• 1
    cladinin fikrinden hareketle oluşturduğum duvar. düşmüşüz dünya işlerine yuvarlanıp gidiyoruz... ama hiç elimizdekilerin değerini anlamaya çalışmıyoruz, ta ki onları kaybedene kadar...

    ●şükürler olsun ki yaşadığım büyük yalnızlığa rağmen yanımda sizin gibi güzel insanlar var.
    ●şükürler olsun ki bu dünyada "wesley sneijder" denen bir şey var.
    ●şükürler olsun ki babam sularla dolu maden altında kalmak zorunda değil.
    ●şükürler olsun ki ekmek almaya giderken polis kapsülü yiyen bir kardeşim olmadı.
    ●şükürler olsun ki annem afedersiniz kürt değil de "acaba ona tecavüz etmeye kalkacaklar mı" diye tırnaklarımı yemiyorum.
    .
    .
    .
    .
  • 2
    bu nedir arkadaş?
    (bkz: sözlük sinirlenme duvarı)
    (bkz: sözlük dertleşme duvarı)
    (bkz: sözlük ağlama duvarı)
    (bkz: sözlük söylenme duvarı)
    bu dördüne bu başlığın açılma tarihi itibariyle yazılan giri sayısı 3019
    (bkz: sözlük sevinme duvarı) toplam giri sayısı 655

    ha cladi, sanki sen sinirlenmiyorsun, sanki sen ağlamıyorsun, bu memlekette sinirlenmemek, ağlamamak mümkün mü, dertleşmezsek çatlarız diyeceksiniz; evet.
    de, arada şükredin, şükredelim lan.

    devam edeyim;
    gheorghe hagi'yi canlı izlemiş bir insanım.
    elim ayağım tutuyor.
    ekmeğimi kazanıyorum kimseye yalakalık yapmadan, torpilsiz, hak yemeden.
    sevdiğim kadınla evliyim.
    galatasaraylıyım.
    hayattayım lan!

    * *
  • 3
    1- galatasaray'lıyım.
    2- wesley sneijder'i canlı izlemiş bir insanım.
    2- benim ve sevdiklerimin sağlığı yerinde.
    3- sevdiğim işi yapıyorum.
    4- maddiyatın çoğunda gözüm yok ancak o olmadan da bir şey olmaz şükür oda yerinde.

    tek sıkıntı şu. her şey olağan gidiyor sanki mutlu veya mutsuz olmam için hiç bir sebep yok. oda bir tuhaf hissetmemi sağlıyor.
  • 8
    şoför ölmemiş.

    bilen bilir, ben naçizane, kendi çapımda yurt dışı rehberliği yapıyorum. genelde de gideceğim turlardan bir önceki gün turla ilgili programları hazırlamak için yoğun çalışırım ve o günün sonunda uykum hep zehir olur, sabah kabus görerek uyanırım. bir kabustan daha az önce uyandım ve konusu özetle şöyleydi:

    efendim gidilecek ülkeye varmışız, yanımda 30 kişi var. beraber uçaktan inip otobüsümüze geçmişiz, ben de güzel güzel anlatıyorum sağımızdaki falan heykeli, solumuzdaki filan sarayı diye... her şey şimdilik yolunda. sonra bir şatoya gitmek üzere grupla birlikte otobüsten iniyoruz, ben anlata anlata giderken bir bakıyorum arkamda sadece 4 kişi var, eyvah diyorum bir terslik var... ve kalbim hızla çarpmaya başlıyor:

    ben: grubun geri kalanı nerde?
    teyze: siz sola dönün dediniz ama onlar sağa döndü :(
    ben: nasıl olur aq? neden bana haber vermediniz? şatoya giriş saati geçecek çabuk dönüp onları bulmamız lazım.

    ve kabusumuzun ilk koşuşturmacası başlar. yana yakıla adamları arıyoruz, sağa sola koşuyoruz filan ama nafile. arıyoruz ama imkanı yok artık grubu yeniden toparlamanın. birisi kendi başına şatoya gitmiş, diğeri alışveriş yapmak için hediyelikçi dükkana girmiş filan. ama uğraşımız sonuç verdi. biraz uzun sürdü tabi ama küfür yiyerek de olsa hepsini topladık geri. fakat vakit artık geç olduğu için ben şato gezisini iptal ettim. ama görmeniz lazım millet nasıl kızıyor "böyle rehber olur mu, saçmalık, şatoya bile gidemedik, seni şikayet edeceğiz, bu kadar kötü bir tur görmemiştim" filan. ben de dönüp kızdım bunlara:

    ben: siz de sağa sola gitmek yerine beni takip etseydiniz!
    teyze: sen takip edeceksin, bu senin görevin!
    ben: her seferinde dönüp eksik kalan, alışverişe dalan, ağaca tırmanan, trafoya işeyip çarpılan var mı diye bakamam...
    teyze: terbiyesiz, bi de cevap veriyor!
    ben: özür dilerim :( -lan burda da niye özür dilediysem :( -

    neyse efendim otobüse bindik tam hareket edeceğiz, bir bakıyorum 4 kişi eksik. hassiktir. yaşları genç olan 4 erkek vardı, onlar eksik. kesin karıya gittiler diye düşündüm. şoföre orada beni beklemesini söyleyip araçtan indim. şehrin underground noktalarında bunları aramaya başladım. millete sora sora ilerlerken, yolun sonunda jamaikalı siyahilerin olduğu bir evi tarif ettiler. evi buldum, içeri girdim. yok böyle bir şey... içerisi cehennem gibi sıcak, 3-4 tane odun sobası yanıyor. neyse bizim çocukları da jamaikalıların yanında buldum. sonra elemanlara buraya neden geldiklerini ve neden yaz vakti soba yandığını sordum. olaya gel... adamlar sobada odun veya talaş yerine marijuana atıp yakıyorlarmış ve odada kendilerinden geçiyorlarmış. dedim "siz manyak mısınız? çabuk kaçmamız lazım burdan!" koşar adımlarla biz uzaklaşınca jamaikalılar durumu çaktı ve bizi kovalamaya başladılar, kaç kaç bitmedi amk yolu :( rüya olmasına rağmen yoruldum. neyse ama 2-3 sokak sonra onları da atlattık ve otobüsü bıraktığım yere geldik. fakat... otobüs nerde? ulan şoförün numarası da yoktu bende amk :(

    gençler: abi otobüs yoksa bi taksi tutup gitsek?
    ben: peki otobüste kalan insanlar ne olacak, şoför oteli bilmiyordu :(
    gençler: o zaman şoförü bulalım.

    mantıklı bir fikirdi. biz bu 4 gençle yola koyulup şoförü aramaya başladık. sokak sokak gezerken en son bi tavernaya girdik. barmene şoförün fotoğrafını gösterdim -adamın fotoğrafı bende ne geziyosa asşdkasd-

    ben: bunu tanıyo musun?

    barmen soğuk bir surat ifadesiyle önündeki gazetenin 3. sayfasını açtı. kalp atışlarım hızlandı, haberde şoförün öldüğü yazıyordu ve haberdeki fotoğrafta göğsünde 4-5 kurşun olduğu görünüyordu :( gençlerden biri şoför ölmüş dedi. ağlamaya başladım :(

    hayır yaa, hayır yaaa, şoför ölmesiiiin, şoför ölmesiiin :(( diye bağırarak uyandım.

    çok şükür sözlük, rüyaymış.

    şoför ölmemiş :(
App Store'dan indirin Google Play'den alın