6
uygulamaya geçilmesiyle birlikte, yıllardır dillendirilen kurumsal yapıların çok büyük önem kazanacağı uygulamadır.
bu uygulamanın getireceği birkaç önemli avantaj var ve bence bunlar da futbol ruhuna uygun gelişmeler olacaktır.
zaten türkçe meali de ayağını yorganına göre uzattır.
zira her kulüp bir sezonda önce 45 milyon, daha sonra en fazla 30 milyon euro zarar edebilecek.
kulüplerin gelir kapılarına bakıldığında, 3 temel kalem mevcut diyebiliriz: yayınlar, biletler, ve ürün pazarlama(sponsorluklar, isim hakları vs. dahil)
yayın gelirleri, üst seviyede mücadele eden kulüpler için neredeyse aynı miktar, ancak ingilizler ve ispanyollar bu konuda biraz daha avantajlı.
ingilterede yıllık 1,25 milyar euro'yu bulan ücretler kulüplere dağıtılırken, üst sıradaki takımlar daha fazla pay alıyor, ancak arada büyük uçurum yok.
ispanya'da barca ve real pastanın %60'ına sahipken kalan diğer tüm takımlar %40'ı paylaşmak durumunda.
şampiyonlar ligi'nin gelir dağıtımı ise herkese başarı oranıyla dağıtılyor.
biletlerde de avrupa'da bir ortalama tutturulduğunu söyleyebiliriz. tabii ki chelsea ve hamburg arasında fark var, ancak rekabeti önleyecek kadar değil.
kulüplerin gelir kapısında fark yaratabileceği en önemli kalem ise pazarlama, bu konuya biraz daha aşağıda değineceğim.
şimdi resme geri dönüp bakınca, real, barca, united gibi kulüplerin gelirlerinin dağılımı bu üç kalemde de aşağı yukarı eşit.
örneğin real 450 m euro'luk gelirinin 140'ını yayınlardan, 180'ini pazarlamadan, 130'unu ise biletlerden kazanmış.
ancak aşağı doğru inince, bu gelirlerin, örneğin juve'de %60 yayın, %25 pazarlama, %15 bilet şekline geldiğini ve pastanın büyük kısmını yayınların oluşturduğunu görüyoruz.
ve asıl mesele olan, gelir-gider dengesini oturtmakta ise en büyük sorunu yaşayan ve yaşayacak kulüpler ise bu para pompalanmış sermayeli kısımlar.
bir kulübün giderlerinin ortalama olarak %70'ini futbolcu ve futbol operasyonu maaşları ve bonservisleri oluşturuyor.
geçen yıl milan takımı 235 milyon gelirinin, 195 milyonunu futbolculara vermiş.
juve 155 milyon gelire karşın, 140 milyon futbolcu maaşı ödemiş.
juve'nin şampiyonluk sayesinde kazandığı ücretler zararını neredeyse karşılarken, milan 70 milyon euro zarar göstermiş durumda.
bundan dolayı bu sene ibra, gattuso, nesta gibi yüksek maliyetli oyunculardan ciddi anlamda tasarruf etmeye başladılar.
city ise 170 milyon geliri varken 200 milyon sadece futbolcuya ücret vermiş.
işte bu noktada, aşırıya kaçan futbolcu maaşlarının ödenmesini karşılayabilecek tek ekstra ve fark yaratılabilecek kalem pazarlama olarak duruyor.
herkesin bildiği gibi, barca, real, united dünyanın dört bir yanından bu şekilde para kazanabiliyor ve yüksek maaşlı oyuncuları oynatabiliyor.
ancak ne city, ne liverpool, ne juve, ne milan ne de inter bu kulüplerle başa çıkabilecek seviyede değil ve o noktaya ulaşana kadar, diğerleri arayı daha da fazla açıyor.
global ölçekte bakınca, 5 sene sonrasında dominant kulüplerin sayısının azalacağını, ayakta kalanların ise özellikle pazarlama konusunda öne çıkan takımların olacağını kestirmek mümkün.
kendi ligimize geldiğimizde ise, yıllardır oturtulmaya çalışılan ama altı halen boş olan kurumsallık kelimesinin önemi, özellikle büyük takımlar için, ortaya çıkacak.
burada da galatasaray ve fenerbahçe'nin kombine, yayın ve mağaza konusunda aşağı yukarı aynı gelirlere ve potansiyellere sahip olduklarını söylemek lazım.
iki takımın taraftarı da benzer oranda maça gidip, alışverişleriyle benzer para kazandırıyorlar takımlarına.
