833
ön edit: bu entry'yi ekşisözlük'te görüp, oradan alıntı yapmadan kopyaladığım düşünülmesin diye: orada entry'yi paylaşan hesap da benim. aslında başta 3-5 satırlık kısa bir olde riekerink yorumu olarak başlamıştım, fakat yazdıkça diğer teknik direktörlerimizi de kapsayan uzun bir yazı halini alınca burada da mutlaka bulunmalı diye düşündüm. eğer iki tarafta da paylaşmam sıkıntı yaratıyorsa moderasyonun mesajla uyarması yeterli, oradakini veya bunu silebilirim.
***
arkadaş bir yandan biliyorum burası türkiye ve türk futbolu, yarın üst üste iki mağlubiyet alınca bu adamı da kovacaklar, o yüzden çok da umutlanmak istemiyorum; ama bir yandan da ben yıllardır ilk defa taraftarın bu kadar sevdiği ve sahiplendiği, futbolcularla iyi ilişkiler kuran ama kimsenin de gözünün yaşına bakmayan, bir yandan da yönetim ne derse desin kendi bildiğinden şaşmayan ve gerçekten futbolun doğruları ne gerekiyorsa onu yapan bir teknik direktör görüyorum takımımda.
skibbe ilk zamanlarda şiir gibi top oynatıyordu, ama takıma yeterince fizik gücü verememiş, yönetime karşı da güçlü duramamıştı. rijkaard gerçekten futbolun doğrularını, nasıl oynatması gerektiğini biliyordu ama türkiye gibi profesyonellikten nasibini almamış insanların sporculuk yaptığı bir ülke için fazla avrupai idi, takım üzerinde yeterince disiplin kuramamıştı. bülent korkmaz'a değinmiyorum, o teknik direktör bile sayılmaz. fatih terim tartışmasız bu takımın tarihindeki en başarılı hocadır ama gelin kabul edelim (üçüncü dönemindeki) ikinci şampiyonluğunda futbol namına hiçbir şey oynamamış tamamen bireysel yetenekler ve motivasyonla bir yerlere gelmiştik (2011-2012 şampiyonluğu başkaydı, o kadroyu avrupa'da izleyememek en büyük uktelerden biridir içimde), ayrıca bir futbolcuya taktı mı takardı kendisi, o oyuncu gözdesiyse ne kadar kötü oynarsa oynasın kesmezdi. forma adaleti yoktu yani hocanın. mancini zamanında uzun süre sonra sahada ne yapmak istediğini bilen bir takım izlemiştim ama maalesef o da motivasyon anlamında zayıftı, avrupa'dan elendikten ve cl için 2.liğin yeteceğinin kesinleşmesinden sonra takım maalesef kendini maçlara verememeye başladı. aynı zamanda belki şartlar öyle gerektirdi belki de yönetimden baskı vardı bilmiyorum ama takımı gençleştirme adına önemli transferler yaparken onları kadroya yerleştirme anlamında radikal hamleleri bir türlü atamadı.(örneğin formsuz selçuk'u birkaç maç kenara çekebilse işler çok başka ilerleyebilirdi ve taraftar da o dönem bunu istiyordu) halbuki 2.liğin de yettiği gayet uygun bir ortam vardı. prandelli'nin hala kötü bir hoca olduğunu düşünmüyorum ama bence kan uyuşmadı, gitmesi doğruydu, fakat bıraktığı takım da (en azından fizik güç olarak) anıldığı kadar da kötü değildi. hamzaoğlu ise ilk senesinde bu takımı moral olarak toparlayarak başarıya ulaştı ama ikinci senesinde yine takımın ruhunu koruyayım derken medya ve taraftar ile ilişkiler anlamında sınıfta kaldığını gördük.
