437
yenilginin hayırlısı olur mu?
mağlubiyet, hezimet, bozgun, kaybetme ile eş anlamlı bir kelimedir yenilgi...
kazananın haklı olduğu dünyada, adı üstünde "yenilgi" hiç de sevimli bir kelime değildir.
hoş da karşılanmaz... kaybedene hesap sorulur... dosttan uzak olsun, düşmana yakın dursun denir...
türkiye'de kendi taraftarının az olduğu deplasmanlarda kaybetmiş galatasaray taraftarı için portekiz'de dragao stadyumunda oynanacak olan porto karşılaşması öncesi "bir puana razı mısınız?" diye sorulsa, 10 kişiden 9u "allah bereket versin" derdi...
bir kişi hariç: galatasaray her zaman kazanmaya oynar diyen ve galatasaray varsa, umut vardır sözünü kendisine şiar edinmiş fatih terim...
eren sakatmış, n'diaye cezalıymış, o yokmuş, bu yokmuş demeden öyle bir hazırlamış ki imparator takımını deplasmandaki karşılaşmaya, galatasaray sanki ali sami yen'de oynar gibi "saldırarak" başladı şampiyonlar ligi d grubundaki ikinci maçına. nasıl saldırmasınlar ki? tribünlerde yılların eskitemediği simalar işi gücü bırakmış, deplase olmuşlardı portekize ve hakemin ilk düdüğü ile birlikte inliyordu dragao, dinliyordu portolular "cim bom bomun sen çok yaşa, canım feda olsun sana" tezahüratını... daha ikinci dakikada sinan'ın casillas'ı yoklaması, maçın gidişatı hakkında ip ucu veriyordu aslında, kolay bir maç olmayacaktı porto hocası conceicao için, öyle de oldu, ceketi daha ilk yarıda attı bir kenara... ev sahibi istediği oyunu oynayamıyordu çünkü galatasaray rakip sahada sinan, onyekuru ve rodrigues ile baskı kuruyor, orta alanda da donk, belhanda ve fernando da boşlukları kapatıyordu. kısaca iyi oynuyordu galatasaray ve sonu golle bitse fifa puşkaş ödülüne aday olabilecek bir pozisyonda savunma bekleri arasındaki paslaşmadan sonra topu alan fernando, meşin yuvarlağı linnes'e aktardı, norveçli'nin akıl dolu bir dokunuşla onyekuru'yu sağ kanatta kaçırması sonrası nijerya'lının ortasında sinan da harika vurdu ama porto savunması "şanslıydı"... duran toplarda da serdar ve maicon'u ileri çıkararak galatasaray gol arıyordu da, top bir türlü casillas'ın koruduğu kalenin fileleri ile buluşmuyordu. ev sahibi hiç mi yoktu maçta? ya da muslera'ya hiç mi iş düşmedi? özellikle sol kanatta corona'nın geliştirdiği atakların birinde brahmi'nin volesini muslera harika çıkartırken, 34'te de de maicon son anda araya girerek tehlikeyi önlüyordu.
ama maçın yıldızı muslera değil de kendi taraftarı önünde oynayan casillas olacaktı... belhandacıların çok sevdiği "asistin asistini" yapan belhanda ceza sahası içinde topu garry'e yolladı, onun da şık pasıyla nagatomo ispanyol kaleci ile karşı karşıya kalıp "buda'ya sığınıp" vurdu ama casillas tecrübeliydi...
olmadı...
altmış saniye sonra donk her maç bir defa yaptığı gibi hagileşti, onyekuru'yu savunma arkasına kaçırdı, bu kez henry "yaradana sığındı" ve abandı...
yine olmadı...
portekizliler o kadar şaşırmışlardı ki, serbest atış organizasyonunda "elleri ayaklarına dolaştı" ve kendi yarı sahasında kaptığı topla sinan, tusubasa misali gitti, gitti, gitti, rodrigues bir türlü kendini gösteremeyince ceza sahasına girer girmez vurmayı seçti de, bu kez casillas "şapkasız wakabayashi" gibiydi, yine kurtardı...
soyunma odasına taraftarın "seni sevmeyen ölsün" tezahüratı altında verilen görevi yapmanın rahatlığı ile gidip, ikinci 45 dakikaya da aynı rahatlık ve öz güvenle dönünce galatasaray'lı topçular, daha oyuna ısınamadan marega kornerden alex telles'in yaptığı ortaya kafayı vuruyordu... ilk devre golleri kaçırdıkça "atamayana atarlar kuralı" başa gelmesin diye içten içe dua etsem de, başa gelenden kaçış yokmuş, muslera filelerden topu çıkarıyordu gözlerimi açtığımda... golden sonra kırılacak mıydı galatasaray? trabzon'da ve akhisar'da olduğu gibi rakip farka gidecek miydi?
hayır...