şampiyon olan takım, hem şampiyonluk hem de popülaritenin getirdiği ivmeyle gelirini bir kademe daha yukarı çekebiliyor.
ancak finansal fair play uygulaması yürürlüğe girdikten sonra, pahalı kadrolarıyla iki kulübün de zor duruma düşeceği bir gerçek.
bu konuda, bu yıl transferde melo ile yapılan pazarlıklar da yönetimin gerekli özenli çalışmanın içinde olduğunun bir göstergesi bana göre.
avrupa'da yakalanacak başarı ile beraber takımın yurt içi ve yurt dışında tanınması, pazarlaman gelirlerinin direkt olarak artışına neden olacaktır.
yine bu kalemde, nasıl avrupa'nın büyük kulüpleri asya ve amerika pazarına girmişlerse, bizim büyük kulüplerimizin de orta asya'daki zenginleşen türki cumhuriyetlere ve avrupa'daki türk vatandaşlarına el atması gerekiyor.
kısa vadede bu pek mümkün değil, sonuç olarak izmir'e ürün sağlayamayan bir operasyondan bahsediyoruz.
ancak mümkün olacaksa, bu mağazalardan ziyade internet ortamının kullanılması yoluyla gerçekleşecektir.
küçük kulüplerin bu finansal fair play uygulamasından nasıl etkileneceğini düşününce aslında ortaya pek bir fark çıkacağını sanmıyorum.
belki eskişehir ve bursa gibi, az ama sadık taraftar kitlesi bulunan takımlar bir adım öne çıkabilir.
fakat gençlerbirliği, kayseri, ibb gibi takımların tek gelir kalemi yine yayın ve iddaa gelirleri olacaktır.
her ne kadar biz sevmesek de hurma, cavcav gibi yöneticiler, futbolcu alıp satarak, pahalı transfer yapmayarak kendi dengelerini koruyacaklardır.
büyük kulüplerin maaş ortalamasının düşmesine paralel olarak olası kadro kalitesi düşmesi de bu takımların rekabet gücünü artırabilir.
ancak buca gibi,elazığ gibi, süper lig'e çıktıktan sonra 10 futbolcu al, 20 futbolcu gönder gibi saçma revizyonlar yaparsan, dengeyi bulamaz ve tepe takla düşersin.
meseleyi toparladığımızda, benim kişisel öngörüm, türkiye'de eğer galatasaray ve fenerbahçe pazarlama girdilerini artırabilirlerse, ki bu yurt içi ve yurt dışı potansiyeli verimli kullanmaktan geçer -mevcut vaziyet her iki takımın geride kaldığını gösteriyor-, diğer kulüplerle aralarındaki farkı açıp, aynı ispanya gibi iki takımlı bir lige dönüşebiliriz.
eğer bu girdi kalemini artıramazlarsa, yani yayın geliri diğer iki kalemin halen önüne geçerse, elindeki imkanı verimli kullanan anadolu takımlarıyla aradaki fark kapanabilir.
çünkü onlar zaten bizim alışmaya başladığımız ama yetersiz kalan ürün pazarlamasına hiç sahip olamadılar ve o olmadan nasıl mücadele edileceği konusunda bir hayli tecrübeliler.
bu uygulamanın getireceği birkaç önemli avantaj var ve bence bunlar da futbol ruhuna uygun gelişmeler olacaktır.
zaten türkçe meali de ayağını yorganına göre uzattır.
zira her kulüp bir sezonda önce 45 milyon, daha sonra en fazla 30 milyon euro zarar edebilecek.
kulüplerin gelir kapılarına bakıldığında, 3 temel kalem mevcut diyebiliriz: yayınlar, biletler, ve ürün pazarlama(sponsorluklar, isim hakları vs. dahil)
yayın gelirleri, üst seviyede mücadele eden kulüpler için neredeyse aynı miktar, ancak ingilizler ve ispanyollar bu konuda biraz daha avantajlı.
ingilterede yıllık 1,25 milyar euro'yu bulan ücretler kulüplere dağıtılırken, üst sıradaki takımlar daha fazla pay alıyor, ancak arada büyük uçurum yok.
ispanya'da barca ve real pastanın %60'ına sahipken kalan diğer tüm takımlar %40'ı paylaşmak durumunda.
şampiyonlar ligi'nin gelir dağıtımı ise herkese başarı oranıyla dağıtılyor.
biletlerde de avrupa'da bir ortalama tutturulduğunu söyleyebiliriz. tabii ki chelsea ve hamburg arasında fark var, ancak rekabeti önleyecek kadar değil.
kulüplerin gelir kapısında fark yaratabileceği en önemli kalem ise pazarlama, bu konuya biraz daha aşağıda değineceğim.
