1701
ilk kez işe giriş eğitiminde karşılaşmıştık. ben işe giriş eğitimlerinde çevre konusunda bilgilendirme yapıyordum. konuları bitirdik. sınav şeyini hallettikten sonra kağıtları topluyordum. sınav kağıdını aldım. baktım arkası boş. “bunları neden yapmadın” diye sordum. şok geçirmiş gibi gözüme baktı. “bu sayfaya bakmadım ben mühendis bey” dedi. mühendis değilim ben teknikerim dedim ve “10 dakika sana bitir sınavı” dedim. bir hışımla tekrar başladı sınavı yapmaya. malum eğer başarılı olamazsa tekrar alıcak eğitimi. bitirdi getir de kağıdını. “sen ne bölümünde çalışacaksın” diye sorduğumda “çevre” deyince “iyi hadi bize gelmişsin” diye şakalaştık. sınav da başarılı. zıpkın gibi çocuktu. ilk günler ilk ürkekliğini attıktan sonra artık iyice kaynaşmıştık. koyu galatasaraylıydı. kahır sezonunda * hep bir araya gelsek “ne olacak bu galatasaray’ın” hali der, senaryolar yazardık. üst-asttan çok çok iyi dost olmuştuk. iş çıkışları beraber takılırdık. en sevdiği şeydi bergama’nın su deposunun bulunduğu tepeye çıkıp bira içmek. hani rakıyı da sağlam içerdi. ne zaman masaya otursak “bak bu sefer hep güleceğiz, oyun bozanlık yapanın a... koyayım” dese de en son ikimizde kapanışı eski kız arkadaşlarımıza adardık.
hiç unutmam bir gece telefon deli gibi çalıyor.baktım saat gece iki buçuk. kesin dedim bir şey oldu. açtım telefonu. ilk ses yok. sonra arkadan gürültü patırtı “bu saatte tavuklar uyur. geliyoruz seni almaya” cümlesi. ben “lan n’oluyor” falan demeye kalmadı kapandı telefon. on dakika sonra kapıda bitti. paşam gelmiş “giyin gidiyoruz” artık itiraz edemedim. giyimdim çıktık. sabah sekizde mesai var. biz gece üçte dışarıya çıktık. “tamam geldim napıcaz? dedim” bir erol taş gülüşü attı. izmir’e çorbaya gidiyoruz. izmir, dönüşle beraber 3 saat. mesai saat sekiz de. gitmeyelim burada içelim dedikçe daha bir iştahlandı. gittik içtik çorbamızı. tabii mesaiye geç kaldık. amirimizden de yedik fırçayı. amir fırça atarken bir hala sarımsak kokuyorduk.
playoffların olduğu sene, 3-1 fenerbahçe maçında görmeniz lazımdı onu. tüm dünya bir araya gelse onu o masadan kaldıramazdı. maç sonunda fenerbahçelilere de gider yapmaktan geri kalmazdı. elmander’e o maçta söylediği bir sevgi cümlesi vardı ki on dakika masada kendimize gelemedik. çok büyük galatasaraylıydı. bileğinden hiç çıkarmazdı sarı-kırmızı o lastikleri. bir kere mercan almıştı. iki gün sonra arda yla aynı tepkiyi vermiştir.
2010’da başladığımız iş arkadaşlığımız 2012 senesinde bitti. işi bırakacağın söylediğinde çok kızdım, bağırdım, anlamadı. çalıştığımız yerde sorunları vardı. “daha iyisini bulurum elbet, çalışan adam her zaman ekmek yer, allah bir kapıyı açar bir kapıyı kapatır” dedi. o ayrıldı işten, benim de bir sene sonra çok uzak bir yere tayinim çıktı. devlet kurumuna geçip geçmemek arasında gidip geliyordum. bir ara gitmeyeceğim dedim. bana bir küfürler etti düşman düşmana böyle küfür etmez. zorla beni devlet kurumuna yolladı. hep bir laf vardı ağzında “devlet gibi yok aga”. ev eşyalarını beraber topladık, beraber tayin olduğum yere gittik. evi beraber bulduk. beraber yerleştirdik. çok sevmişti burayı. batum’u beraber keşfettik tekrardan. döndü bir müddet sonra iş bulmuştu yeni fazla izin alamamıştı. ayrılırken çok üzülmüştük. bana “bırak ulan bu üzgün ayakları. batum dibin. ben gittikten sonra yine gidersin oraya demişti.”