10-15 dakikalık bir toparlanma sonrası sarı-kırmızılar yine kaldıkları yerden devam ettiler porto kalesini "dövmeye"... sinan ve rodrigues'in paslaşmaları sonrası garry penaltı noktası üzerinden köşedeki örümcek ağlarını temizlemeyi düşünde ayak içi plase ile...
bir kez daha olmadı...
üç dakika sonrasında belhanda'nın yerine oyuna giren feghouli'nin ortasında sinan bu kez uçarak kafayı vurdu...
lanet olsun, yine olmadı...
orta alandaki pozisyonları iyi süzen maçın hakemi michael oliver'in, pozisyon ceza sahasında olunca gözüne perde indi ve serdar aziz'in çekilmesine devam kararı verdi. var uygulaması olsa penaltı çalınmaması için herhangi bir neden yoktu da geçen sene real madrid-juventus maçında son dakika ev sahibi lehine çaldığı penaltının etkisini üzerinden atamamış belli ki ingiliz hakem...
beraberliğin üzeceği maçtan, mağlup ayrılmak kahretti biz taraftarları da, böyle arzulu oyun gelecek için bünyeyi umutla doldurdu. deplasman fobisi filan hikayeymiş, "kazanacağım" dedikten sonra bırak anadolu'yu, avrupa'nın bir ucunda bile saha rakiplere dar edilebiliyormuş.
evet, çarşamba gecesi porto şanslıydı, "yırttı" ama ruslar ve almanlar bu kadar kısmetli olacak mı?
izleyip, göreceğiz...
"hayırlı mağlubiyet"in ardından belhanda porto forması giymiş, "pişmiş kelle" misali sırıtırken beynimi kemiren iki soru vardı?
acaba beşiktaş'ın geçen sene düştüğü tuzağa düşüp, şampiyonlar ligini "hedef" yapıp, ligi "boşverecek miyiz?" cumartesi geceki antalya maçı bunun cevabını verecek...
ikincisi de lokomotiv ya da schalke deplasmanında bu geceki oyunun özgüven dozajını fazla kaçırıp, ayağı yere sağlam basmadan sahaya çıkıp, başımıza bir hezimet gelecek mi? onu da zaman gösterecek...
kaynak ve maç fotoğrafları için link:
https://ultrasmovement.blogspot.com/...o1-0galatasaray.html
mağlubiyet, hezimet, bozgun, kaybetme ile eş anlamlı bir kelimedir yenilgi...
kazananın haklı olduğu dünyada, adı üstünde "yenilgi" hiç de sevimli bir kelime değildir.
hoş da karşılanmaz... kaybedene hesap sorulur... dosttan uzak olsun, düşmana yakın dursun denir...
türkiye'de kendi taraftarının az olduğu deplasmanlarda kaybetmiş galatasaray taraftarı için portekiz'de dragao stadyumunda oynanacak olan porto karşılaşması öncesi "bir puana razı mısınız?" diye sorulsa, 10 kişiden 9u "allah bereket versin" derdi...
bir kişi hariç: galatasaray her zaman kazanmaya oynar diyen ve galatasaray varsa, umut vardır sözünü kendisine şiar edinmiş fatih terim...
eren sakatmış, n'diaye cezalıymış, o yokmuş, bu yokmuş demeden öyle bir hazırlamış ki imparator takımını deplasmandaki karşılaşmaya, galatasaray sanki ali sami yen'de oynar gibi "saldırarak" başladı şampiyonlar ligi d grubundaki ikinci maçına. nasıl saldırmasınlar ki? tribünlerde yılların eskitemediği simalar işi gücü bırakmış, deplase olmuşlardı portekize ve hakemin ilk düdüğü ile birlikte inliyordu dragao, dinliyordu portolular "cim bom bomun sen çok yaşa, canım feda olsun sana" tezahüratını... daha ikinci dakikada sinan'ın casillas'ı yoklaması, maçın gidişatı hakkında ip ucu veriyordu aslında, kolay bir maç olmayacaktı porto hocası conceicao için, öyle de oldu, ceketi daha ilk yarıda attı bir kenara... ev sahibi istediği oyunu oynayamıyordu çünkü galatasaray rakip sahada sinan, onyekuru ve rodrigues ile baskı kuruyor, orta alanda da donk, belhanda ve fernando da boşlukları kapatıyordu. kısaca iyi oynuyordu galatasaray ve sonu golle bitse fifa puşkaş ödülüne aday olabilecek bir pozisyonda savunma bekleri arasındaki paslaşmadan sonra topu alan fernando, meşin yuvarlağı linnes'e aktardı, norveçli'nin akıl dolu bir dokunuşla onyekuru'yu sağ kanatta kaçırması sonrası nijerya'lının ortasında sinan da harika vurdu ama porto savunması "şanslıydı"... duran toplarda da serdar ve maicon'u ileri çıkararak galatasaray gol arıyordu da, top bir türlü casillas'ın koruduğu kalenin fileleri ile buluşmuyordu. ev sahibi hiç mi yoktu maçta? ya da muslera'ya hiç mi iş düşmedi? özellikle sol kanatta corona'nın geliştirdiği atakların birinde brahmi'nin volesini muslera harika çıkartırken, 34'te de de maicon son anda araya girerek tehlikeyi önlüyordu.
