2
yanlış hatırlamıyorsam fatih terim, adana demirspor'dan galatasaray'a gelmeden önceki bir röportajında beşiktaşlı olduğunu ve beşiktaş'ta oynamak istediğini söylemişti. keza bundan bir hafta öncesine kadar yıllardır galatasaray aleyhine hiçbir laf söylememiş olan arif erdem çocukluğunda beşiktaşlıydı. beşiktaş efsanesi metin tekin galatasaraylıydı. ancak hepsi de taraftarın sevgilisi olmayı başardı.
kısacası futbol dünyasındaki insanların taraftarla kurduğu bağların sağlamlığını belirleyen şeyin çocukluk/gençlik yıllarında tuttukları takım değil, baskıyı kaldırma ve iletişim becerileri olduğunu düşünüyorum. terim 2009'da milli takımda başarısız olup istifa ettikten sonra yeni bir çıkış arıyordu. 2011'de yeniden yapılanan galatasaray'ın başına geçti. kendisine "eleman" dendi, sineye çekti. yakın arkadaşı ali dürüst yönetimden uzaklaştırıldı, sineye çekti. 2013 yazında istediği yerli futbolculardan hiçbiri alınmadı, sineye çekti. bütün baskılara rağmen metanetini koruyup başarılı oldu. ancak ne zaman ki demirören ona milli takımın başına geçmesi için açık çek verdi, o zaman yönetime açıkça meydan okudu. "kimseye bir şey ispat etmek için imza atmam" dedi, kovulur kovulmaz milli takımın başına geçip 7 yıllık sözleşmeye imza attı.
hamzaoğlu galatasaray'la üç kupa aldıktan sonra, hak ettiğinden daha fazla para alan yerli futbolculardan kurtulmak zorunda olduğunu fark edemedi. yabancı sınırının kalkmasıyla her takımın en az %20 güçlendiğini, takıma takviye yapmazsa 4.'lük mücadelesi vereceğini öngöremedi. işin acı tarafı, taraftarın bu konudaki isyanına da anlam veremedi, "sosyal medyada provakasyon yapan bir grup" diye düşünüp ciddiye almadı. akabinde başarısız sonuçlarla yüzleşti, bu sonuçlardan sonra eleştirilerin dozunun artması üzerine "doğru her şeyin suçlusu benim zaten, kazansak bile kabahatliyim" diye tavır yapmaya başladı. taraftarın ona karşı daha sabırlı olmasını, ona güvenmesini bekliyordu. takım mutlaka toparlanacaktı, bir gün burak muhakkak form tutacak, umut çılgın koşularıyla rakibi yıpratacak, jem karacan ortasahanın dinamosu olacak, sabri gollük ortalarıyla maçları çevirecekti. en kötü ihtimalle devre arasında yapılacak takviyelerle galatasaray düzlüğe çıkacaktı işte, 3 kupalı bir hoca olarak bu kadarlık saygıyı hak etmiyor muydu yani?
bu çatışma ikliminde yönetimle de papaz oldu ve hiç beklenmedik bir sebepten kovuldu. kovulduktan sonra da metanetini bozmadı. kimseye en ufak bir eleştiride bulunmadı. ancak ne zaman sneijder'den ve yönetimdeki isimlerden ciddi eleştiriler geldi, o zaman bütün kontrolünü kaybetti. çünkü haksızlığa uğradığını düşünüyordu. serhat ulueren isimli ajitatöre verdiği röportajda, her cümlesiyle aynı mesajı veriyordu: "ben bu takıma üç kupa aldırdım, bu eleştirileri hak etmiyorum, kıymetim bilinmedi". halbuki bunun kıymet bilmeyle, vefayla falan alakası yoktu. yanlış isimlere güvenmiş ve başarısız olmuştu, bu durumda eleştirilmesi kadar doğal bir şey de yoktu. ancak hamzaoğlu bunu kabullenemedi. "benim takımım hiçbir zaman atletico deplasmanındaki galatasaray kadar mahkum oynamadı" diye beyanat verirken iki ay önce astana'dan bile 30 dakika boyunca atak üstüne atak yediğini hatırlayamadı.
sanırım buradaki mevzu galatasaraylılık değil. öyle olsa fenerli hamzaoğlu, galatasaray'dan kovulurken tıpkı galatasaraylı terim gibi yüklü bir tazminat alırdı. kovulur kovulmaz yöneticilerin kendisine verip tutmadığı sözlerden bahsederdi, başkanı yıpratmaya çalışırdı. ama sadece kendisine verilen bu tepkileri hak etmediğini söylemeye çalıştı. sosyal zekası düşük olduğu için, bunu yaparken galatasaray taraftarı nezdindeki itibarını bitirdi ve karşılığında da hiçbir şey almadı.
fatih terim ise galatasaray'dan daha rahat çalışabileceği bir yer bulana kadar galatasaray'da kendisine yapılan her şeye sessiz kaldı. istediği fırsatı bulunca sessizliğini bozup ünal aysal'a meydan okudu. aysal onu kovunca galatasaray'dan tazminatını aldı, sonra demirören'in yanına yerleşip yıllık 5 milyon euro'luk sözleşme imzaladı, artık kendini garantiye aldığı için galatasaray taraftarının ona beslediği hisler önemli değildi. 1 küsür saatlik basın toplantısı yapıp ünal aysal'ı eleştirdi, kendisi görevdeyken başka hoca bakmakla suçladı. hala göreve devam etmekte olan galatasaray yönetimine ağır sözler söylemesinin, o yönetimle hali hazırda çalışan futbolcular üzerinde yapacağı olumsuz etkiyi önemsemedi.
