3
--- alinti ---
dile kolay beşi hemen olmak üzere altı kişinin vefat ettiği, iki kişinin en kuvvetli oldukları bir dönemde aniden özürlü hale geldiği, üç kişinin kafadan önemli darbeler aldığı, birçok kişinin de bacağını, kolunu, belini kırdığı, dalağını ameliyat masalarında bıraktığı büyük bir felaketi, üstelik de yaşayan birinin anlatması!
o dönemlerde bizim gibi daha birçok takım deplasmanlara gidişte karayolunu tercih ediyordu. yollar hayli uzun olduğu için biz de dahil çoğu arkadaşımız hareket edeceğimiz sabahın gecesini video seyrederek geçirip çok az uyuyorduk ki, otobüste rahat uyuyabilelim. 20 ocak 1989 sabahında da aynı şeyler yaşandı ve otobüsün tekerlekleri döner dönmez çoğumuz uykunun kollarına düşüverdi. otobüse en son biz binmiştik ve kaza öncesinde tek hatırladığım havanın çok puslu oluşu ile çok sevdiğim nuri hocamın yanının boş oluşuydu. o an hocamın yanına giderek biraz sohbet edeyim diye düşündümse de, sonrasında, “yol çok uzun, uykum da var. nasılsa uyanınca giderim.” diye fikir değiştirdim. onun bir daha uyanamayacağını hiç aklıma getirmeden! sonrasında tek hatırladığım sahne futbol sahalarının gördüğü en centilmen futbolculardan birisi olan ve bir sıra önümde oturan mete’nin, “vuruyoruz.” demesiydi.
aylar önce rüyasında beraberce ölümü beklediğimizi, benim kurtulduğumu kendisinin ise öldüğünü görecek kadar temiz kalpli olan doğru bir adamın rüyası aynen çıkıyordu. uyumakta olan ben çok kısa bir zaman dilimi içerisinde oturma pozisyonuna geçiyor, bu sayede koltukların arasında sıkışarak bir yere çarpmama şansına sahip oluyorken, rahmetli arkadaşım olayı net görmenin ve de kaderin çağrısı neticesinde ayağa kalkıyor, başını tavana vuruyor ve yaradan’ına dönüyordu.
yalnızca mete mi? ülkenin en iyi stoperlerinden muzaffer, son model arabalarla yarışacak kadar hızlı ve iyi bir şoför olan asım ağabeyimiz, talihin randevusuna vaktinde yetişebilmek için kayseri şeker fabrikası’ndaki sırasını arkadaşlarıyla değiştiren kamyon sürücüsü ve canım kadar sevdiğim nuri hocam ilk anda aramızdan ayrılıyordu. başka bir din mensubu olmasına rağmen annesi için camide dua etmemizi isteyecek kadar aydın görüşlü, inançlı yugoslav tomiç ise, aylarca bitkisel hayatta kaldıktan sonra ebedi aleme göç ediyordu.
nuri hoca, öyle kibar, öyle beyefendi, öyle samsunspor aşığı biriydi ki, bilmeyenlere onu anlatmak imkânsız. bir gün kırılmadığım, bir gün bile kendisini kırmamak için azami özen gösterdiğim sevgili hocama zamanın bir yerinde sormuştum, “hocam italya’da ya da ispanya’da çalışırken seni samsunspor istese gelir misin?”. gelirim elbette’ demişti. zaten o yaşıyor olsaydı izin vermeyeceği için benim de başka bir kulübe gitmem mümkün değildi! nuri hocaya yaşarken hiç saygısızlık yapmadığım halde onu ne kadar sevdiğimi söyleyemediğime o kadar yanıyorum ki!
samsun halkının kaza sonrasında takımına sahip çıkması ne kadar güzeldi! bize gözbebekleri gibi baktılar. hükümetin 3 milyar gibi büyük bir meblağı kulübe tahsis etmesi ne büyük incelikti. lâkin gidenlerin yerini doldurabilmek ne mümkün! ancak zaman öylesine sihirli bir kelime ki, yeri gelince her şeyin üzerini örtüveriyor. ve sonunda olan yalnızca ölenlere ve ıstırapları halen sürenlere oluyor. sahalarımızın gördüğü en çalışkan futbolculardan biri iken tekerlekli sandalyeye mahkum olan kaptanımız emin ile kolunun birini kullanamaz hale gelince siyah saçlarını birkaç haftada aklarla değiştiren klas santrfor erol’u, eğer ki arayıp sormuyorsak vefasızlıktan ziyade onların devam eden acılarını hatırlatmamak için olsa gerek!
