10
suruç'ta 3 arkadaşımı kaybettim. onlarca tanıdığım insan vefat etti orada. 2 polis ve 1 asker öldürüldü kanlı eller tarafından. sayamıyorum artık ölenleri. tanıdıklarımın ölümüne üzülürken farkına vardım; ölümleri bana yakınlık derecesine göre sıralama büyük vicdansızlık. ali ismail'in, ethem'in, berkin'in ve diğerlerinin mezarlarında kaçıncı gecesi geçti? on yıllardır kaç gencecik insan öldü başka insanlar yüzünden? güvende hissetmiyorum kendimi. güvenliğimi sağlaması gerekenlerden de korkuyorum aynı zamanda. vicdanım da rahat değil. ölümü kanıksamak ne kadar iğrenç bir durum. ölümü sıralamak, acısını kıyaslamak ne kadar iğrenç. ilk kim öldürdü, kim daha çok öldürdü sorularının sorulması bile iğrenç. dünyanın en ağır ve en geri döndürülemez iki fiilinden bahsediyoruz. ölmek ve öldürmekten. ölümün olduğu yerde ne tartışılabilir ki? bir cenaze evinin ağırlığını hayal bile edemezken, bütün bir ülke gençlerini toprağa verirken ne tartışılabilir ki? ölümlere kılıf bularak, haklı veya suçlu arayarak zaman kaybediyoruz. öldüren herkes suçlu. en meşru hakkı elinden alınabilir mi insanın? endişeden çok çok öte bir korku ve rahatsızlık bendeki. neyi paylaşamıyoruz, hangi konuda anlaşamıyoruz? bu gençlerin hayatından daha önemli ne var? insan hayatta kalanlara sevinirken utanıyor kendinden. mutlu hatırladığı her anıdan, üzüldüğü her dertten yaşadığı her günden utanıyor. sağcıymış, solcuymuş, polismiş, askermiş, kürtmüş, türkmüş... öldü abi hepsi. bombayla, silahla öldü. asit kuyusunda öldü. kiminin cesedi bile yok. öldü abi hepsi. tartışılacak çok bir şey yok. endişelenecek çok şey var. kronolojisi yok bunun. sıralaması yok. insanlar ölmesin diye ne gerekiyorsa o yapılmalı. nefret nefreti körüklüyor. şimdi bize düşen, her şeye rağmen kardeş kalbinin kapısını aralamaktır. iyilik de kötülük de öldürmekle bitmiyor.