• 8984
    saatlerdir düşünüp duran içindekileri bir şekilde dışa vurmaya çalışan ama nereden başlayacağını bilmeyen bir galatasaray taraftarı olarak düşündüm ki başlamanın en güzel olacağı başlık burası.

    ilk olarak eğer başıma bir şey gelmeyecekse ben bu takımda burak, drogba, sneijder ve selçuğu istemiyorum. hatta işi daha da ileri götürerek söyleyebilirim ki isterlerse dördü birden devre arasında bedelsiz olarak fenerbahçe ya da beşiktaş'a transfer olabilirler.

    neden mi istemiyorum? açıklayayım.

    drogba geldiği ilk maçta golünü attı, köşe gönderine gitti, iki kolunu iki yana açtı ve "işte geldim burdayım, ben bu işte ustayım!" pozunu gösterdi taraftara. evek haklıydı, evet ustaydı. ancak o içinde bulunan fatih terim egosu'ndan yüksek olan egosu gün geçtikçe takıma uyması gereken drogbayı "ben ne takıma uyacağım, takım bana uysun" mentalitesine itti. önce duran toplara tecavüz etmeye başladı, sonra ilk maçlarındaki isteği yerini bir boşvermişliğe bir sallamamazlığa bıraktı. evet drogbanın 10 dakikalık istekli oyunu bu takıma o 10 dakika içerisinde 2 gol 1 kırmızı kart bile kazandırabilir. ancak maçın büyük çoğunluğunda hava toplarında bile tam olarak çıkmaya çalışmayan, vatandaşı eboue'ye uyup aldığı tüm darbelerde yerde yatmanın yollarını arayan drogba'nın samimiyetsizliği o 10 dakika içerisinde takım içerisinde sırıttığından çoğu zaman faydalı olmuyor. eğer fiziğin yetmiyorsa 45 dakika oyna, 60 dakika oyna, ama adam gibi oyna. ama eğer her fırsatta çıkıp "ben 40'ıma kadar oynarım, kendimi hazır hissediyorum!" diyorsan, 90 dakika oyna chelsea'daki drogba gibi oyna.

    sneijder. kare asın ikincisi. geldiği günden beri amacı sakatlık dönemini adam gibi atlatıp, dünya kupası, ardından da bir dünya devi değilse ben de namerdim. her defasında "klübümde mutluyum, burada olmaktan mutluyum. takımıma aşığım" gibi sözler sarfetmesi tamamiyle taraftara oynamak. en basitinden en büyük meziyeti duran toplar olan, 35-40 metreden juninho gibi çatala frikik asan sneijder neden bir frikiğin başına geçmez geldiğinden beri? ya da bir duran topta bile neden selçuğa, drogba'ya "çekil arkadaş, bir tane ben vuracağım!" deyip de zımba gibi asmaz? aynı anda hem drogbayı, hem selçuğu susturmaz? demek istediğimi aşağıdaki videoyu izleyenler daha iyi anlayabilirler. etliye sütlüye karışmayacaksan, o formayı boşuna ziyan etme adamım. amacın bir basamak olarak görmekse tezelden bas git. bizi kanser etme. canla başla oynayacaksan, çık sahaya da sözlerinin arkasında dur.