velhasıl, hepsinin artılarının yanı sıra bazı eksikleri de vardı. gelgelelim bu adama bakıyorum: gelir gelmez teşhisi koydu ve teşhisi koymakla da yetinmeyerek atması gereken radikal adımları attı (olcan ve -özellikle takımda forvet olmamasına rağmen daha kötü olamaz diyerek- umut'u kesmesi), takımın tekrar kenetlenmesini sağladı ve oyuncuların sevdiği bir teknik direktör oldu, diğer taraftan bunu oyuncuları rahat bırakarak değil de aynı zamanda onları sıkı bir şekilde çalıştırırken başardı, uzun zaman sonra herkesin mevkisinde oynadığı ve oyuncuların görevlerinin belli olduğu bir galatasaray izlememizi sağladı, ilk günden taraftarın güvenini kazandı ve taraftarı arkasına aldı, ve son olarak gerektiğinde yönetimle karşı karşıya gelmek pahasına da olsa gerçek fikirlerini ve transfer isteğini açık açık belirtmekten, kadronun yetersiz olduğunu söylemekten çekinmedi, hamza hamzaoğlu gibi kadronun yetersiz olduğunun farkında olmasına rağmen yönetime ve oyunculara şirin gözükmek için "yeterliyiz" demedi. üstelik bunu hiç tanınmadığı bir ülkede, medya baskısının yüksek olduğu bir takımda ve daha önce doğru düzgün a takım hocalığı tecrübesi bulunmadan başardı.
şu saatten sonra başarısız olsa bile sırf yapılması gerekenleri yapabilen tek hoca olduğu için sabredilmeyi hak ediyor. zaten bu şekilde devam ederse bu sene olmasa seneye başarı gelir ondan da şüphem yok. böyle olunca da ister istemez umutlanıyorum, ama bir yandan da biliyorum üst üste 2 mağlubiyet alsa sosyal medyada (en başta şu an en çok destek verenler tarafından) asılmaya başlanacak, sene sonunda kupa alamadığı takdirde de eldeki kadronun yetersizliğine rağmen neler başardığına bakılmadan yollanacak. sonra yine aynı teraneler, 75 yaşındaki lucescu mu gelsin, 70 yaşındaki terim mi?..
yine de taraftarız işte, umutlanmadan edemiyoruz. ne olur bizi bir kere şaşırtsa şu ülkenin futbolu ve galatasaray'ımız?
***
arkadaş bir yandan biliyorum burası türkiye ve türk futbolu, yarın üst üste iki mağlubiyet alınca bu adamı da kovacaklar, o yüzden çok da umutlanmak istemiyorum; ama bir yandan da ben yıllardır ilk defa taraftarın bu kadar sevdiği ve sahiplendiği, futbolcularla iyi ilişkiler kuran ama kimsenin de gözünün yaşına bakmayan, bir yandan da yönetim ne derse desin kendi bildiğinden şaşmayan ve gerçekten futbolun doğruları ne gerekiyorsa onu yapan bir teknik direktör görüyorum takımımda.
