222
veda mektubu;
"27 yıl önce, roma’daki apartman dairemizin kapısı çalındı. annem fiorella kapıya cevap vermek için kalktı. kapının diğer tarafında kimin olduğu futbol kariyerimi tanımlayabilirdi.
annem kapıyı açtığında, bir grup adam kendilerini futbol direktörleri olarak takdim etti.
fakat roma’dan değillerdi. kırmızı ve siyah giyiyorlardı.
a.c. milan’dan geliyorlardı ve ne pahasına olursa olsun gelip onlar için oynamamı istiyorlardı.
annem ellerini kaldırdı. sizce o beylere ne söylemiş olabilir?
roma’da çocuk olduğunuzda önünüzde yalnızca iki seçenek vardır: kırmızı veya mavi. roma veya lazio. fakat benim ailemde yalnızca bir seçecek vardı.
ne yazık ki ben henüz küçük bir çocukken öldüğünden, büyükbabamı tanıyamadım. fakat o bana harika bir hediye bıraktı. ne kadar şanslıyım ki, büyükbabam gianluca çok büyük bir roma taraftarıydı ve bu sevgiyi, bana ve kardeşime aktaracak olan babama teslim etmişti. roma’ya olan sevgimiz, nesiller boyu varlığını sürdürdüğümüz bir şeydi. roma bir futbol kulübünden fazlasıydı. ailemizin bir parçası, kanımız ve ruhumuzdu.
televizyonda çok fazla maç izleyemezdik. çünkü 80’li yıllarda, roma’da bile her zaman gösterilmezlerdi. 7 yaşıma geldiğimde, babam biletlerimizi aldı ve sonunda olimpiyat stadyumu’nda kurtlar’ı izleyebildim.
gözlerimi kapatıp aynı hissi hatırlayabilirim. renkler, tezahüratlar, patlayan sis bombaları. stadyumda bulunan yaşam dolu bir çocuktum. etrafımdaki tüm o romalı taraftarlar içimdeki bir şeyi yaktı. bu deneyimi nasıl tarif edeceğimi bilmiyorum.
bellissimo. (güzel)
bunun için yegâne kelime.
şehrin bizim tarafı san giovanni’de, beni elimde veya ayağımda bir futbol topu olmadan gören kimse olduğunu sanmıyorum. parke taşı sokaklarda, katedraller arasında, meydanlarda, her yerde futbol oynardık.
genç bir çocukken bile, bu benim için sadece futbola duyulan sevgiden fazlasıydı. bunu kariyerim haline getirmenin hırsına daha o zamanlar sahiptim. odamın duvarında roma’nın kaptanı giannini’nin posterleri ve gazete kupürleri asılıydı. o bir ikon, bir semboldü. o, tıpkı bizim gibi roma’lı bir çocuktu.
ve sonra, ben 13 yaşındayken, kapımız çalındı.
a.c. milan’dan gelen adamlar kulüplerini katılmamı istiyorlardı. büyük bir italyan kulübü’nde başarılı olma şansı. neyi seçerdim ki?
peki, benim kararım değildi tabii ki.
patron annemdi. hala patron o ve oğullarına oldukça bağlıdır. her italyan anne gibi biraz fazla korumacıdır. bir şey olabileceği korkusuyla evden ayrılmamı istemedi.
direktörlere “hayır, hayır” dedi. söylediklerinin hepsi buydu. “üzgünüm. hayır, hayır.”
ve son. ilk transfer teklifim patron tarafından geri çevrilmişti.
babam, beni ve abimi hafta sonları maçlarımıza götürüyordu ancak pazartesiden cumaya sorumluluk annemdeydi. milan’a hayır demek zordu. çünkü ailemiz için büyük bir para anlamına geliyordu. fakat annem o gün bana bir ders verdi. hayattaki en önemli şey, evindir.
sadece birkaç hafta sonra, genç takım maçlarımdan birinde izlendikten sonra, roma bana bir teklifte bulundu. sarı ve kırmızıyı giyecektim.
annem bilmişti. o benim kariyerime çok farklı şekillerde yardım etti. evet, koruyucuydu -ki hala öyle!- fakat benim her gün sahada olduğumdan emin olmak için çok fazla fedakarlık yaptı. o ilk yılların onun için zor olduğunu biliyorum.
antrenmanlara beni götüren annemdi. sahanın dışında beni beklerdi. ben antrenman yaparken iki, üç, bazen dört saat beklerdi. yağmur, soğuk dinlemeden beklerdi.
benim hayallerime kavuşabilmem için bekledi.
maçtan 90 dakika öncesine kadar olimpiyat stadı’nda roma formasıyla ilk maçıma çıkacağımı bilmiyordum. tesislerimizden sahaya gidene kadar otobüste oturdum ve heyecanım büyüdü. önceki gecenin uykusundan kalan tüm sükunet de gitmişti. roma taraftarı diğer herkesten farklıdır. roma formasını giydiğinde senden çok şey beklerler ve kıymetini ispat etmelisindir. hataya yer yoktur.
ilk maç için sahaya çıktığımda evim için oynamanın gururuyla dolup taşıyordum. büyükbabam için. ailem için.
