3970
ne kadar cehennem olacağı sahadaki futbolcularımızın performansına bağlı stat. futbol sahada oynanıyor. takım rakibi sahada ne kadar bunaltırsa birazcık hava almak için yer arayan rakip gözler taraftarla gözgöze gelecek. kafasını ne kadar yukarı kaldırırsa kaldırsın üst sıradaki ve bir üst sıradaki taraftarla gözgöze gelecek. yeküne toplu bakınca birazcık dahi rahatlayamayacak aksine bunaltısı artacak.
ancak ne kadar ali sami yen olabilecek ben de meraklıyım. her şeyden önce taraftar. fenerhbahçe de yaşadı bunu stat büyüdükçe nitelikten öte nicelik çıktı ön plana. performansları düştü. ama bu zamanla mı alakalı yoksa taraftar profiliyle mi onu da ayrıca değerlendirmek lazım. eskiden daracık kafesten geçerek ali sami yen'e girer birkaç basamak sonra yeşil sahasıyı görür ve stadın maneviyatını hissederdik. arena'da gişeden girdikten sonra bayramda ziyarete gittiğimiz akrabamızın asansörsüz 5 katlı eve gidermiş gibi çık allah çık bitmeyen bir yol katetmemiz gerekiyor. stat kapasitesi nedeniyle bugünkü statta kombine alıp stada uğramayan adam var. eskiden de vardı. ama stat bugünkü boş görüntüyü vermiyordu.
ve de stadın genel özelliği. yeni statlarımızın hepsi daha fazla kapasiteye sahip. normal olarak modern şekilde yapılmış oluyorlar. halbuki eski statlarda o gettonun, bilinmeyenin ürkütücülüğü var. şu meşhur manchester'ın 1993'teki istanbul seyahatini anlatan videoda manchesterlı futbolcunun sözlerini hatırlıyorum: "eski stil sahalar, o sis, o konu, değişik sigara kokuları..." bunlar adamları sindirmişti. çünkü "bilinmeyen"e gelmişlerdi. bilinmeyen korkutur.
ingiliz takımının futbolcusu olduğunuzu düşünün bir an, ingiltere'nin ve yakın kültüre sahip avrupa'nın dört bir yanında maç yapmışsınız. her türlü tecrübeyi edinmişsiniz. sonra istanbul'a yolunuz düşüyor. ya da 18-19 yaşlarındasınız, sizin için tanıdık olmayan, basından veya ailenizden yarım yamalak bilgilerle yola çıkıyorsunuz. neyle karşılaşacağınız hakkında hiçbir tahmininiz yok. ve daha havaalanı çıkışı insanlar size cehenneme hoşgeldiniz, çıkış yok diye bağırarak karşılıyorlar. bağırmak yanlış, höykürüyorlar. ellerinde pankartlar, sarı kırmızı byaraklar ama ceketli kazaklı tipler bunlar. şimdiki gibi sahadaki 11 misali formalı taraftarlar değil. ordan otele götürüyorlar. deniz kenarı lüks sakin bir ortam. maç saatine kadar dinleniyorsunuz. ve maç saati geliyor, çatıyor. takım otobüsüne binip mecidiyeköy'e doğru yola çıkıyorsunuz. stada yaklaştıkça artan, alışık olmadığınız, atalarınızdan barbar olarak nitelendirilerek genlerinize korku işlenmiş bıyıklı sakallı insan tiplerini görüyorsunuz. ne dediklerini anlamıyorsunuz ama söylediklerinin hiç de dosthane şeyler olmadıklarını iliklerinize kadar hissediyorsunuz. zaten bu ülkeye adım attığınız anda istenmediğiniz, sevilmediğinizi hissetmiştiniz. bu düşünce kafanızda kartopu misali çığa dönüşme yolunda hızla ilerliyor. halbuki adamlar sizi seviyoruz hoşgeldiniz bile deseler; canınız cehenneme, öldürcez sizi diye vücudunuzu zikredecek. stada geliyorsunuz, derme çatma bir stat. yerin altında bulunan soyunma odaları dökülüyor. hani insan evini özler ya misafirlikte raharsız olur. bu o hissin 100 katı. dışardan gelen sesler artmaya başlıyor. elektiriği hissediyorsunuz. teknik direktörünüz çıkın sahaya bakın diyor. tünelden geçiyor ve binlerce kudurmuş insanla karşı karşıya kalıyorsunuz. maçın başlamasına daha çok var ama boğazlarını patlatıyorlar. kulaklarınızın alışık olduğu tınılardan farklı tınılar var tribünlerde. anlamıyorsunuz, bir kişilik yerde 3 kişi duran, ne merdiven ne kapı boluğu kalmış, tıklım tıklım insan dolu bir stat. işin eğlencesine kaçmak istiyorsunuz ama kafanızın bir köşesinde de bu adamlar acaba sahaya girer mi, bana zarar verir mi diye düşünmekten kendinizi alamıyorsunuz. maça çıkmadan önce, polisten son uyarı geliyor: "bizi bekleyin beraber çıkıcaz, sizi koruyacaz!" düşünsenize adamlar kendi insanından koruyacaklar sizi. polis hem de. öyle veya böyle nasıl geçtiğini anlamadığınız 90 dakika bitiyor. maç sonu ülkenizde tapılan sir ilan edilen teknik direktörünüz bile umarım bi daha buraya geri gelmeyiz diyor.