    http://www.youtube.com/watch?v=gafkIsqJI4c

    burak. sana nerden başlasam bilmiyorum. senden hem nefret ediyorum, hem çok seviyorum. bunun sebebi şudur. beşiktaştan gönderildin. fenerden gönderildin. trabzonda parladın, kavga gürültü bize geldin. her zaman elinden geleni yaptığına eminim. ama gurbete giden türkler gibi takım içerisinde kendini gurbetçi gibi görüyorsun. attığın pasların en düzgün olanları hep selçuğa oluyor, selçuğu göremiyorsan ilk seçenek şut deniyorsun. şut atılmayacak bir yerdeysen en yakınındaki arkadaşına şut hızında pas verip atağı bitiriyorsun. evet adamım bir de biliyoruz senin sağ açık sol açık oynamayacağını. ancak forvette drogba gibi bir adam var ve sen havadan top alamazsın, ayağına aldığın topla dönemezsin. boş alanda önüne top atılacak 10 metre sürecek gol atacaksın da, böyle de bir ömür geçmiyor. iki stoper markaja geldiğinde ya kayboluyorsun, ya ofsayta takılıyorsun. ben bıktım "burak yılmaz ofsayt" repliğini duymaktan. git biraz birebir çalış. önünde kaleci yok, kaleye 5 metre mesafedesin, çizgi üzerinde 1 defans oyuncusu var. kale dediğin 7 metre, bir adam 50 cm. gidip adamın üzerine nişanlıyosun. nişanlarsın, orasında değilim. ama topa her vurmadan önce insan bir kafasını kaldırır etrafa bakar neresi boş diye. topa bakarak şu çekersen, köşeye salıvermek varken adamın üzerine atarsan, sonraları çok yırtınırsın.

    ve geldik selçuk inan'a. sevgili maestromuza. canım ciğerim. sana olan inancımız tabiki her zaman daha fazla. bunun sebebini kesinlikle kendinde ve oyununda arama yalnız. felipe melo ile birlikte bizi barış-ayhan-mustafa üçlüsünden kurtardığınız bu gözlere az da olsa bir futbol ışığı izlettiğiniz içindir. ilk geldiğin sezon adam gibi top oynadın. kimse ağzını açıp gık diyemez. ancak ilk sezon sonunda "burak yılmaz en sevdiğim arkadaşım onunla aynı takımda oynamak istiyorum, onu galatasaray'da istiyorum!" şeklindeki açıklamalarınla belki de fatih hoca'nın aklına sen soktun bu transferi. adamı getirttin. ondan sonra bir anda içine bir hemşehrisini tutan gurbetteki adam kaçtı. topu her ayağına aldığında gözlerin burağı aradı. atabildiysen attın, atamadıysan stopere pas attın. en sıkıştığın anda sneijder'i zorda bırakacak olduğunu bile bile bombayı eline verdin, geri çekildin. evet her maç %80-85 isabetli pas oranında oynuyorsun. ancak bunun yarısından fazlası eğer chedjou, semih, eboue ile olduğunda pek bir iş becermiyorsun. istatistikler şampiyonluk kazandırmıyor. ruhunla oyna, komplekslerinden kurtul, insiyatif al, daha fazla şut çek, gerekirse saha içinde kavga et. transferinden sonra "bazen bazı şeyler paradan önce gelir. ben kendimi bildim bileli galatasaray'lıyım!" diyorsan, saha içerisinde adam seçmek, ona göre oynamak olmaz adamım. bu işler böyle yürümez. canla başla, ruhla oynayacaksan oyna. oynamaycaksan manisa'ya dönebilirsin.

    söylenilenlerden anlaşıldığı gibi bu takımın genel problemi, ne defans, ne orta saha, ne forvet, ne kale. bu takımın genel problemi tamamiyle takım içerisindeki arkadaşlık ve mentalite. hiç kimsenin bir birine, en önemlisi armaya ve renklere saygısı kalmamış. bir kısım kendini ispat etme, bir kısım arkadaşını yüceltme, bir kısım bana dokunmayan yılan bin yaşasın modunda.

    işin en kötü yanı da şu ki, ligimizde bu yabancı kontenjanı kuralı olduğu sürece bu tarz işler her zaman baş gösterecektir. çünkü her halükarda sahada 5 yerli olmak zorundadır. ve de yerli oyuncular her zaman stabil, yabancılar her zaman değişken olduğundan yerlilerin kibirleri her zaman tavana vuracaktır. bu yüzdendir vasat yerlilerin yıllarca aynı formayı terletmeleri. sanılanın aksine yabancı sınırı serbest bırakıldığında türk futbolu gelişir. çünkü o zaman pasaportu tutan değil, hakeden formayı alır. işte o zaman sakatlık dönüşü 10 kilo fazlayla sahaya çıkan değil, daha da güçlenen yerli futbolcular görürüz.

    (bkz: yıllar sonra girilen entry)
App Store'dan indirin Google Play'den alın