25 yıl boyunca baskı –ayrıcalık- asla değişmedi.
elbette hatalar oldu. hatta real madrid için roma’dan ayrılmayı düşündüğüm bir an bile vardı. çok başarılı bir takım, belki de dünyanın en güçlü takımı, onlara katılmanı istediğinde başka bir yerde hayatın nasıl olabileceğini düşünmeye başlarsın. roma başkanıyla konuştum ve bu bir fark yarattı. ama sonuçta ailemle yaptığım konuşma, bana hayatın ne ile ilgili olduğunu hatırlattı.
ev her şeydir.
roma 39 yıldır evim oldu. futbolcu olarak da 25 yıldır evim. umarım ligi kazanırken ya da şampiyonlar ligi’nde oynarken roma’nın renklerini mümkün olduğunca yükseğe çıkarmış, yapabildiğim en iyi şekilde temsil etmişimdir. umuyorum ki sizleri gururlandırmışımdır.
benim düzenini kurmuş bir adam olduğumu söyleyebilirsiniz. eşim ılary ile nişanlanana kadar ailemin evinden taşınmamıştım. geriye dönüp burada geçirdiğim zamanı ve neleri özleyeceğimi düşündüğümde, günlük şeyleri, rutini özleyeceğimi biliyorum. saatlerce antrenman, soyunma odasındaki sohbetler. en çok da takım arkadaşlarımla her gün oturup kahve içmeyi özleyeceğim sanırım. belki bir gün direktör olarak takıma dönersem, bu anlar hala orada olur.
insanlar bana neden bütün hayatımı roma’da geçirdiğimi soruyor.
roma benim ailem, arkadaşlarım, sevdiğim insanlar. roma deniz, dağlar, anıtlar. roma elbette ki, aynı zamanda romalılar.
roma sarı ve kırmızıdır.
roma, bana göre dünyadır.
bu kulüp, bu şehir benim hayatım olmuştur.
her zaman."
"27 yıl önce, roma’daki apartman dairemizin kapısı çalındı. annem fiorella kapıya cevap vermek için kalktı. kapının diğer tarafında kimin olduğu futbol kariyerimi tanımlayabilirdi.
annem kapıyı açtığında, bir grup adam kendilerini futbol direktörleri olarak takdim etti.
fakat roma’dan değillerdi. kırmızı ve siyah giyiyorlardı.
a.c. milan’dan geliyorlardı ve ne pahasına olursa olsun gelip onlar için oynamamı istiyorlardı.
annem ellerini kaldırdı. sizce o beylere ne söylemiş olabilir?
roma’da çocuk olduğunuzda önünüzde yalnızca iki seçenek vardır: kırmızı veya mavi. roma veya lazio. fakat benim ailemde yalnızca bir seçecek vardı.
ne yazık ki ben henüz küçük bir çocukken öldüğünden, büyükbabamı tanıyamadım. fakat o bana harika bir hediye bıraktı. ne kadar şanslıyım ki, büyükbabam gianluca çok büyük bir roma taraftarıydı ve bu sevgiyi, bana ve kardeşime aktaracak olan babama teslim etmişti. roma’ya olan sevgimiz, nesiller boyu varlığını sürdürdüğümüz bir şeydi. roma bir futbol kulübünden fazlasıydı. ailemizin bir parçası, kanımız ve ruhumuzdu.
televizyonda çok fazla maç izleyemezdik. çünkü 80’li yıllarda, roma’da bile her zaman gösterilmezlerdi. 7 yaşıma geldiğimde, babam biletlerimizi aldı ve sonunda olimpiyat stadyumu’nda kurtlar’ı izleyebildim.
gözlerimi kapatıp aynı hissi hatırlayabilirim. renkler, tezahüratlar, patlayan sis bombaları. stadyumda bulunan yaşam dolu bir çocuktum. etrafımdaki tüm o romalı taraftarlar içimdeki bir şeyi yaktı. bu deneyimi nasıl tarif edeceğimi bilmiyorum.
bellissimo. (güzel)
bunun için yegâne kelime.
