahamıza ve stoper hattına yakınlaştırabilir, oyun kurulumunda daralmaya ve pas istasyonunda artmaya gidebilirdik. bu çok dikkat çekici bir husus bizim adımıza. pas istasyonları arasında çok fazla mesafe var. sanırım buna bir anlamda takım boyu deniyor değil mi?
orta sahanın, üçlü kurgulanmasında basit bir mantık vardır. en azından geometri bilgim bana temel düzeyi biraz olsun teoride anlamamı sağlıyor. nedir bu? üçlü oynamak, kısa mesafe kat ederek, üçgensel bir bölgede topu alıp boşa kaçarak istasyon olmanıza olanak sağlıyor. burada oyuncu profillerinden veya yeteneklerden bahsetmiyorum. geometriden bahsediyorum. pas açısı sağa veya sola çapraz olduğunda, bu sizin avantajınıza oluyor, top kaptırmamakta. sürekli topu kullanan oyuncunun değişmesi, bir oyuncunun belli bir süre boşta kalmasını sağlıyor. basketbol izleyen ve oynayan bilir. savunmada adam değişimleri biraz alengirlidir. hem savunmanın dengesi bozulur, hem akıl karışır hem de geçiş yapılırken bir miktar boş zaman kalır hücuma.
yani bir bakıma savunmada statik oynamak aslında avantaj olabilirken, hücumda dinamik olmak evladır. zaten duran toplardaki alan savunmasına geçiş de bir yerde, bu anlık değişimlerin can yakmasını önlemekten ileri geliyor diye düşünüyorum. basketbol alan savunması hemen hemen bunun içindir. benim alanımdaki oyuncuyu ben savunurum, alanımdan çıkarsa beni ilgilendirmez, yani geçişteki açığı yamamış olurum. mantık hemen hemen budur. farklı avantajları ve dezavantajları vardır tabii ki.
sıkıtımız, çok fazla statik olmamız. rakibimizin kendi yarı sahasına kapanması veya tüm sahaya yayılan bir savunma anlayışı içinde olması fark etmiyor. mıy mıy pas hızları. nihai hedefi olmayan atak başlangıçları. kanatlara açılan ve döneduran ataklar.
santrforun olmaması bir takımı bu kadar etkilemez gibi saçma bir argüman dolanıyor medyada. santrfor demeyeyim, yetenekli bir dizilimdeki en ileri uç oyuncusu diyeyim. bu oyuncu bir takımın nihai hedefidir. yani mantık olarak öyledir. eğer gol atmaya çalışıyorsanız, gol bölgesine en yakın futbolcu olan ileri uç oyuncunuzun nihai hedef olması makuldür. takım ona göre pozisyon alır. ona göre atak şekillendirir. bu oyuncunun görevi takımına gol kazandırmaktır. bunu alan açarak yapar, stoperleri hataya zorlayarak yapar, ama bir şekilde istatistiklere geçmese bile skorborda etki eder.
malesef bizim kadromuzda bu düzeyde bir forvet yok. gol yapacak demiyorum. bir mario jardel değilseniz, sürekli arayacaksınız. sağa koşacaksınız, sola koşacaksınız, ön direk arka direk koşacaksınız, yeri gelecek orta sahaya yaklaşıp orta sahayı kalabalıklaştıracaksınız, kanatlara deplase olup ceza sahası içindeki kalabalığı azaltacaksınız vesaire vesaire.
çok uzattım. canım sıkıldı. yazdıkça, takımın defoları ve eksikleri aklıma geliyor, moralim bozuluyor.
kısacası bu takımın kısa vadede ilacı, kanımca, hücumda ve savunmada daha fazla, herkesten fazla koşmasıdır. verimli koşu vesaire geçiniz. önce bir koşsunlar da, sonra onun verimini düşünürüz. bu takım şöyle bir 15 dakika falan takır takır top oynasın koşsun evvela, sonra yavaş yavaş bunu nasıl tüm zamana yayabiliriz diye düşünürüz.
motto:
run gala run!