--- alinti ---
* *
dile kolay beşi hemen olmak üzere altı kişinin vefat ettiği, iki kişinin en kuvvetli oldukları bir dönemde aniden özürlü hale geldiği, üç kişinin kafadan önemli darbeler aldığı, birçok kişinin de bacağını, kolunu, belini kırdığı, dalağını ameliyat masalarında bıraktığı büyük bir felaketi, üstelik de yaşayan birinin anlatması!
o dönemlerde bizim gibi daha birçok takım deplasmanlara gidişte karayolunu tercih ediyordu. yollar hayli uzun olduğu için biz de dahil çoğu arkadaşımız hareket edeceğimiz sabahın gecesini video seyrederek geçirip çok az uyuyorduk ki, otobüste rahat uyuyabilelim. 20 ocak 1989 sabahında da aynı şeyler yaşandı ve otobüsün tekerlekleri döner dönmez çoğumuz uykunun kollarına düşüverdi. otobüse en son biz binmiştik ve kaza öncesinde tek hatırladığım havanın çok puslu oluşu ile çok sevdiğim nuri hocamın yanının boş oluşuydu. o an hocamın yanına giderek biraz sohbet edeyim diye düşündümse de, sonrasında, “yol çok uzun, uykum da var. nasılsa uyanınca giderim.” diye fikir değiştirdim. onun bir daha uyanamayacağını hiç aklıma getirmeden! sonrasında tek hatırladığım sahne futbol sahalarının gördüğü en centilmen futbolculardan birisi olan ve bir sıra önümde oturan mete’nin, “vuruyoruz.” demesiydi.
aylar önce rüyasında beraberce ölümü beklediğimizi, benim kurtulduğumu kendisinin ise öldüğünü görecek kadar temiz kalpli olan doğru bir adamın rüyası aynen çıkıyordu. uyumakta olan ben çok kısa bir zaman dilimi içerisinde oturma pozisyonuna geçiyor, bu sayede koltukların arasında sıkışarak bir yere çarpmama şansına sahip oluyorken, rahmetli arkadaşım olayı net görmenin ve de kaderin çağrısı neticesinde ayağa kalkıyor, başını tavana vuruyor ve yaradan’ına dönüyordu.
yalnızca mete mi? ülkenin en iyi stoperlerinden muzaffer, son model arabalarla yarışacak kadar hızlı ve iyi bir şoför olan asım ağabeyimiz, talihin randevusuna vaktinde yetişebilmek için kayseri şeker fabrikası’ndaki sırasını arkadaşlarıyla değiştiren kamyon sürücüsü ve canım kadar sevdiğim nuri hocam ilk anda aramızdan ayrılıyordu. başka bir din mensubu olmasına rağmen annesi için camide dua etmemizi isteyecek kadar aydın görüşlü, inançlı yugoslav tomiç ise, aylarca bitkisel hayatta kaldıktan sonra ebedi aleme göç ediyordu.
nuri hoca, öyle kibar, öyle beyefendi, öyle samsunspor aşığı biriydi ki, bilmeyenlere onu anlatmak imkânsız. bir gün kırılmadığım, bir gün bile kendisini kırmamak için azami özen gösterdiğim sevgili hocama zamanın bir yerinde sormuştum, “hocam italya’da ya da ispanya’da çalışırken seni samsunspor istese gelir misin?”. gelirim elbette’ demişti. zaten o yaşıyor olsaydı izin vermeyeceği için benim de başka bir kulübe gitmem mümkün değildi! nuri hocaya yaşarken hiç saygısızlık yapmadığım halde onu ne kadar sevdiğimi söyleyemediğime o kadar yanıyorum ki!
samsun halkının kaza sonrasında takımına sahip çıkması ne kadar güzeldi! bize gözbebekleri gibi baktılar. hükümetin 3 milyar gibi büyük bir meblağı kulübe tahsis etmesi ne büyük incelikti. lâkin gidenlerin yerini doldurabilmek ne mümkün! ancak zaman öylesine sihirli bir kelime ki, yeri gelince her şeyin üzerini örtüveriyor. ve sonunda olan yalnızca ölenlere ve ıstırapları halen sürenlere oluyor. sahalarımızın gördüğü en çalışkan futbolculardan biri iken tekerlekli sandalyeye mahkum olan kaptanımız emin ile kolunun birini kullanamaz hale gelince siyah saçlarını birkaç haftada aklarla değiştiren klas santrfor erol’u, eğer ki arayıp sormuyorsak vefasızlıktan ziyade onların devam eden acılarını hatırlatmamak için olsa gerek!
--- alinti ---
* *