şehrin bizim tarafı san giovanni’de, beni elimde veya ayağımda bir futbol topu olmadan gören kimse olduğunu sanmıyorum. parke taşı sokaklarda, katedraller arasında, meydanlarda, her yerde futbol oynardık.
genç bir çocukken bile, bu benim için sadece futbola duyulan sevgiden fazlasıydı. bunu kariyerim haline getirmenin hırsına daha o zamanlar sahiptim. odamın duvarında roma’nın kaptanı giannini’nin posterleri ve gazete kupürleri asılıydı. o bir ikon, bir semboldü. o, tıpkı bizim gibi roma’lı bir çocuktu.
ve sonra, ben 13 yaşındayken, kapımız çalındı.
a.c. milan’dan gelen adamlar kulüplerini katılmamı istiyorlardı. büyük bir italyan kulübü’nde başarılı olma şansı. neyi seçerdim ki?
peki, benim kararım değildi tabii ki.
patron annemdi. hala patron o ve oğullarına oldukça bağlıdır. her italyan anne gibi biraz fazla korumacıdır. bir şey olabileceği korkusuyla evden ayrılmamı istemedi.
direktörlere “hayır, hayır” dedi. söylediklerinin hepsi buydu. “üzgünüm. hayır, hayır.”
ve son. ilk transfer teklifim patron tarafından geri çevrilmişti.
babam, beni ve abimi hafta sonları maçlarımıza götürüyordu ancak pazartesiden cumaya sorumluluk annemdeydi. milan’a hayır demek zordu. çünkü ailemiz için büyük bir para anlamına geliyordu. fakat annem o gün bana bir ders verdi. hayattaki en önemli şey, evindir.
sadece birkaç hafta sonra, genç takım maçlarımdan birinde izlendikten sonra, roma bana bir teklifte bulundu. sarı ve kırmızıyı giyecektim.
annem bilmişti. o benim kariyerime çok farklı şekillerde yardım etti. evet, koruyucuydu -ki hala öyle!- fakat benim her gün sahada olduğumdan emin olmak için çok fazla fedakarlık yaptı. o ilk yılların onun için zor olduğunu biliyorum.
antrenmanlara beni götüren annemdi. sahanın dışında beni beklerdi. ben antrenman yaparken iki, üç, bazen dört saat beklerdi. yağmur, soğuk dinlemeden beklerdi.
benim hayallerime kavuşabilmem için bekledi.
maçtan 90 dakika öncesine kadar olimpiyat stadı’nda roma formasıyla ilk maçıma çıkacağımı bilmiyordum. tesislerimizden sahaya gidene kadar otobüste oturdum ve heyecanım büyüdü. önceki gecenin uykusundan kalan tüm sükunet de gitmişti. roma taraftarı diğer herkesten farklıdır. roma formasını giydiğinde senden çok şey beklerler ve kıymetini ispat etmelisindir. hataya yer yoktur.
ilk maç için sahaya çıktığımda evim için oynamanın gururuyla dolup taşıyordum. büyükbabam için. ailem için.
25 yıl boyunca baskı –ayrıcalık- asla değişmedi.
elbette hatalar oldu. hatta real madrid için roma’dan ayrılmayı düşündüğüm bir an bile vardı. çok başarılı bir takım, belki de dünyanın en güçlü takımı, onlara katılmanı istediğinde başka bir yerde hayatın nasıl olabileceğini düşünmeye başlarsın. roma başkanıyla konuştum ve bu bir fark yarattı. ama sonuçta ailemle yaptığım konuşma, bana hayatın ne ile ilgili olduğunu hatırlattı.
ev her şeydir.
roma 39 yıldır evim oldu. futbolcu olarak da 25 yıldır evim. umarım ligi kazanırken ya da şampiyonlar ligi’nde oynarken roma’nın renklerini mümkün olduğunca yükseğe çıkarmış, yapabildiğim en iyi şekilde temsil etmişimdir. umuyorum ki sizleri gururlandırmışımdır.
benim düzenini kurmuş bir adam olduğumu söyleyebilirsiniz. eşim ılary ile nişanlanana kadar ailemin evinden taşınmamıştım. geriye dönüp burada geçirdiğim zamanı ve neleri özleyeceğimi düşündüğümde, günlük şeyleri, rutini özleyeceğimi biliyorum. saatlerce antrenman, soyunma odasındaki sohbetler. en çok da takım arkadaşlarımla her gün oturup kahve içmeyi özleyeceğim sanırım. belki bir gün direktör olarak takıma dönersem, bu anlar hala orada olur.
insanlar bana neden bütün hayatımı roma’da geçirdiğimi soruyor.
roma benim ailem, arkadaşlarım, sevdiğim insanlar. roma deniz, dağlar, anıtlar. roma elbette ki, aynı zamanda romalılar.
roma sarı ve kırmızıdır.
roma, bana göre dünyadır.
bu kulüp, bu şehir benim hayatım olmuştur.
her zaman."