• 139
    --- alinti ---
    benimkisi kaç zamandır ‘futbol’ yazamayan bir ‘futbol yazarı’nın acıklı öyküsü olma yolunda hızla ilerliyor.. ülkenin yan gündemi herdaim futbolu yeniyor..
    ilk önce haber burada çıkıyor: “rijkaard milan’la anlaştı.” neye dayanarak? duyuma. sonra bizim basını takip eden yabancı basın bunu görüyor ve alıyor: “rijkaard milan’la anlaşıyormuş”. ertesi gün bu defa yabancı basında çıktığı için büsbütün ‘haber’ niteliği kazanmış ‘duyum’ sekiz sütuna manşet kıvamına geliyor: “rijkaard milan’da.”
    ama bizim basınla ilgili en sinir bozucu şey ‘duyumdurma’ haberler değil. ne olduklarını bir türlü kestirememek. bugün dediğini yarın yalanlayabilme ya da dün kendisi dememiş gibi, biz okumamışız gibi, duymamışız gibi tam tersini söyleyebilme yetileri. ilk gün “rijkaard milan’da” diyorlar, ikinci gün “milan’a gideceği söylenen rijkaard” oluyor cümle. söylenen, denilen, aktarılan.. kim tarafından? onlar!.. onlar kim?.. shyamalan’ın (nedense) pek bayıldığım filmi ‘the village’daki kımızı pelerinliler’den esinlenerek koydum isimlerini: adı lazım değiller (those we don’t speak of).. işte bizim sporumuzu asıl yöneten onlar..

    bizim muhabirler mesela, kendilerini ‘hancı’ takip ettikleri kulübe gelen teknik direktörü ‘yolcu’ olarak görüyorlar, aslında bir yandan haklılar da; 20 senedir bu meslekte olduklarını varsayarsak birçoğunun, kimler geldi kimler geçti tadında bir teknik direktör yelpazesi var önlerinde. ama işin kötüsü, bunu ‘yeni’ teknik direktöre de hissettiriyorlar, hatta yeri gelirse söylüyorlar da. yabancı teknik direktör istememelerinin sebebi ‘birebir’ anlaşamamak, enseye tokat olamamak gibi geliyor bazen. futbolculuklarını bildikleri, yıllardır tanıdıkları kişilerden ‘duyum’ almak daha kolay haliyle.

    kimse ‘yeni adamın’ ne dediğini dinlemiyor, anlamaya, öğrenmeye çalışmıyor, gerçekten olanı biteni aktarmanın bir haber değeri yok çünkü. basın toplantısında yan yana oturan iki arkadaş kendi aralarında konuştuklarını ‘kendi’ gazetelerine yazınca ‘haber’ ortaya çıkıyor: üstelik iki büyük gazetede aynı anda! daha n’olsun?

    timuçin esen’i yerlerde sürükleyen magazin basınına kızıyoruz ya şu sıralar hepimiz, “adam mı oldun lan?” deyip kafasına kamerayla vurmuşlar çocuğun. sonra da şikâyetçi olmuşlar. hayatımıza komiser çınar olarak giren timuçin esen’in arkadan kelepçeli fotoğrafları gözümün önünden gitmiyor. işin içinde olduğumuz için bunun farklı versiyonlarının spor sayfalarında aynen yaşanmakta olduğunu görmüyoruz ama.

    filanca gazeteye röportaj vermemek hakkında çıkacak birçok yalan ya da en azından yanlış habere davetiye çıkarmak demek oluyor. yalan haberin kendisi değil, yalan habere savaş açan aziz yıldırım eleştiriliyor sonra, “resmi siteyi sadece buna ayırdığı için.” cümleyi kimin söylediği, o cümleyi eleştiriş biçimimizi belirliyor, cümlenin içeriği değil.

    fatih terim mesela. seversiniz sevmezsiniz. ama bu ülkenin futbol ve başarı denince önünüze açılan sayfalarının çoğunda başrolde olduğunu inkâr edemezsiniz, ayıp olur. ama inanın hakkında atıp tutanların pek azı ‘dost’ mec-lislerinde söylediklerini yüzüne karşı söyleyebilecek cesareti taşıyor. ben en çok önünde el pençe divan durduklarını gördüğümüz isimlerin ‘eleştirilerine’ takıyorum bu yüzden.

    gündemin ‘sıcak’ tartışmasıyla noktalayalım: milli takıma kim hoca olacak? herkesin bir fikri var. ama bunca zamandır milli takım özelinde yapılan bütün röportajlarda ‘bir sistemden’ bahsediliyordu. orada yapılan sadece a milli takımı yönetmek değildi, bir yapı kuruluyordu. e o zaman, ‘sistem’ bir alttakinin yukarı çıkmasını gerektirir. sistem varsa, milli takıma teknik direktör aramak yanlıştır. oğuz çetin ya da metin tekin hoca olur. ha, milli takıma teknik direktör aranıyorsa, demek ki ortada bir sistem yoktur. hiç de olmamıştır. o zaman sadece teknik direktör aramak değil, geri kalan herkesi de kovmak gerekir ki yeni bir ‘sistem’ kurulabilsin.
    --- alinti ---

    banu k.yelkovan
App Store'dan indirin Google Play'den alın