o galatasaraylıdır, bu fenerbahçelidir. mesele bu değil. mesele bu iki ismin de bizden ayrıldıktan sonra sampdorialı mancini kadar bile metinkalamamasıdır.
kısacası futbol dünyasındaki insanların taraftarla kurduğu bağların sağlamlığını belirleyen şeyin çocukluk/gençlik yıllarında tuttukları takım değil, baskıyı kaldırma ve iletişim becerileri olduğunu düşünüyorum. terim 2009'da milli takımda başarısız olup istifa ettikten sonra yeni bir çıkış arıyordu. 2011'de yeniden yapılanan galatasaray'ın başına geçti. kendisine "eleman" dendi, sineye çekti. yakın arkadaşı ali dürüst yönetimden uzaklaştırıldı, sineye çekti. 2013 yazında istediği yerli futbolculardan hiçbiri alınmadı, sineye çekti. bütün baskılara rağmen metanetini koruyup başarılı oldu. ancak ne zaman ki demirören ona milli takımın başına geçmesi için açık çek verdi, o zaman yönetime açıkça meydan okudu. "kimseye bir şey ispat etmek için imza atmam" dedi, kovulur kovulmaz milli takımın başına geçip 7 yıllık sözleşmeye imza attı.
hamzaoğlu galatasaray'la üç kupa aldıktan sonra, hak ettiğinden daha fazla para alan yerli futbolculardan kurtulmak zorunda olduğunu fark edemedi. yabancı sınırının kalkmasıyla her takımın en az %20 güçlendiğini, takıma takviye yapmazsa 4.'lük mücadelesi vereceğini öngöremedi. işin acı tarafı, taraftarın bu konudaki isyanına da anlam veremedi, "sosyal medyada provakasyon yapan bir grup" diye düşünüp ciddiye almadı. akabinde başarısız sonuçlarla yüzleşti, bu sonuçlardan sonra eleştirilerin dozunun artması üzerine "doğru her şeyin suçlusu benim zaten, kazansak bile kabahatliyim" diye tavır yapmaya başladı. taraftarın ona karşı daha sabırlı olmasını, ona güvenmesini bekliyordu. takım mutlaka toparlanacaktı, bir gün burak muhakkak form tutacak, umut çılgın koşularıyla rakibi yıpratacak, jem karacan ortasahanın dinamosu olacak, sabri gollük ortalarıyla maçları çevirecekti. en kötü ihtimalle devre arasında yapılacak takviyelerle galatasaray düzlüğe çıkacaktı işte, 3 kupalı bir hoca olarak bu kadarlık saygıyı hak etmiyor muydu yani?
bu çatışma ikliminde yönetimle de papaz oldu ve hiç beklenmedik bir sebepten kovuldu. kovulduktan sonra da metanetini bozmadı. kimseye en ufak bir eleştiride bulunmadı. ancak ne zaman sneijder'den ve yönetimdeki isimlerden ciddi eleştiriler geldi, o zaman bütün kontrolünü kaybetti. çünkü haksızlığa uğradığını düşünüyordu. serhat ulueren isimli ajitatöre verdiği röportajda, her cümlesiyle aynı mesajı veriyordu: "ben bu takıma üç kupa aldırdım, bu eleştirileri hak etmiyorum, kıymetim bilinmedi". halbuki bunun kıymet bilmeyle, vefayla falan alakası yoktu. yanlış isimlere güvenmiş ve başarısız olmuştu, bu durumda eleştirilmesi kadar doğal bir şey de yoktu. ancak hamzaoğlu bunu kabullenemedi. "benim takımım hiçbir zaman atletico deplasmanındaki galatasaray kadar mahkum oynamadı" diye beyanat verirken iki ay önce astana'dan bile 30 dakika boyunca atak üstüne atak yediğini hatırlayamadı.
sanırım buradaki mevzu galatasaraylılık değil. öyle olsa fenerli hamzaoğlu, galatasaray'dan kovulurken tıpkı galatasaraylı terim gibi yüklü bir tazminat alırdı. kovulur kovulmaz yöneticilerin kendisine verip tutmadığı sözlerden bahsederdi, başkanı yıpratmaya çalışırdı. ama sadece kendisine verilen bu tepkileri hak etmediğini söylemeye çalıştı. sosyal zekası düşük olduğu için, bunu yaparken galatasaray taraftarı nezdindeki itibarını bitirdi ve karşılığında da hiçbir şey almadı.
fatih terim ise galatasaray'dan daha rahat çalışabileceği bir yer bulana kadar galatasaray'da kendisine yapılan her şeye sessiz kaldı. istediği fırsatı bulunca sessizliğini bozup ünal aysal'a meydan okudu. aysal onu kovunca galatasaray'dan tazminatını aldı, sonra demirören'in yanına yerleşip yıllık 5 milyon euro'luk sözleşme imzaladı, artık kendini garantiye aldığı için galatasaray taraftarının ona beslediği hisler önemli değildi. 1 küsür saatlik basın toplantısı yapıp ünal aysal'ı eleştirdi, kendisi görevdeyken başka hoca bakmakla suçladı. hala göreve devam etmekte olan galatasaray yönetimine ağır sözler söylemesinin, o yönetimle hali hazırda çalışan futbolcular üzerinde yapacağı olumsuz etkiyi önemsemedi.
o galatasaraylıdır, bu fenerbahçelidir. mesele bu değil. mesele bu iki ismin de bizden ayrıldıktan sonra sampdorialı mancini kadar bile metinkalamamasıdır.