skibbe ilk zamanlarda şiir gibi top oynatıyordu, ama takıma yeterince fizik gücü verememiş, yönetime karşı da güçlü duramamıştı. rijkaard gerçekten futbolun doğrularını, nasıl oynatması gerektiğini biliyordu ama türkiye gibi profesyonellikten nasibini almamış insanların sporculuk yaptığı bir ülke için fazla avrupai idi, takım üzerinde yeterince disiplin kuramamıştı. bülent korkmaz'a değinmiyorum, o teknik direktör bile sayılmaz. fatih terim tartışmasız bu takımın tarihindeki en başarılı hocadır ama gelin kabul edelim (üçüncü dönemindeki) ikinci şampiyonluğunda futbol namına hiçbir şey oynamamış tamamen bireysel yetenekler ve motivasyonla bir yerlere gelmiştik (2011-2012 şampiyonluğu başkaydı, o kadroyu avrupa'da izleyememek en büyük uktelerden biridir içimde), ayrıca bir futbolcuya taktı mı takardı kendisi, o oyuncu gözdesiyse ne kadar kötü oynarsa oynasın kesmezdi. forma adaleti yoktu yani hocanın. mancini zamanında uzun süre sonra sahada ne yapmak istediğini bilen bir takım izlemiştim ama maalesef o da motivasyon anlamında zayıftı, avrupa'dan elendikten ve cl için 2.liğin yeteceğinin kesinleşmesinden sonra takım maalesef kendini maçlara verememeye başladı. aynı zamanda belki şartlar öyle gerektirdi belki de yönetimden baskı vardı bilmiyorum ama takımı gençleştirme adına önemli transferler yaparken onları kadroya yerleştirme anlamında radikal hamleleri bir türlü atamadı.(örneğin formsuz selçuk'u birkaç maç kenara çekebilse işler çok başka ilerleyebilirdi ve taraftar da o dönem bunu istiyordu) halbuki 2.liğin de yettiği gayet uygun bir ortam vardı. prandelli'nin hala kötü bir hoca olduğunu düşünmüyorum ama bence kan uyuşmadı, gitmesi doğruydu, fakat bıraktığı takım da (en azından fizik güç olarak) anıldığı kadar da kötü değildi. hamzaoğlu ise ilk senesinde bu takımı moral olarak toparlayarak başarıya ulaştı ama ikinci senesinde yine takımın ruhunu koruyayım derken medya ve taraftar ile ilişkiler anlamında sınıfta kaldığını gördük.
velhasıl, hepsinin artılarının yanı sıra bazı eksikleri de vardı. gelgelelim bu adama bakıyorum: gelir gelmez teşhisi koydu ve teşhisi koymakla da yetinmeyerek atması gereken radikal adımları attı (olcan ve -özellikle takımda forvet olmamasına rağmen daha kötü olamaz diyerek- umut'u kesmesi), takımın tekrar kenetlenmesini sağladı ve oyuncuların sevdiği bir teknik direktör oldu, diğer taraftan bunu oyuncuları rahat bırakarak değil de aynı zamanda onları sıkı bir şekilde çalıştırırken başardı, uzun zaman sonra herkesin mevkisinde oynadığı ve oyuncuların görevlerinin belli olduğu bir galatasaray izlememizi sağladı, ilk günden taraftarın güvenini kazandı ve taraftarı arkasına aldı, ve son olarak gerektiğinde yönetimle karşı karşıya gelmek pahasına da olsa gerçek fikirlerini ve transfer isteğini açık açık belirtmekten, kadronun yetersiz olduğunu söylemekten çekinmedi, hamza hamzaoğlu gibi kadronun yetersiz olduğunun farkında olmasına rağmen yönetime ve oyunculara şirin gözükmek için "yeterliyiz" demedi. üstelik bunu hiç tanınmadığı bir ülkede, medya baskısının yüksek olduğu bir takımda ve daha önce doğru düzgün a takım hocalığı tecrübesi bulunmadan başardı.
şu saatten sonra başarısız olsa bile sırf yapılması gerekenleri yapabilen tek hoca olduğu için sabredilmeyi hak ediyor. zaten bu şekilde devam ederse bu sene olmasa seneye başarı gelir ondan da şüphem yok. böyle olunca da ister istemez umutlanıyorum, ama bir yandan da biliyorum üst üste 2 mağlubiyet alsa sosyal medyada (en başta şu an en çok destek verenler tarafından) asılmaya başlanacak, sene sonunda kupa alamadığı takdirde de eldeki kadronun yetersizliğine rağmen neler başardığına bakılmadan yollanacak. sonra yine aynı teraneler, 75 yaşındaki lucescu mu gelsin, 70 yaşındaki terim mi?..
yine de taraftarız işte, umutlanmadan edemiyoruz. ne olur bizi bir kere şaşırtsa şu ülkenin futbolu ve galatasaray'ımız?