8
şoför ölmemiş.
bilen bilir, ben naçizane, kendi çapımda yurt dışı rehberliği yapıyorum. genelde de gideceğim turlardan bir önceki gün turla ilgili programları hazırlamak için yoğun çalışırım ve o günün sonunda uykum hep zehir olur, sabah kabus görerek uyanırım. bir kabustan daha az önce uyandım ve konusu özetle şöyleydi:
efendim gidilecek ülkeye varmışız, yanımda 30 kişi var. beraber uçaktan inip otobüsümüze geçmişiz, ben de güzel güzel anlatıyorum sağımızdaki falan heykeli, solumuzdaki filan sarayı diye... her şey şimdilik yolunda. sonra bir şatoya gitmek üzere grupla birlikte otobüsten iniyoruz, ben anlata anlata giderken bir bakıyorum arkamda sadece 4 kişi var, eyvah diyorum bir terslik var... ve kalbim hızla çarpmaya başlıyor:
ben: grubun geri kalanı nerde?
teyze: siz sola dönün dediniz ama onlar sağa döndü :(
ben: nasıl olur aq? neden bana haber vermediniz? şatoya giriş saati geçecek çabuk dönüp onları bulmamız lazım.
ve kabusumuzun ilk koşuşturmacası başlar. yana yakıla adamları arıyoruz, sağa sola koşuyoruz filan ama nafile. arıyoruz ama imkanı yok artık grubu yeniden toparlamanın. birisi kendi başına şatoya gitmiş, diğeri alışveriş yapmak için hediyelikçi dükkana girmiş filan. ama uğraşımız sonuç verdi. biraz uzun sürdü tabi ama küfür yiyerek de olsa hepsini topladık geri. fakat vakit artık geç olduğu için ben şato gezisini iptal ettim. ama görmeniz lazım millet nasıl kızıyor "böyle rehber olur mu, saçmalık, şatoya bile gidemedik, seni şikayet edeceğiz, bu kadar kötü bir tur görmemiştim" filan. ben de dönüp kızdım bunlara:
ben: siz de sağa sola gitmek yerine beni takip etseydiniz!
teyze: sen takip edeceksin, bu senin görevin!
ben: her seferinde dönüp eksik kalan, alışverişe dalan, ağaca tırmanan, trafoya işeyip çarpılan var mı diye bakamam...
teyze: terbiyesiz, bi de cevap veriyor!
ben: özür dilerim :( -lan burda da niye özür dilediysem :( -
neyse efendim otobüse bindik tam hareket edeceğiz, bir bakıyorum 4 kişi eksik. hassiktir. yaşları genç olan 4 erkek vardı, onlar eksik. kesin karıya gittiler diye düşündüm. şoföre orada beni beklemesini söyleyip araçtan indim. şehrin underground noktalarında bunları aramaya başladım. millete sora sora ilerlerken, yolun sonunda jamaikalı siyahilerin olduğu bir evi tarif ettiler. evi buldum, içeri girdim. yok böyle bir şey... içerisi cehennem gibi sıcak, 3-4 tane odun sobası yanıyor. neyse bizim çocukları da jamaikalıların yanında buldum. sonra elemanlara buraya neden geldiklerini ve neden yaz vakti soba yandığını sordum. olaya gel... adamlar sobada odun veya talaş yerine marijuana atıp yakıyorlarmış ve odada kendilerinden geçiyorlarmış. dedim "siz manyak mısınız? çabuk kaçmamız lazım burdan!" koşar adımlarla biz uzaklaşınca jamaikalılar durumu çaktı ve bizi kovalamaya başladılar, kaç kaç bitmedi amk yolu :( rüya olmasına rağmen yoruldum. neyse ama 2-3 sokak sonra onları da atlattık ve otobüsü bıraktığım yere geldik. fakat... otobüs nerde? ulan şoförün numarası da yoktu bende amk :(
gençler: abi otobüs yoksa bi taksi tutup gitsek?
ben: peki otobüste kalan insanlar ne olacak, şoför oteli bilmiyordu :(
gençler: o zaman şoförü bulalım.
mantıklı bir fikirdi. biz bu 4 gençle yola koyulup şoförü aramaya başladık. sokak sokak gezerken en son bi tavernaya girdik. barmene şoförün fotoğrafını gösterdim -adamın fotoğrafı bende ne geziyosa asşdkasd-
ben: bunu tanıyo musun?
barmen soğuk bir surat ifadesiyle önündeki gazetenin 3. sayfasını açtı. kalp atışlarım hızlandı, haberde şoförün öldüğü yazıyordu ve haberdeki fotoğrafta göğsünde 4-5 kurşun olduğu görünüyordu :( gençlerden biri şoför ölmüş dedi. ağlamaya başladım :(
hayır yaa, hayır yaaa, şoför ölmesiiiin, şoför ölmesiiin :(( diye bağırarak uyandım.
çok şükür sözlük, rüyaymış.
