33
doğdum. her insan evladı gibi evvela oluverdim ve olduğuma dair herhangi bir fikrim yoktu.
sonra 'fikri' öğrendim. tanımaya başladım ve ayrışıyordu her şey. önce annemle başkaları vardı, sonra eş dost. mahallede takım belirlerken adım alıştığımız arkadaşlar. rekabet çıktı ortaya. sonra işler karıştı.
doğru ile yanlış geldi. her insan bu anda yazmaya başlar ve her insan bir yazardır, kendi senaryosunda. iki fiilin arasını doldurmaya başlar. ben de böyle başladım. doğmak ve ölmek fiillerinin arasına sıkışmış bir özneydim herkes gibi. en başlarda niyetim basitti. kısa cümleler, umursamaz.
yalnız klişe.
şu an yaptıklarımın aksine yazıp silmiyordum o yıllar. sonra her yazdığımızın doğru kabul olmayacağı okul yılları başladı ve bizler kalemlerimizi traşlamak zorunda kaldık.
biraz daha klişe.
okul bitti. hayata kalifiye işsiz olarak atıldım. o andaki kararım bir kaç tümce yazıp bu senaryoyu bitirmekti. erken ya da geç önemi yok. senaryo bitecek ve patronun mutlu son istediği falan da yok. sonu olan bir senaryo var ortada ve her şey o senaryoyu daha güzel hale getirebilmek içindi. senaryo tekti ve mecburen bitecekti. bitecek olan bir şeyi ciddiye almaya gerek yoktu kanımca.
biraz klişe, biraz orijinal, alabildiğine absürd komedi.
sonra alışmaya başladım. başta ucu bucağı gözükmez gibi gelen küçük piyeslere alışıyordum, diğer oyunculara ve senaristlere de alışıyordum; ki 'uyum sağlamak' pek övüneceğim bir özelliğim olmamıştı hiçbir zaman. ben alıştıkça varlığım da ölüme alışıyordu, doğum ölümle adım alışıyordu, kaybedeceğini bile bile. mahallede hiç değilse rekabet vardı.
yazarlık içinde yazarlık yapmaya karar verdim sonra. senaryoyu içeriden fethetmekti amacım. yazdıklarım okunabilir ve sonsuza uzanabilirdi. hayat senaryosu içerisinde zaten yaptığımız işi, bir kere daha yaparak ölümsüzlüğü bulabilme fikri cezbediyordu beni. yine de yeterli bir tetikleyici değildi.
bu senaryodaki küçük piyeslerden birindeydim, lakin bu kadar özel olabileceğini pek tabi farketmemiştim. eski yazarlar tarafından, ki sadece kendi hayatını yazanlardan bahsetmiyorum, defalarca anlatılmış halbuki; katacağım yeni cümlelerin her göze farklı bir anlam ifade ettiği, ben o güne kadar pek ciddiye almamıştım açıkçası. dalga geçtiğim bile söylenebilir.
bir klişe, biraz orijinal, alabildiğine absürd komedi.
orada duruyordu aşk denen meret ve hiç düzgün kelimeler taşımamıştım yanımda. bütün bir senaryo, bunun üzerine inşa edilmiş ve ben bunu kendi senaryosunun birincil ögesi olarak kavrayamamışım. şimdi sanki yıllardır bu anın hayalini kuruyor gibi davranmam gerekiyordu, belki de içimdeki bir benlik onun hayalini kurmuştur bilemem; hissiyat çok tanıdık geliyordu çünkü; ama yine de 'seni seviyorum' demek çok bayat geliyordu. biraz olsun anlayabilmek ve anlatabilmek için çekilen onca zahmetten anlamam gerekirdi, marazı da huzuru da doğurduğunu.
habersiz gelişinden belli etmeliydi, ölümün kardeşi olduğunu.
biraz daha komedi, ama bu sefer romantik.
bir tercih, bin ihtimali yok ediyordu nezdimde, o güne kadar. ilk defa bir tercih korkutmamıştı beni bu denli ve galiba adam olmak için askere gitmeye ihtiyacım kalmamıştı. sanırım artık bin ihtimal yoktu, çünkü tercih ihtimali öldürüyordu.
ve ölüm de o kadar kötü bir şey değildi. kardeşi bu kadar güzelken, kendisi çirkin olamazdı.
biraz daha klişe.
söyleyememiştim o an ne hissettiğimi, saçlarını ve gözlerini benzeteceğim herhangi bir materyal gelmiyordu aklıma, saçını benzetsem altının sarılığından utanması gerekirdi kanımca. ben de yazmaya karar verdim. dahası ilk defa bin ihtimali göz ardı etmiştim, ancak başka olayların ihtimali hala ayakta duruyordu ve ben hala niyetimi basit, ihtimalleri ayakta tutmaya kararlıydım. orada her şey canlıydı, belki temellerini benim attığım bir karakter galatasaray'dafutbol bile oynayabilirdi.
perde kapanır, bitti. şimdilik.
galatasaray sözlük yazarı olduğum piyes en sevdiklerimdendir, bilesiniz. o da artık başka zaman.
sonra 'fikri' öğrendim. tanımaya başladım ve ayrışıyordu her şey. önce annemle başkaları vardı, sonra eş dost. mahallede takım belirlerken adım alıştığımız arkadaşlar. rekabet çıktı ortaya. sonra işler karıştı.
doğru ile yanlış geldi. her insan bu anda yazmaya başlar ve her insan bir yazardır, kendi senaryosunda. iki fiilin arasını doldurmaya başlar. ben de böyle başladım. doğmak ve ölmek fiillerinin arasına sıkışmış bir özneydim herkes gibi. en başlarda niyetim basitti. kısa cümleler, umursamaz.
yalnız klişe.
