2467
(bkz: #2073658)
maçtan önce girdiğim entrydeki gibi muslera tutup, bruma da atınca kazandık. merak ediyorum sahadaki futbolcu grubu oynadığı oyundan sıkılmıyor mu? sayın hocam merak ediyorum bizim beklerin sıfıra inmeye ramak kalmışken topun üzerine basıp durmalarına sebep olan gerekçe nedir? mayınlı bölge falan mı var orada? selçuk inan neden bu kadar görünmez ve takımı yavaşlatıcı oynar? kankası burak gittiğinden beri savunma arkasına attığı top sayısı bir elin parmağını geçmez, kariyerin bittiğinde yan pas selçuk olarak mı hatırlanmak istiyorsun arkadaş? nedir kendi potansiyeline olan bu düşmanlığın, eziyetin bize mi, kendine mi, artık efsane mi, yoksa kestane mi olacağına karar ver bir zahmet. podolski iki haftadır verkaçları çok iyi yapıyor ama gol dışında kafasını eğip oynuyor. drogba'lı takımın on birine dahi giremezdi ama şimdi bulunmaz hint kumaşımız oldu. sneijder ise en azından isteklenmiş, son bölgede gol tehlikesi yaratan ve golle sonuçlanan atakları başlatan isim olması, en kayda değer gelişimimiz son iki haftada, aman allah bozmasın.
onun dışında şu 4-2-3-1 illeti bize bulaştığından beri bir türlü kendimize gelemiyoruz. riekerink de böyle gelmiş, böyle gider misali aynı düzeni devam ettiriyor. artık daha farklı şeyleri denemenin zamanı geldi diye düşünüyorum. çünkü o kadar ezbere bilinen bir takımız ki, hasbelkader galip gelebiliyoruz. bastıra bastıra yenen eski galatasaray nerede, şimdiki kılıbık takım nerede?
tt arena'da oynadığımız trabzonspor maçının son 10 dakikasıydı yanılmıyorsam, riekerink savunmadan bir oyuncu eksiltip, joseu ya da sinan'ı almıştı oyuna ve bir anda 3-6-1 gibi bir düzene dönmüştü takım. nedense o 10 dakikalık bölümde topu daha iyi karşı kaleye taşıdık ve sonunda da eren'in röveşatasının direkte patladığı pozisyon gerçekleşti. hatta o maçtan sonra trabzon'un bizi yenmiş olmasına rağmen jor'un son 10 dakikada denediği taktiği daha da geliştirip önümüzdeki haftalarda kullanabileceğini düşünmüştüm, ama yanılmışım.
üçlü savunma türk takımlarının çok da becerebildiği bir şey değil. ama bana göre şu anda dörtlü savunmada yeterli derecede verim alamadığımız, ancak üçlüde verim alabileceğimiz bazı oyuncular bulunuyor elimizde. bunların başında seri ve çabuk olmasından dolayı cavanda var. orta sahanın sağında değil, üçlünün sağında iyi bir ivme yakalayabilir diye düşünüyorum. keza lionel carole de, sol stoper bölgesinde sırıtmadan oynayabilir. o da çeviklik anlamında o bölgeye dinamizm katar. ortaya da serdar'ı koyduğumuz zaman çok müspet bir sonuç alabiliriz gibi geliyor bana. bu savunmanın sağlamlığı konusunda esas kritik oyuncumuz ise de jong bana kalırsa. kendisini savunmanın önünde, ön stoper gibi oynatabiliriz. yani top rakipteyken savunmamıza derinlik katan, birinci önceliği daima savunma olan bir dmc olarak kullanabiliriz. şu anki fiziği ve oyun temposu göz önüne alınırsa bunu rahatlıkla yapabilir diye düşünüyorum. mehmet topal'ın, kjaer ve skirtel'in arasına konumlanması gibi yani... esas sorunumuz savunmada olduğu için daha açıklayıcı olarak yazdım o bölgeyi ama bahsettiğim düzende bir kadro oluşturulmak istenirse de şu kadroyla sahaya çıkılabilir diye düşünüyorum:
---------------------------muslera-----------------------
----------------cavanda --------serdar -------carole
---------------------------de jong-------------------------
linnes-----------tolga------------------selçuk-------------bruma
--------------------------sneijder----------------------------------
---------------------------podolski-----------------------------------
en azından yeni bir şeyler dene sayın hocam. şu bahsettiğim düzende tolga, selçuk ve de jong'un bir arada oynaması savunmada daha az pozisyon vermemizi sağlar ve orta sahada daha sağlam dururuz. defansı nasıl istersen öyle kur, bunlar bir galatasaray taraftarı olarak benim şahsi görüşüm, bana uygun gelen bu, ama sana başka üçlü uygun gelir, o da olur. yeter ki şu takımı tekrardan canlandır, yoksa rierekink bey değil, riekerink bye olacaksın. bu takım mancini'nin, hamzaoğlu'nun, denizli'nin başını yedi. kendini ortaya koymazsan üç vakte kadar seni de yiyecek, bilesin güzel hocam.