bunlar arena'da olacak mı?! zor. artık rakip galatasaray'ı ve istanbul'u biliyor. modern bir stada gelecekler, lüks soyunma odalarında üstlerini değişip, sahaya çıktıklarında avrupa'nın birçok modern stadındaki görüntüyle karşılaşacaklar. yeşil saha, dolu tribünler, bütün taraftarların üzerinde forma, ellerinde kayıt yapan cep telefonları ve bir avrupa maçı. ryan giggs ve ferguson dışında 20 sene önceyi tecrübe edinmiş kimse yok kadroda. belki gözlerinde fazla büyütecekler, sahaya çıkınca bu muymuş yahu diyecekler ya da tam tersi bu bizim işimize gelecek bilmeyiz. belki de sir bu kez istemediğimiz bir sonuç ardından o ukalalığını konuşturup "en azından üzerimizi değiştirebileceğimiz güzel odalarınız olmuş" diyerek ülkesine geri dönecek.
inşallah o gün orada 50bin küsür taraftar şahitlik edecek tarihe. elimizden geleni yapalım, bakalım hala o ali sami yen cehennemi içimizde mi biz de görelim?!
ancak ne kadar ali sami yen olabilecek ben de meraklıyım. her şeyden önce taraftar. fenerhbahçe de yaşadı bunu stat büyüdükçe nitelikten öte nicelik çıktı ön plana. performansları düştü. ama bu zamanla mı alakalı yoksa taraftar profiliyle mi onu da ayrıca değerlendirmek lazım. eskiden daracık kafesten geçerek ali sami yen'e girer birkaç basamak sonra yeşil sahasıyı görür ve stadın maneviyatını hissederdik. arena'da gişeden girdikten sonra bayramda ziyarete gittiğimiz akrabamızın asansörsüz 5 katlı eve gidermiş gibi çık allah çık bitmeyen bir yol katetmemiz gerekiyor. stat kapasitesi nedeniyle bugünkü statta kombine alıp stada uğramayan adam var. eskiden de vardı. ama stat bugünkü boş görüntüyü vermiyordu.
ve de stadın genel özelliği. yeni statlarımızın hepsi daha fazla kapasiteye sahip. normal olarak modern şekilde yapılmış oluyorlar. halbuki eski statlarda o gettonun, bilinmeyenin ürkütücülüğü var. şu meşhur manchester'ın 1993'teki istanbul seyahatini anlatan videoda manchesterlı futbolcunun sözlerini hatırlıyorum: "eski stil sahalar, o sis, o konu, değişik sigara kokuları..." bunlar adamları sindirmişti. çünkü "bilinmeyen"e gelmişlerdi. bilinmeyen korkutur.
