2031
bu aralar zaman hiç geçmiyor. çoğu şeyi benimsedik, alıştık, dalgasını geçer hale geldik. ama bazı şeyler çok bunaltmaya devam ediyor. kıdemlenip rahata erdikçe, yapacak işlerin sayısı azaldıkça daha da yorulmaya başlıyoruz nedense...
sürekli eskiler dolanıyor kafamda bu aralar.
bazı sahneler, bazı görüntüler, isimler, hatıralar, simalar...
atıyorum "rahat"da bekleyen bir kız görüntüsü beliriyor çokça, kim bilir ne kadar çok arkasından bakakalmışım...
ya da bir yılbaşı günü geliyor, okul yıllarının travması yılbaşı çekilişlerinin yegane güzel anısı. rengarenk bir atkı, üzerinde galatasaray arması olan bir kolye, birkaç dakika bile sürmeyen bir dans sahnesi...
renkli gözlü başka bir kız geliyor bazen, gülüşüyoruz, ayrılıyor sonra. silinmiş gitmiş aslında, ya da sildirmiş kendisini. yine de derinlerden çıkıp geliyor...
ve sonraları, çok güzel bir başkası geliyor. birkaç hafta süren "denemeler" sonucu olmayınca üstüne düşülmeyen, ama her daim göz ucuyla "social" takip edilen. bir gece rüyama giriyor, gidilen bir dış görevde land rover'in içinden çıkıveriyor. noluyor lan demeye kalmadan irkilip uyanıyorum. nöbetçi subayı koğuşları sayıyor. iki üç gün sonra gececi izninde eve gelince telefonu açıp boş boş bakıyorum. bu hadisenin olduğu gece, nöbet yerinin iki sokak üstündeki mekanda olduklarını görüyorum. şaşıramıyorum bile, hayalle gerçek o kadar karıştı ki bu aralar; son ayların özeti gibi geliyor bu olay...
askerlik öncesi üç integrali iç içe geçirip çözen adamken, şimdi 10'a kadar sayarken şaşıran adamlarla aynı gemide yol alıyoruz. yaza yaza ünlenmiş bir sözlük fenomeniyken konuşmak yerine bir takım sesler çıkarmayı yeğleyen tiplerle anlaşmaya çalışmakla geçiyor günler. yaşamayı öğreniyorsun zamanla, makarasını yapıp gülüyorsun hatta; ama an geliyor, anlar geliyor patlıyorsun.
cem yılmaz anlattığı zaman güler geçerdik, hakikaten bu kadar az imkan olup bu kadar koyulan başka yer yoktur. "göster amcalara pipini" günlerinden sonra muhtemelen hayatım boyunca en pipili muhabbetlerim askerlik günlerindekiler olacak, buna eminim. 70 küsur erkekle 24 saat geçirmemize rağmen muhabbetimiz pipiden, memeden, bacaktan, götten ileriye gidemiyor. yarı yaşındaki çocuklar seks hayatlarını anlatıp duruyor, ağzın açık dinliyorsun. fırlamanın teki 4 saatlik nöbette 10 tane kızla telefonda konuşup hepsine hayatımın anlamı falan diyor, hayatını sorguluyorsun. izin dönüşü herkese sorulan tek soru sana da soruluyor *, öylece geçiştiriyorsun. zaten tamamıyla farklı olduğun adamlardan daha da bir ötede hissediyorsun. bu konudaki bazı durumları kendi içimde bile dert ediyor durumdayken, bir de bu durumlarla mücadele ediyorsun...
bir zamanlar aşık olduğum bir kız vardı, yukardaki yılbaşı çekilişi hikayesinde bahsi geçen. ne yaptığımı bilerek aşık olduğum ilk kızdı. diğerleri gibi onunla da birşey olmamıştı, ender gelişen ossasuna atakları misali nadiren güldüğüm anlar dışında. bir zamanlar "en iyi arkadaşım" deyip durduğu adamla evli şimdi.
