9
türkiye cumhuriyeti devleti'nin idari anlamdaki en büyük projelerinden biridir. fazlasıyla başarılı bir şekilde işlemeye devam etmektedir. bunun bir üst modeli de her haltın istanbul'da olması, türkiye nüfusu'nun neredeyse üçte birinin istanbul ve civarına yığılmış* * olmasıdır. maksadı ülke yönetimini kolaylaştırmaktır. zamanında mussolini'nin ülkesinde düzenlenen dünya kupasında dört güney amerikalı oyuncuya italya pasaportu verdirerek milli takıma sokması, o milli takımın da güney amerikalılar önderliğinde dünya kupası kazanmasından çok daha gizli ve normal görünen bir plandır bu. 50 yıldır oynanan ligde sadece 4 farklı takımın şampiyon olması çok garip görünse de aslında çok mantıklı sebeplere dayanmaktadır, tıpkı bütün ülkenin %85'inden fazlasının bu üç takımı tutuyor olması gibi.
bu herkesin işine fazlasıyla gelmektedir aslında. en başında basının işine gelmektedir. haftda 9, hatta 18 maça koşacakken sadece 3, belki 4 tane maça adam göndermek. aynı şekilde yayıncı kuruluşun da işine gelir, 9 maçı vermektense haftada 4 maçı yayınlamak. ülke nüfusunun neredeyse tamamı futbolla ilgilenir. takım tutmayan erkeklere kafadan kırık muamelesi yaparlar. hatta şehrinin takımını tutanları bile garipserler, nasılsa o şampiyon olmuyor, neyini tutuyorsun diye. başka sporları adam yerine koymazlar, takip ve icra edenleri de. bu da en başta medyanın işine gelmektedir. hem adam koşturacak iş sayısı azalmakta, bu duruma karşın hitap ettiği kitle maksimum seviyeye çıkmaktadır.
sonrasında vatandaşın o kadar farklı branşa ve o branşlardaki farklı maçlara dağılması da pek sağlıklı ve güvenli değildir. basit bir maç yayını ile insanları iki saatliğine* yüzbinlerce, belki de milyonlarca insanı evinde tutabilmek basitliğiyle ve maliyetiyle orantılandığında çok efektif bir yöntemdir. "diğer" spor dallarına karşı toplumdaki tepkisizlik hatta yok sayma, çocukluktan beri aşılanan "maç için adam kesebilecek" derecede fanatiklik, futbol dışı olayları eleştirir gibi görünerek insanların gözüne gözüne sokma; hepsi aslında büyük bir plan-programın parçasıdır.
herşey üç takımın üzerine kurulmuştur. "spor" haberleri üç büyüklerin futbol takımlarıyla ilgili haberlerden ibarettir. onlar şampiyon olmadığında başarısız sayılırken* * hemen hemen aynı tarihlerde kurulan ankaragücü gibi takımlar için lig cetvelinin üstteki yarısına çıkmak başarı olarak adlandırılır. türkiye'de, şimdiki blog salgınıyla kendini daha bir belli eden, doğru düzgün spor yazabilecek yüzlerce adam varken gazetelerde, televizyonda, orda burda yazar görünümlü amigolar ahkam keser. haftanın 3-4 gecesi saatlerce bu adamlar izlenir. insanların bu adamları saatlerce izleyecek şekilde yetişmiş olması da bu planın bir parçasıdır. maçtaki bir pozisyonu geçtim, bir adamın bir takım taraftarını tahrik edebilecek, hatta hakaret içeren bir konuşması bile matah birşeymiş gibi günlerce ekranda yer alır. insanlar heryerde bu konuları konuşur, konuşmaya niyeti yoksa da konuşmak zorunda kalır.
ülkede kötü giden herşey için de çok önemli bir kamuflajdır üç büyükler. haftanın beş, altı günü çalışan insanların belki de en mutlu olduğu andır maç saatleri. gücü, kazanmayı bu kadar içten yaşayabildiği yegane durumdur belki de. ülkenin neredeyse tamamının üç takıma bağlanması da çok ekonomiktir bu bakımdan. zaten büyük olasılıkla oynadıkları maçı kazanırlar. bir kaybederse ona yüklenirler. ertesi hafta onlar kaybeder, karşı taraftan cevap gelir. hele bazen birbirleriyle oynarlar, tadından yenmez. kafadan 2 hafta ülkenin yarısı kayıptır. yazın ligler yoktur belki ama zaten meclis de kapalıdır o dönemler...
