5114
17 ocak 1997 yılında ali sami yen'de oynanan bir vanspor maçıyla tanımıştım seni. 7 yaşındaydım ama hala anımsıyorum, yeni açık'a girdiğim o an bir elimde babam, bir elimde annemin evde yaptığı sandviç, hava soğuk ve fakat yemyeşil çimleri gördüğüm an yüzüme vuran sıcak,yaşamaktan yapılma o çoşku. o çoşku hiç yakamı bırakmadı, berbat sezonlar gördüm, türkiye'de hiçbir taraftara nasip olmayacak harika sezonlar gördüm. sonra lise, üniversite, biraz anarşizm, biraz sistem karşıtlığı, uzun süre ara verdim için için hala severek, geceleri maçlarını hala takip ettim. denizli'de ki maçı bekleyişimiz mesela, salondaki koltuğa annemin elini tutarak kilitlendiğim o 16 dakika. yüce, tertemiz, kalpten o, 16 dakika.
sonra 23 temmuz 2009, bir daha senden uzaklaşmayacağım diyerek sana koşmam. tobol maçı, riijkard, yeni umutlar, bu sefer yeni açık'a sol elimde sevgilimin eliyle girdim. babam yoktu, tribünlere gelmeyecek kadar yaşlandım diyordu, şekerim var, orada yığılır kalırım. 2009'da başladım, seni yalnızca ekranlardan değil, kanlı canlı takip etmeye. gitmediğim deplasmanlardan bile suçluluk duydum, sanki bir sorumluluğu savsaklıyor gibi sevdim seni. kötü sezonlar, iyi sezonlar, yeni transferler yeni umutlar. hiçbir gruba dahil olmadan bir kaç arkadaş uzun uzun sevdim seni. öyle sevdim ki, hep galatasaray lisesi'ni kazanmak istedim, bir kaç puanla kaçırdığım o lisenin güya intikamını galatasaray üniversitesi'ne girerek almıştım.
uzun uzun izledim seni, uzaktan, hayran olduğun dağların ormanlarına bakar gibi, şike sezonu, şikenin ardından gelen, hala hayatımda her anını canlı canlı hatırladığım o efsane sezonu. elmander'i izledim, melo'yu, samsun maçında ilk attığı resmi. yanımdaki arkadaşa sarılmıştım, artık yeni bir bayrak adamımız var. artık daha da varız, bizden korkacaklar.
sezonlar boyu izledim seni, hayatım sarpa sardı ama sen bana karşılıksız sevgiyi, karşılıksız mutluluğu veren tek şeydin, tek bir günü seni anmadan kapatmadım, tek bir gün sana dair video izlemeden, haber okumadan, düşünmeden kapatmadım.
hayatımda izlediğim en kocaman maç, 9 nisan 2013, real madrid'le oynuyorduk. güney tribününde üç sıra aşağı düştüm, drogba'ydı, şiirdi, hayat vardı, galatasaray vardı. sarı kırmızı, kocaman, kalplerimize serinlik sunan. elenmenin onurunu da yaşatmıştın bana. yenilginin onurunu. türkiye'de büyük takımları tutma konforunun dışında, gerçekten onuruyla kaybetmenin hazzını. seni aldım, yerden kaldırdım, tozlarını sildim, başucuma koydum.
aradan yıllar geçti, kadromuz, yönetimimiz sıradanlaşsa da, kalbimde anlamın eksilmiyordu. dirençliydin, en garip anlardan, en umulmadık mutlulukları çıkarıyordun. hikayenin sonu mutlu bitmese de, insana başını yastığını koyduğunda bir rahatlık bahşediyor , iyi ki galatasaray'lıyım dedirtiyordun.
sıradışıydın, dünyanın anlamına bir katkıydın, alelade bir kulüp değildin. bir amacın vardı kurulduğun günden itibaren; türk olmayan takımları yenmek. daha kuruluşundan itibaren türk olmanın anlamını, yabancıya karşı alınan zafer olarak nitelemiştin, seni başucumda tuttum hep, vanspor maçından, fark yediğimiz, geceleri uyuyamadığımız maçlara dek.
şimdi seni kıskaca aldılar gözümün nuru, anlamına saldırdılar, kalbine, seni sen yapan en cevher, en öz değere. belki bazıları için bu bir vesvese ama anlamını değiştirdiler. senden vazgeçebilmek elimden gelen bir şey değil. bir takımı bırakmak yetisine sahip değilim, çünkü insan ancak tuttuğu bir şeyi bırakabilir. oysa ki ben seni tutmuyordum, beni 7 yaşımdan itibaren tutan sendin. beni sevindiren, varoluşuma bir anlam ekleyen.