askerden önceki son birkaç yıla damgasını vuran birileri vardı. yarım yamalak da olsa bazı şeyler yaşanan. o buhranlı dönemlerden çıkmama az da olsa yardım eden. ara ara bir telefon gelirdi, birkaç kere tesadüf edip isim aşina olunca "kim o?" sorusunun cevabı hep aynı olurdu: "çok iyi bir arkadaşım".. usta birliğine teslim olduğum hafta nişanı takmışlar. "feys"ten gören arayıp haber veriyor, ben bilmem deyip geçiştiriyorum. "benden geçti o işler" der dururdu bana, belli oluyor şekerim demek için bile arayasım gelmiyor..
benim de bir "en iyi arkadaşım" var. yıllardır benimle ağlayıp benimle gülen, en saçma hallerime bile yakın şahit olan, bana güvenen, beni seven, 6-7 yıl önce tanıştığımızda sıçıp sıvamış durumda olduğumuz hayatlarımızı birlikte yoluna koyduğumuz, aşk acılarımızı birbirimize "pardon, gözüme toz kaçtı" hissiyatıyla anlattığımız falan...
herkes, ama herkes bizi sevgili sanıyor ilk anda. arkadaş çevresi neyse de, akrabalara anlatmak zor oluyor. çok kavgalar verip duruyoruz anlatana kadar. sandıkları şeyin gerçek olması konusunda öneriden ısrara geçenler oluyor. bütün bunları alt alta koyunca kafalar biraz daha karışıyor. sorgulanacak şey sayısı artıyor. karışmasınlar diye yalvarıyorsun artık, yine de olmuyor. arada bir telefon istediğim elemanlar bile "yengeye selam" diye veriyor telefonu, anlatıp duruyorsun "anladım ben seni" diyorlar. bütün dünya mı yanlış, yoksa biz mi; artık sorgulayacak gücüm bile kalmadı...
tek bildiğim benim kurallarımla dünyanın kuralları çok farklı. her seferinde biraz daha sert bir tokat atıp duruyor. tokatlar acıtmıyor da, insan kendini salak gibi hissediyor be...
*
sürekli eskiler dolanıyor kafamda bu aralar.
bazı sahneler, bazı görüntüler, isimler, hatıralar, simalar...
atıyorum "rahat"da bekleyen bir kız görüntüsü beliriyor çokça, kim bilir ne kadar çok arkasından bakakalmışım...
ya da bir yılbaşı günü geliyor, okul yıllarının travması yılbaşı çekilişlerinin yegane güzel anısı. rengarenk bir atkı, üzerinde galatasaray arması olan bir kolye, birkaç dakika bile sürmeyen bir dans sahnesi...
renkli gözlü başka bir kız geliyor bazen, gülüşüyoruz, ayrılıyor sonra. silinmiş gitmiş aslında, ya da sildirmiş kendisini. yine de derinlerden çıkıp geliyor...
ve sonraları, çok güzel bir başkası geliyor. birkaç hafta süren "denemeler" sonucu olmayınca üstüne düşülmeyen, ama her daim göz ucuyla "social" takip edilen. bir gece rüyama giriyor, gidilen bir dış görevde land rover'in içinden çıkıveriyor. noluyor lan demeye kalmadan irkilip uyanıyorum. nöbetçi subayı koğuşları sayıyor. iki üç gün sonra gececi izninde eve gelince telefonu açıp boş boş bakıyorum. bu hadisenin olduğu gece, nöbet yerinin iki sokak üstündeki mekanda olduklarını görüyorum. şaşıramıyorum bile, hayalle gerçek o kadar karıştı ki bu aralar; son ayların özeti gibi geliyor bu olay...