maçtan önce girdiğim entrydeki gibi muslera tutup, bruma da atınca kazandık. merak ediyorum sahadaki futbolcu grubu oynadığı oyundan sıkılmıyor mu? sayın hocam merak ediyorum bizim beklerin sıfıra inmeye ramak kalmışken topun üzerine basıp durmalarına sebep olan gerekçe nedir? mayınlı bölge falan mı var orada? selçuk inan neden bu kadar görünmez ve takımı yavaşlatıcı oynar? kankası burak gittiğinden beri savunma arkasına attığı top sayısı bir elin parmağını geçmez, kariyerin bittiğinde yan pas selçuk olarak mı hatırlanmak istiyorsun arkadaş? nedir kendi potansiyeline olan bu düşmanlığın, eziyetin bize mi, kendine mi, artık efsane mi, yoksa kestane mi olacağına karar ver bir zahmet. podolski iki haftadır verkaçları çok iyi yapıyor ama gol dışında kafasını eğip oynuyor. drogba'lı takımın on birine dahi giremezdi ama şimdi bulunmaz hint kumaşımız oldu. sneijder ise en azından isteklenmiş, son bölgede gol tehlikesi yaratan ve golle sonuçlanan atakları başlatan isim olması, en kayda değer gelişimimiz son iki haftada, aman allah bozmasın.
onun dışında şu 4-2-3-1 illeti bize bulaştığından beri bir türlü kendimize gelemiyoruz. riekerink de böyle gelmiş, böyle gider misali aynı düzeni devam ettiriyor. artık daha farklı şeyleri denemenin zamanı geldi diye düşünüyorum. çünkü o kadar ezbere bilinen bir takımız ki, hasbelkader galip gelebiliyoruz. bastıra bastıra yenen eski galatasaray nerede, şimdiki kılıbık takım nerede?
tt arena'da oynadığımız trabzonspor maçının son 10 dakikasıydı yanılmıyorsam, riekerink savunmadan bir oyuncu eksiltip, joseu ya da sinan'ı almıştı oyuna ve bir anda 3-6-1 gibi bir düzene dönmüştü takım. nedense o 10 dakikalık bölümde topu daha iyi karşı kaleye taşıdık ve sonunda da eren'in röveşatasının direkte patladığı pozisyon gerçekleşti. hatta o maçtan sonra trabzon'un bizi yenmiş olmasına rağmen jor'un son 10 dakikada denediği taktiği daha da geliştirip önümüzdeki haftalarda kullanabileceğini düşünmüştüm, ama yanılmışım.
üçlü savunma türk takımlarının çok da becerebildiği bir şey değil. ama bana göre şu anda dörtlü savunmada yeterli derecede verim alamadığımız, ancak üçlüde verim alabileceğimiz bazı oyuncular bulunuyor elimizde. bunların başında seri ve çabuk olmasından dolayı cavanda var. orta sahanın sağında değil, üçlünün sağında iyi bir ivme yakalayabilir diye düşünüyorum. keza lionel carole de, sol stoper bölgesinde sırıtmadan oynayabilir. o da çeviklik anlamında o bölgeye dinamizm katar. ortaya da serdar'ı koyduğumuz zaman çok müspet bir sonuç alabiliriz gibi geliyor bana. bu savunmanın sağlamlığı konusunda esas kritik oyuncumuz ise de jong bana kalırsa. kendisini savunmanın önünde, ön stoper gibi oynatabiliriz. yani top rakipteyken savunmamıza derinlik katan, birinci önceliği daima savunma olan bir dmc olarak kullanabiliriz. şu anki fiziği ve oyun temposu göz önüne alınırsa bunu rahatlıkla yapabilir diye düşünüyorum. mehmet topal'ın, kjaer ve skirtel'in arasına konumlanması gibi yani... esas sorunumuz savunmada olduğu için daha açıklayıcı olarak yazdım o bölgeyi ama bahsettiğim düzende bir kadro oluşturulmak istenirse de şu kadroyla sahaya çıkılabilir diye düşünüyorum:
---------------------------muslera-----------------------
----------------cavanda --------serdar -------carole
---------------------------de jong-------------------------
linnes-----------tolga------------------selçuk-------------bruma
--------------------------sneijder----------------------------------
---------------------------podolski-----------------------------------
en azından yeni bir şeyler dene sayın hocam. şu bahsettiğim düzende tolga, selçuk ve de jong'un bir arada oynaması savunmada daha az pozisyon vermemizi sağlar ve orta sahada daha sağlam dururuz. defansı nasıl istersen öyle kur, bunlar bir galatasaray taraftarı olarak benim şahsi görüşüm, bana uygun gelen bu, ama sana başka üçlü uygun gelir, o da olur. yeter ki şu takımı tekrardan canlandır, yoksa rierekink bey değil, riekerink bye olacaksın. bu takım mancini'nin, hamzaoğlu'nun, denizli'nin başını yedi. kendini ortaya koymazsan üç vakte kadar seni de yiyecek, bilesin güzel hocam.