çok şey paylaştık biz onunla sözlük. her şeyi komik bir adam düşünün, zor gününüzde yanında olan bir adam düşünün, kardeşim dediğiniz bir adam düşünün ve....
o'nun soma’da maden faciasında öldüğünü düşünün.....
hiç unutmam bir gece telefon deli gibi çalıyor.baktım saat gece iki buçuk. kesin dedim bir şey oldu. açtım telefonu. ilk ses yok. sonra arkadan gürültü patırtı “bu saatte tavuklar uyur. geliyoruz seni almaya” cümlesi. ben “lan n’oluyor” falan demeye kalmadı kapandı telefon. on dakika sonra kapıda bitti. paşam gelmiş “giyin gidiyoruz” artık itiraz edemedim. giyimdim çıktık. sabah sekizde mesai var. biz gece üçte dışarıya çıktık. “tamam geldim napıcaz? dedim” bir erol taş gülüşü attı. izmir’e çorbaya gidiyoruz. izmir, dönüşle beraber 3 saat. mesai saat sekiz de. gitmeyelim burada içelim dedikçe daha bir iştahlandı. gittik içtik çorbamızı. tabii mesaiye geç kaldık. amirimizden de yedik fırçayı. amir fırça atarken bir hala sarımsak kokuyorduk.
playoffların olduğu sene, 3-1 fenerbahçe maçında görmeniz lazımdı onu. tüm dünya bir araya gelse onu o masadan kaldıramazdı. maç sonunda fenerbahçelilere de gider yapmaktan geri kalmazdı. elmander’e o maçta söylediği bir sevgi cümlesi vardı ki on dakika masada kendimize gelemedik. çok büyük galatasaraylıydı. bileğinden hiç çıkarmazdı sarı-kırmızı o lastikleri. bir kere mercan almıştı. iki gün sonra arda yla aynı tepkiyi vermiştir.
2010’da başladığımız iş arkadaşlığımız 2012 senesinde bitti. işi bırakacağın söylediğinde çok kızdım, bağırdım, anlamadı. çalıştığımız yerde sorunları vardı. “daha iyisini bulurum elbet, çalışan adam her zaman ekmek yer, allah bir kapıyı açar bir kapıyı kapatır” dedi. o ayrıldı işten, benim de bir sene sonra çok uzak bir yere tayinim çıktı. devlet kurumuna geçip geçmemek arasında gidip geliyordum. bir ara gitmeyeceğim dedim. bana bir küfürler etti düşman düşmana böyle küfür etmez. zorla beni devlet kurumuna yolladı. hep bir laf vardı ağzında “devlet gibi yok aga”. ev eşyalarını beraber topladık, beraber tayin olduğum yere gittik. evi beraber bulduk. beraber yerleştirdik. çok sevmişti burayı. batum’u beraber keşfettik tekrardan. döndü bir müddet sonra iş bulmuştu yeni fazla izin alamamıştı. ayrılırken çok üzülmüştük. bana “bırak ulan bu üzgün ayakları. batum dibin. ben gittikten sonra yine gidersin oraya demişti.”
çok şey paylaştık biz onunla sözlük. her şeyi komik bir adam düşünün, zor gününüzde yanında olan bir adam düşünün, kardeşim dediğiniz bir adam düşünün ve....
o'nun soma’da maden faciasında öldüğünü düşünün.....