askerlik öncesi üç integrali iç içe geçirip çözen adamken, şimdi 10'a kadar sayarken şaşıran adamlarla aynı gemide yol alıyoruz. yaza yaza ünlenmiş bir sözlük fenomeniyken konuşmak yerine bir takım sesler çıkarmayı yeğleyen tiplerle anlaşmaya çalışmakla geçiyor günler. yaşamayı öğreniyorsun zamanla, makarasını yapıp gülüyorsun hatta; ama an geliyor, anlar geliyor patlıyorsun.
cem yılmaz anlattığı zaman güler geçerdik, hakikaten bu kadar az imkan olup bu kadar koyulan başka yer yoktur. "göster amcalara pipini" günlerinden sonra muhtemelen hayatım boyunca en pipili muhabbetlerim askerlik günlerindekiler olacak, buna eminim. 70 küsur erkekle 24 saat geçirmemize rağmen muhabbetimiz pipiden, memeden, bacaktan, götten ileriye gidemiyor. yarı yaşındaki çocuklar seks hayatlarını anlatıp duruyor, ağzın açık dinliyorsun. fırlamanın teki 4 saatlik nöbette 10 tane kızla telefonda konuşup hepsine hayatımın anlamı falan diyor, hayatını sorguluyorsun. izin dönüşü herkese sorulan tek soru sana da soruluyor *, öylece geçiştiriyorsun. zaten tamamıyla farklı olduğun adamlardan daha da bir ötede hissediyorsun. bu konudaki bazı durumları kendi içimde bile dert ediyor durumdayken, bir de bu durumlarla mücadele ediyorsun...
bir zamanlar aşık olduğum bir kız vardı, yukardaki yılbaşı çekilişi hikayesinde bahsi geçen. ne yaptığımı bilerek aşık olduğum ilk kızdı. diğerleri gibi onunla da birşey olmamıştı, ender gelişen ossasuna atakları misali nadiren güldüğüm anlar dışında. bir zamanlar "en iyi arkadaşım" deyip durduğu adamla evli şimdi.
askerden önceki son birkaç yıla damgasını vuran birileri vardı. yarım yamalak da olsa bazı şeyler yaşanan. o buhranlı dönemlerden çıkmama az da olsa yardım eden. ara ara bir telefon gelirdi, birkaç kere tesadüf edip isim aşina olunca "kim o?" sorusunun cevabı hep aynı olurdu: "çok iyi bir arkadaşım".. usta birliğine teslim olduğum hafta nişanı takmışlar. "feys"ten gören arayıp haber veriyor, ben bilmem deyip geçiştiriyorum. "benden geçti o işler" der dururdu bana, belli oluyor şekerim demek için bile arayasım gelmiyor..
benim de bir "en iyi arkadaşım" var. yıllardır benimle ağlayıp benimle gülen, en saçma hallerime bile yakın şahit olan, bana güvenen, beni seven, 6-7 yıl önce tanıştığımızda sıçıp sıvamış durumda olduğumuz hayatlarımızı birlikte yoluna koyduğumuz, aşk acılarımızı birbirimize "pardon, gözüme toz kaçtı" hissiyatıyla anlattığımız falan...
herkes, ama herkes bizi sevgili sanıyor ilk anda. arkadaş çevresi neyse de, akrabalara anlatmak zor oluyor. çok kavgalar verip duruyoruz anlatana kadar. sandıkları şeyin gerçek olması konusunda öneriden ısrara geçenler oluyor. bütün bunları alt alta koyunca kafalar biraz daha karışıyor. sorgulanacak şey sayısı artıyor. karışmasınlar diye yalvarıyorsun artık, yine de olmuyor. arada bir telefon istediğim elemanlar bile "yengeye selam" diye veriyor telefonu, anlatıp duruyorsun "anladım ben seni" diyorlar. bütün dünya mı yanlış, yoksa biz mi; artık sorgulayacak gücüm bile kalmadı...
tek bildiğim benim kurallarımla dünyanın kuralları çok farklı. her seferinde biraz daha sert bir tokat atıp duruyor. tokatlar acıtmıyor da, insan kendini salak gibi hissediyor be...
*