şimdi sanki biri kalbimi acıtıyor, çünkü seni acıtıyor. anlamını değiştiriyor, kadronu sıradanlaştırmıyor yalnızca, seni ekonomiye, seni bankalara, seni siyasete, seni şarlatanlara kurban ediyor. keşke elimden florya'ya gitmekten başka bir şey gelse. keşke şövalyeleşebilsek . keşke atıma atlayıp, yerden tekrar alsam seni, tozlarını tekrar silsem, alsam kalbime bastırsam. ama yok, her şeyin rakama indiği bu çağda, benim acımı feghouli transferiyle bile örtebilecekler. seni efsane yapan anlamın, duygunun üstüne beton dökecek, dört duvar arasına hapsolmuş kafatasçı zihniyetin sahipleri. seni bırakmayacağım, ama kalbim kaldırmıyor artık, çok uzaktan bir köyün yanan ışıkları gibi takip edeceğim seni. üzülme gözümün içi, canım takımım, başındaki başkana, şarlatan teknik direktörüne rağmen; seyir bile edemezler içimizdeki şenliği
sonra 23 temmuz 2009, bir daha senden uzaklaşmayacağım diyerek sana koşmam. tobol maçı, riijkard, yeni umutlar, bu sefer yeni açık'a sol elimde sevgilimin eliyle girdim. babam yoktu, tribünlere gelmeyecek kadar yaşlandım diyordu, şekerim var, orada yığılır kalırım. 2009'da başladım, seni yalnızca ekranlardan değil, kanlı canlı takip etmeye. gitmediğim deplasmanlardan bile suçluluk duydum, sanki bir sorumluluğu savsaklıyor gibi sevdim seni. kötü sezonlar, iyi sezonlar, yeni transferler yeni umutlar. hiçbir gruba dahil olmadan bir kaç arkadaş uzun uzun sevdim seni. öyle sevdim ki, hep galatasaray lisesi'ni kazanmak istedim, bir kaç puanla kaçırdığım o lisenin güya intikamını galatasaray üniversitesi'ne girerek almıştım.
uzun uzun izledim seni, uzaktan, hayran olduğun dağların ormanlarına bakar gibi, şike sezonu, şikenin ardından gelen, hala hayatımda her anını canlı canlı hatırladığım o efsane sezonu. elmander'i izledim, melo'yu, samsun maçında ilk attığı resmi. yanımdaki arkadaşa sarılmıştım, artık yeni bir bayrak adamımız var. artık daha da varız, bizden korkacaklar.
sezonlar boyu izledim seni, hayatım sarpa sardı ama sen bana karşılıksız sevgiyi, karşılıksız mutluluğu veren tek şeydin, tek bir günü seni anmadan kapatmadım, tek bir gün sana dair video izlemeden, haber okumadan, düşünmeden kapatmadım.
hayatımda izlediğim en kocaman maç, 9 nisan 2013, real madrid'le oynuyorduk. güney tribününde üç sıra aşağı düştüm, drogba'ydı, şiirdi, hayat vardı, galatasaray vardı. sarı kırmızı, kocaman, kalplerimize serinlik sunan. elenmenin onurunu da yaşatmıştın bana. yenilginin onurunu. türkiye'de büyük takımları tutma konforunun dışında, gerçekten onuruyla kaybetmenin hazzını. seni aldım, yerden kaldırdım, tozlarını sildim, başucuma koydum.
aradan yıllar geçti, kadromuz, yönetimimiz sıradanlaşsa da, kalbimde anlamın eksilmiyordu. dirençliydin, en garip anlardan, en umulmadık mutlulukları çıkarıyordun. hikayenin sonu mutlu bitmese de, insana başını yastığını koyduğunda bir rahatlık bahşediyor , iyi ki galatasaray'lıyım dedirtiyordun.
sıradışıydın, dünyanın anlamına bir katkıydın, alelade bir kulüp değildin. bir amacın vardı kurulduğun günden itibaren; türk olmayan takımları yenmek. daha kuruluşundan itibaren türk olmanın anlamını, yabancıya karşı alınan zafer olarak nitelemiştin, seni başucumda tuttum hep, vanspor maçından, fark yediğimiz, geceleri uyuyamadığımız maçlara dek.
şimdi seni kıskaca aldılar gözümün nuru, anlamına saldırdılar, kalbine, seni sen yapan en cevher, en öz değere. belki bazıları için bu bir vesvese ama anlamını değiştirdiler. senden vazgeçebilmek elimden gelen bir şey değil. bir takımı bırakmak yetisine sahip değilim, çünkü insan ancak tuttuğu bir şeyi bırakabilir. oysa ki ben seni tutmuyordum, beni 7 yaşımdan itibaren tutan sendin. beni sevindiren, varoluşuma bir anlam ekleyen.
şimdi sanki biri kalbimi acıtıyor, çünkü seni acıtıyor. anlamını değiştiriyor, kadronu sıradanlaştırmıyor yalnızca, seni ekonomiye, seni bankalara, seni siyasete, seni şarlatanlara kurban ediyor. keşke elimden florya'ya gitmekten başka bir şey gelse. keşke şövalyeleşebilsek . keşke atıma atlayıp, yerden tekrar alsam seni, tozlarını tekrar silsem, alsam kalbime bastırsam. ama yok, her şeyin rakama indiği bu çağda, benim acımı feghouli transferiyle bile örtebilecekler. seni efsane yapan anlamın, duygunun üstüne beton dökecek, dört duvar arasına hapsolmuş kafatasçı zihniyetin sahipleri. seni bırakmayacağım, ama kalbim kaldırmıyor artık, çok uzaktan bir köyün yanan ışıkları gibi takip edeceğim seni. üzülme gözümün içi, canım takımım, başındaki başkana, şarlatan teknik direktörüne rağmen; seyir bile edemezler içimizdeki şenliği