ingiliz takımının futbolcusu olduğunuzu düşünün bir an, ingiltere'nin ve yakın kültüre sahip avrupa'nın dört bir yanında maç yapmışsınız. her türlü tecrübeyi edinmişsiniz. sonra istanbul'a yolunuz düşüyor. ya da 18-19 yaşlarındasınız, sizin için tanıdık olmayan, basından veya ailenizden yarım yamalak bilgilerle yola çıkıyorsunuz. neyle karşılaşacağınız hakkında hiçbir tahmininiz yok. ve daha havaalanı çıkışı insanlar size cehenneme hoşgeldiniz, çıkış yok diye bağırarak karşılıyorlar. bağırmak yanlış, höykürüyorlar. ellerinde pankartlar, sarı kırmızı byaraklar ama ceketli kazaklı tipler bunlar. şimdiki gibi sahadaki 11 misali formalı taraftarlar değil. ordan otele götürüyorlar. deniz kenarı lüks sakin bir ortam. maç saatine kadar dinleniyorsunuz. ve maç saati geliyor, çatıyor. takım otobüsüne binip mecidiyeköy'e doğru yola çıkıyorsunuz. stada yaklaştıkça artan, alışık olmadığınız, atalarınızdan barbar olarak nitelendirilerek genlerinize korku işlenmiş bıyıklı sakallı insan tiplerini görüyorsunuz. ne dediklerini anlamıyorsunuz ama söylediklerinin hiç de dosthane şeyler olmadıklarını iliklerinize kadar hissediyorsunuz. zaten bu ülkeye adım attığınız anda istenmediğiniz, sevilmediğinizi hissetmiştiniz. bu düşünce kafanızda kartopu misali çığa dönüşme yolunda hızla ilerliyor. halbuki adamlar sizi seviyoruz hoşgeldiniz bile deseler; canınız cehenneme, öldürcez sizi diye vücudunuzu zikredecek. stada geliyorsunuz, derme çatma bir stat. yerin altında bulunan soyunma odaları dökülüyor. hani insan evini özler ya misafirlikte raharsız olur. bu o hissin 100 katı. dışardan gelen sesler artmaya başlıyor. elektiriği hissediyorsunuz. teknik direktörünüz çıkın sahaya bakın diyor. tünelden geçiyor ve binlerce kudurmuş insanla karşı karşıya kalıyorsunuz. maçın başlamasına daha çok var ama boğazlarını patlatıyorlar. kulaklarınızın alışık olduğu tınılardan farklı tınılar var tribünlerde. anlamıyorsunuz, bir kişilik yerde 3 kişi duran, ne merdiven ne kapı boluğu kalmış, tıklım tıklım insan dolu bir stat. işin eğlencesine kaçmak istiyorsunuz ama kafanızın bir köşesinde de bu adamlar acaba sahaya girer mi, bana zarar verir mi diye düşünmekten kendinizi alamıyorsunuz. maça çıkmadan önce, polisten son uyarı geliyor: "bizi bekleyin beraber çıkıcaz, sizi koruyacaz!" düşünsenize adamlar kendi insanından koruyacaklar sizi. polis hem de. öyle veya böyle nasıl geçtiğini anlamadığınız 90 dakika bitiyor. maç sonu ülkenizde tapılan sir ilan edilen teknik direktörünüz bile umarım bi daha buraya geri gelmeyiz diyor.
bunlar arena'da olacak mı?! zor. artık rakip galatasaray'ı ve istanbul'u biliyor. modern bir stada gelecekler, lüks soyunma odalarında üstlerini değişip, sahaya çıktıklarında avrupa'nın birçok modern stadındaki görüntüyle karşılaşacaklar. yeşil saha, dolu tribünler, bütün taraftarların üzerinde forma, ellerinde kayıt yapan cep telefonları ve bir avrupa maçı. ryan giggs ve ferguson dışında 20 sene önceyi tecrübe edinmiş kimse yok kadroda. belki gözlerinde fazla büyütecekler, sahaya çıkınca bu muymuş yahu diyecekler ya da tam tersi bu bizim işimize gelecek bilmeyiz. belki de sir bu kez istemediğimiz bir sonuç ardından o ukalalığını konuşturup "en azından üzerimizi değiştirebileceğimiz güzel odalarınız olmuş" diyerek ülkesine geri dönecek.
inşallah o gün orada 50bin küsür taraftar şahitlik edecek tarihe. elimizden geleni yapalım, bakalım hala o ali sami yen cehennemi içimizde mi biz de görelim?!