türkiye'de en ufak bir hatada tribünler küfür eder durur. stadlarda stres, kavga, gürültü, itiş kakış hakimdir. kaybeden, kaybettirilenlerin galip getirildiği yerdir stadlar. futbola değil şampiyonluğa, onun getireceği iki laf fazladan etme ve diğerleriyle dalga geçme imkanına aşıktır insanlar. bir tarafının kılları ağarmış, bazen ne dediğini bile bilmeyen adamların saatlerce dinlenmesinin sebebi de budur. 2 saatlik bir maçtan yeterince malzeme çıkamadığı zamanların en büyük yardımcısıdır onlar. türk insanı hiçbir yerde konuşmadığı, konuşturulmadığı kadar özgürdür futbol konusunda. herşeyi bastırılarak, kalıplaştırılarak yönetilmeye çalışılan bir topluma yaratılan kaçış noktasıdır futbol. ama durduk yere o kadar cephe yaratmak yersizdir, üç takım yeter de artar bile...
bu herkesin işine fazlasıyla gelmektedir aslında. en başında basının işine gelmektedir. haftda 9, hatta 18 maça koşacakken sadece 3, belki 4 tane maça adam göndermek. aynı şekilde yayıncı kuruluşun da işine gelir, 9 maçı vermektense haftada 4 maçı yayınlamak. ülke nüfusunun neredeyse tamamı futbolla ilgilenir. takım tutmayan erkeklere kafadan kırık muamelesi yaparlar. hatta şehrinin takımını tutanları bile garipserler, nasılsa o şampiyon olmuyor, neyini tutuyorsun diye. başka sporları adam yerine koymazlar, takip ve icra edenleri de. bu da en başta medyanın işine gelmektedir. hem adam koşturacak iş sayısı azalmakta, bu duruma karşın hitap ettiği kitle maksimum seviyeye çıkmaktadır.
sonrasında vatandaşın o kadar farklı branşa ve o branşlardaki farklı maçlara dağılması da pek sağlıklı ve güvenli değildir. basit bir maç yayını ile insanları iki saatliğine* yüzbinlerce, belki de milyonlarca insanı evinde tutabilmek basitliğiyle ve maliyetiyle orantılandığında çok efektif bir yöntemdir. "diğer" spor dallarına karşı toplumdaki tepkisizlik hatta yok sayma, çocukluktan beri aşılanan "maç için adam kesebilecek" derecede fanatiklik, futbol dışı olayları eleştirir gibi görünerek insanların gözüne gözüne sokma; hepsi aslında büyük bir plan-programın parçasıdır.
herşey üç takımın üzerine kurulmuştur. "spor" haberleri üç büyüklerin futbol takımlarıyla ilgili haberlerden ibarettir. onlar şampiyon olmadığında başarısız sayılırken* * hemen hemen aynı tarihlerde kurulan ankaragücü gibi takımlar için lig cetvelinin üstteki yarısına çıkmak başarı olarak adlandırılır. türkiye'de, şimdiki blog salgınıyla kendini daha bir belli eden, doğru düzgün spor yazabilecek yüzlerce adam varken gazetelerde, televizyonda, orda burda yazar görünümlü amigolar ahkam keser. haftanın 3-4 gecesi saatlerce bu adamlar izlenir. insanların bu adamları saatlerce izleyecek şekilde yetişmiş olması da bu planın bir parçasıdır. maçtaki bir pozisyonu geçtim, bir adamın bir takım taraftarını tahrik edebilecek, hatta hakaret içeren bir konuşması bile matah birşeymiş gibi günlerce ekranda yer alır. insanlar heryerde bu konuları konuşur, konuşmaya niyeti yoksa da konuşmak zorunda kalır.
ülkede kötü giden herşey için de çok önemli bir kamuflajdır üç büyükler. haftanın beş, altı günü çalışan insanların belki de en mutlu olduğu andır maç saatleri. gücü, kazanmayı bu kadar içten yaşayabildiği yegane durumdur belki de. ülkenin neredeyse tamamının üç takıma bağlanması da çok ekonomiktir bu bakımdan. zaten büyük olasılıkla oynadıkları maçı kazanırlar. bir kaybederse ona yüklenirler. ertesi hafta onlar kaybeder, karşı taraftan cevap gelir. hele bazen birbirleriyle oynarlar, tadından yenmez. kafadan 2 hafta ülkenin yarısı kayıptır. yazın ligler yoktur belki ama zaten meclis de kapalıdır o dönemler...
türkiye'de en ufak bir hatada tribünler küfür eder durur. stadlarda stres, kavga, gürültü, itiş kakış hakimdir. kaybeden, kaybettirilenlerin galip getirildiği yerdir stadlar. futbola değil şampiyonluğa, onun getireceği iki laf fazladan etme ve diğerleriyle dalga geçme imkanına aşıktır insanlar. bir tarafının kılları ağarmış, bazen ne dediğini bile bilmeyen adamların saatlerce dinlenmesinin sebebi de budur. 2 saatlik bir maçtan yeterince malzeme çıkamadığı zamanların en büyük yardımcısıdır onlar. türk insanı hiçbir yerde konuşmadığı, konuşturulmadığı kadar özgürdür futbol konusunda. herşeyi bastırılarak, kalıplaştırılarak yönetilmeye çalışılan bir topluma yaratılan kaçış noktasıdır futbol. ama durduk yere o kadar cephe yaratmak yersizdir, üç takım yeter de artar bile...