ama maçın yıldızı muslera değil de kendi taraftarı önünde oynayan casillas olacaktı... belhandacıların çok sevdiği "asistin asistini" yapan belhanda ceza sahası içinde topu garry'e yolladı, onun da şık pasıyla nagatomo ispanyol kaleci ile karşı karşıya kalıp "buda'ya sığınıp" vurdu ama casillas tecrübeliydi...
olmadı...
altmış saniye sonra donk her maç bir defa yaptığı gibi hagileşti, onyekuru'yu savunma arkasına kaçırdı, bu kez henry "yaradana sığındı" ve abandı...
yine olmadı...
portekizliler o kadar şaşırmışlardı ki, serbest atış organizasyonunda "elleri ayaklarına dolaştı" ve kendi yarı sahasında kaptığı topla sinan, tusubasa misali gitti, gitti, gitti, rodrigues bir türlü kendini gösteremeyince ceza sahasına girer girmez vurmayı seçti de, bu kez casillas "şapkasız wakabayashi" gibiydi, yine kurtardı...
soyunma odasına taraftarın "seni sevmeyen ölsün" tezahüratı altında verilen görevi yapmanın rahatlığı ile gidip, ikinci 45 dakikaya da aynı rahatlık ve öz güvenle dönünce galatasaray'lı topçular, daha oyuna ısınamadan marega kornerden alex telles'in yaptığı ortaya kafayı vuruyordu... ilk devre golleri kaçırdıkça "atamayana atarlar kuralı" başa gelmesin diye içten içe dua etsem de, başa gelenden kaçış yokmuş, muslera filelerden topu çıkarıyordu gözlerimi açtığımda... golden sonra kırılacak mıydı galatasaray? trabzon'da ve akhisar'da olduğu gibi rakip farka gidecek miydi?
hayır...
10-15 dakikalık bir toparlanma sonrası sarı-kırmızılar yine kaldıkları yerden devam ettiler porto kalesini "dövmeye"... sinan ve rodrigues'in paslaşmaları sonrası garry penaltı noktası üzerinden köşedeki örümcek ağlarını temizlemeyi düşünde ayak içi plase ile...
bir kez daha olmadı...
üç dakika sonrasında belhanda'nın yerine oyuna giren feghouli'nin ortasında sinan bu kez uçarak kafayı vurdu...
lanet olsun, yine olmadı...
orta alandaki pozisyonları iyi süzen maçın hakemi michael oliver'in, pozisyon ceza sahasında olunca gözüne perde indi ve serdar aziz'in çekilmesine devam kararı verdi. var uygulaması olsa penaltı çalınmaması için herhangi bir neden yoktu da geçen sene real madrid-juventus maçında son dakika ev sahibi lehine çaldığı penaltının etkisini üzerinden atamamış belli ki ingiliz hakem...
beraberliğin üzeceği maçtan, mağlup ayrılmak kahretti biz taraftarları da, böyle arzulu oyun gelecek için bünyeyi umutla doldurdu. deplasman fobisi filan hikayeymiş, "kazanacağım" dedikten sonra bırak anadolu'yu, avrupa'nın bir ucunda bile saha rakiplere dar edilebiliyormuş.
evet, çarşamba gecesi porto şanslıydı, "yırttı" ama ruslar ve almanlar bu kadar kısmetli olacak mı?
izleyip, göreceğiz...
"hayırlı mağlubiyet"in ardından belhanda porto forması giymiş, "pişmiş kelle" misali sırıtırken beynimi kemiren iki soru vardı?
acaba beşiktaş'ın geçen sene düştüğü tuzağa düşüp, şampiyonlar ligini "hedef" yapıp, ligi "boşverecek miyiz?" cumartesi geceki antalya maçı bunun cevabını verecek...
ikincisi de lokomotiv ya da schalke deplasmanında bu geceki oyunun özgüven dozajını fazla kaçırıp, ayağı yere sağlam basmadan sahaya çıkıp, başımıza bir hezimet gelecek mi? onu da zaman gösterecek...
kaynak ve maç fotoğrafları için link:
https://ultrasmovement.blogspot.com/...o1-0galatasaray.html