şoför ölmemiş :(
bilen bilir, ben naçizane, kendi çapımda yurt dışı rehberliği yapıyorum. genelde de gideceğim turlardan bir önceki gün turla ilgili programları hazırlamak için yoğun çalışırım ve o günün sonunda uykum hep zehir olur, sabah kabus görerek uyanırım. bir kabustan daha az önce uyandım ve konusu özetle şöyleydi:
efendim gidilecek ülkeye varmışız, yanımda 30 kişi var. beraber uçaktan inip otobüsümüze geçmişiz, ben de güzel güzel anlatıyorum sağımızdaki falan heykeli, solumuzdaki filan sarayı diye... her şey şimdilik yolunda. sonra bir şatoya gitmek üzere grupla birlikte otobüsten iniyoruz, ben anlata anlata giderken bir bakıyorum arkamda sadece 4 kişi var, eyvah diyorum bir terslik var... ve kalbim hızla çarpmaya başlıyor:
ben: grubun geri kalanı nerde?
teyze: siz sola dönün dediniz ama onlar sağa döndü :(
ben: nasıl olur aq? neden bana haber vermediniz? şatoya giriş saati geçecek çabuk dönüp onları bulmamız lazım.
ve kabusumuzun ilk koşuşturmacası başlar. yana yakıla adamları arıyoruz, sağa sola koşuyoruz filan ama nafile. arıyoruz ama imkanı yok artık grubu yeniden toparlamanın. birisi kendi başına şatoya gitmiş, diğeri alışveriş yapmak için hediyelikçi dükkana girmiş filan. ama uğraşımız sonuç verdi. biraz uzun sürdü tabi ama küfür yiyerek de olsa hepsini topladık geri. fakat vakit artık geç olduğu için ben şato gezisini iptal ettim. ama görmeniz lazım millet nasıl kızıyor "böyle rehber olur mu, saçmalık, şatoya bile gidemedik, seni şikayet edeceğiz, bu kadar kötü bir tur görmemiştim" filan. ben de dönüp kızdım bunlara:
ben: siz de sağa sola gitmek yerine beni takip etseydiniz!
teyze: sen takip edeceksin, bu senin görevin!
ben: her seferinde dönüp eksik kalan, alışverişe dalan, ağaca tırmanan, trafoya işeyip çarpılan var mı diye bakamam...
teyze: terbiyesiz, bi de cevap veriyor!
ben: özür dilerim :( -lan burda da niye özür dilediysem :( -
neyse efendim otobüse bindik tam hareket edeceğiz, bir bakıyorum 4 kişi eksik. hassiktir. yaşları genç olan 4 erkek vardı, onlar eksik. kesin karıya gittiler diye düşündüm. şoföre orada beni beklemesini söyleyip araçtan indim. şehrin underground noktalarında bunları aramaya başladım. millete sora sora ilerlerken, yolun sonunda jamaikalı siyahilerin olduğu bir evi tarif ettiler. evi buldum, içeri girdim. yok böyle bir şey... içerisi cehennem gibi sıcak, 3-4 tane odun sobası yanıyor. neyse bizim çocukları da jamaikalıların yanında buldum. sonra elemanlara buraya neden geldiklerini ve neden yaz vakti soba yandığını sordum. olaya gel... adamlar sobada odun veya talaş yerine marijuana atıp yakıyorlarmış ve odada kendilerinden geçiyorlarmış. dedim "siz manyak mısınız? çabuk kaçmamız lazım burdan!" koşar adımlarla biz uzaklaşınca jamaikalılar durumu çaktı ve bizi kovalamaya başladılar, kaç kaç bitmedi amk yolu :( rüya olmasına rağmen yoruldum. neyse ama 2-3 sokak sonra onları da atlattık ve otobüsü bıraktığım yere geldik. fakat... otobüs nerde? ulan şoförün numarası da yoktu bende amk :(
gençler: abi otobüs yoksa bi taksi tutup gitsek?
ben: peki otobüste kalan insanlar ne olacak, şoför oteli bilmiyordu :(
gençler: o zaman şoförü bulalım.
mantıklı bir fikirdi. biz bu 4 gençle yola koyulup şoförü aramaya başladık. sokak sokak gezerken en son bi tavernaya girdik. barmene şoförün fotoğrafını gösterdim -adamın fotoğrafı bende ne geziyosa asşdkasd-
ben: bunu tanıyo musun?
barmen soğuk bir surat ifadesiyle önündeki gazetenin 3. sayfasını açtı. kalp atışlarım hızlandı, haberde şoförün öldüğü yazıyordu ve haberdeki fotoğrafta göğsünde 4-5 kurşun olduğu görünüyordu :( gençlerden biri şoför ölmüş dedi. ağlamaya başladım :(
hayır yaa, hayır yaaa, şoför ölmesiiiin, şoför ölmesiiin :(( diye bağırarak uyandım.
çok şükür sözlük, rüyaymış.
şoför ölmemiş :(