şu an yaptıklarımın aksine yazıp silmiyordum o yıllar. sonra her yazdığımızın doğru kabul olmayacağı okul yılları başladı ve bizler kalemlerimizi traşlamak zorunda kaldık.
biraz daha klişe.
okul bitti. hayata kalifiye işsiz olarak atıldım. o andaki kararım bir kaç tümce yazıp bu senaryoyu bitirmekti. erken ya da geç önemi yok. senaryo bitecek ve patronun mutlu son istediği falan da yok. sonu olan bir senaryo var ortada ve her şey o senaryoyu daha güzel hale getirebilmek içindi. senaryo tekti ve mecburen bitecekti. bitecek olan bir şeyi ciddiye almaya gerek yoktu kanımca.
biraz klişe, biraz orijinal, alabildiğine absürd komedi.
sonra alışmaya başladım. başta ucu bucağı gözükmez gibi gelen küçük piyeslere alışıyordum, diğer oyunculara ve senaristlere de alışıyordum; ki 'uyum sağlamak' pek övüneceğim bir özelliğim olmamıştı hiçbir zaman. ben alıştıkça varlığım da ölüme alışıyordu, doğum ölümle adım alışıyordu, kaybedeceğini bile bile. mahallede hiç değilse rekabet vardı.
yazarlık içinde yazarlık yapmaya karar verdim sonra. senaryoyu içeriden fethetmekti amacım. yazdıklarım okunabilir ve sonsuza uzanabilirdi. hayat senaryosu içerisinde zaten yaptığımız işi, bir kere daha yaparak ölümsüzlüğü bulabilme fikri cezbediyordu beni. yine de yeterli bir tetikleyici değildi.
bu senaryodaki küçük piyeslerden birindeydim, lakin bu kadar özel olabileceğini pek tabi farketmemiştim. eski yazarlar tarafından, ki sadece kendi hayatını yazanlardan bahsetmiyorum, defalarca anlatılmış halbuki; katacağım yeni cümlelerin her göze farklı bir anlam ifade ettiği, ben o güne kadar pek ciddiye almamıştım açıkçası. dalga geçtiğim bile söylenebilir.
bir klişe, biraz orijinal, alabildiğine absürd komedi.
orada duruyordu aşk denen meret ve hiç düzgün kelimeler taşımamıştım yanımda. bütün bir senaryo, bunun üzerine inşa edilmiş ve ben bunu kendi senaryosunun birincil ögesi olarak kavrayamamışım. şimdi sanki yıllardır bu anın hayalini kuruyor gibi davranmam gerekiyordu, belki de içimdeki bir benlik onun hayalini kurmuştur bilemem; hissiyat çok tanıdık geliyordu çünkü; ama yine de 'seni seviyorum' demek çok bayat geliyordu. biraz olsun anlayabilmek ve anlatabilmek için çekilen onca zahmetten anlamam gerekirdi, marazı da huzuru da doğurduğunu.
habersiz gelişinden belli etmeliydi, ölümün kardeşi olduğunu.
biraz daha komedi, ama bu sefer romantik.
bir tercih, bin ihtimali yok ediyordu nezdimde, o güne kadar. ilk defa bir tercih korkutmamıştı beni bu denli ve galiba adam olmak için askere gitmeye ihtiyacım kalmamıştı. sanırım artık bin ihtimal yoktu, çünkü tercih ihtimali öldürüyordu.
ve ölüm de o kadar kötü bir şey değildi. kardeşi bu kadar güzelken, kendisi çirkin olamazdı.
biraz daha klişe.
söyleyememiştim o an ne hissettiğimi, saçlarını ve gözlerini benzeteceğim herhangi bir materyal gelmiyordu aklıma, saçını benzetsem altının sarılığından utanması gerekirdi kanımca. ben de yazmaya karar verdim. dahası ilk defa bin ihtimali göz ardı etmiştim, ancak başka olayların ihtimali hala ayakta duruyordu ve ben hala niyetimi basit, ihtimalleri ayakta tutmaya kararlıydım. orada her şey canlıydı, belki temellerini benim attığım bir karakter galatasaray'dafutbol bile oynayabilirdi.
perde kapanır, bitti. şimdilik.
galatasaray sözlük yazarı olduğum piyes en sevdiklerimdendir, bilesiniz. o da artık başka zaman.