şimdi resme geri dönüp bakınca, real, barca, united gibi kulüplerin gelirlerinin dağılımı bu üç kalemde de aşağı yukarı eşit.
örneğin real 450 m euro'luk gelirinin 140'ını yayınlardan, 180'ini pazarlamadan, 130'unu ise biletlerden kazanmış.
ancak aşağı doğru inince, bu gelirlerin, örneğin juve'de %60 yayın, %25 pazarlama, %15 bilet şekline geldiğini ve pastanın büyük kısmını yayınların oluşturduğunu görüyoruz.
ve asıl mesele olan, gelir-gider dengesini oturtmakta ise en büyük sorunu yaşayan ve yaşayacak kulüpler ise bu para pompalanmış sermayeli kısımlar.
bir kulübün giderlerinin ortalama olarak %70'ini futbolcu ve futbol operasyonu maaşları ve bonservisleri oluşturuyor.
geçen yıl milan takımı 235 milyon gelirinin, 195 milyonunu futbolculara vermiş.
juve 155 milyon gelire karşın, 140 milyon futbolcu maaşı ödemiş.
juve'nin şampiyonluk sayesinde kazandığı ücretler zararını neredeyse karşılarken, milan 70 milyon euro zarar göstermiş durumda.
bundan dolayı bu sene ibra, gattuso, nesta gibi yüksek maliyetli oyunculardan ciddi anlamda tasarruf etmeye başladılar.
city ise 170 milyon geliri varken 200 milyon sadece futbolcuya ücret vermiş.
işte bu noktada, aşırıya kaçan futbolcu maaşlarının ödenmesini karşılayabilecek tek ekstra ve fark yaratılabilecek kalem pazarlama olarak duruyor.
herkesin bildiği gibi, barca, real, united dünyanın dört bir yanından bu şekilde para kazanabiliyor ve yüksek maaşlı oyuncuları oynatabiliyor.
ancak ne city, ne liverpool, ne juve, ne milan ne de inter bu kulüplerle başa çıkabilecek seviyede değil ve o noktaya ulaşana kadar, diğerleri arayı daha da fazla açıyor.
global ölçekte bakınca, 5 sene sonrasında dominant kulüplerin sayısının azalacağını, ayakta kalanların ise özellikle pazarlama konusunda öne çıkan takımların olacağını kestirmek mümkün.
kendi ligimize geldiğimizde ise, yıllardır oturtulmaya çalışılan ama altı halen boş olan kurumsallık kelimesinin önemi, özellikle büyük takımlar için, ortaya çıkacak.
burada da galatasaray ve fenerbahçe'nin kombine, yayın ve mağaza konusunda aşağı yukarı aynı gelirlere ve potansiyellere sahip olduklarını söylemek lazım.
iki takımın taraftarı da benzer oranda maça gidip, alışverişleriyle benzer para kazandırıyorlar takımlarına.
şampiyon olan takım, hem şampiyonluk hem de popülaritenin getirdiği ivmeyle gelirini bir kademe daha yukarı çekebiliyor.
ancak finansal fair play uygulaması yürürlüğe girdikten sonra, pahalı kadrolarıyla iki kulübün de zor duruma düşeceği bir gerçek.
bu konuda, bu yıl transferde melo ile yapılan pazarlıklar da yönetimin gerekli özenli çalışmanın içinde olduğunun bir göstergesi bana göre.
avrupa'da yakalanacak başarı ile beraber takımın yurt içi ve yurt dışında tanınması, pazarlaman gelirlerinin direkt olarak artışına neden olacaktır.
yine bu kalemde, nasıl avrupa'nın büyük kulüpleri asya ve amerika pazarına girmişlerse, bizim büyük kulüplerimizin de orta asya'daki zenginleşen türki cumhuriyetlere ve avrupa'daki türk vatandaşlarına el atması gerekiyor.
kısa vadede bu pek mümkün değil, sonuç olarak izmir'e ürün sağlayamayan bir operasyondan bahsediyoruz.
ancak mümkün olacaksa, bu mağazalardan ziyade internet ortamının kullanılması yoluyla gerçekleşecektir.
küçük kulüplerin bu finansal fair play uygulamasından nasıl etkileneceğini düşününce aslında ortaya pek bir fark çıkacağını sanmıyorum.
belki eskişehir ve bursa gibi, az ama sadık taraftar kitlesi bulunan takımlar bir adım öne çıkabilir.
fakat gençlerbirliği, kayseri, ibb gibi takımların tek gelir kalemi yine yayın ve iddaa gelirleri olacaktır.
her ne kadar biz sevmesek de hurma, cavcav gibi yöneticiler, futbolcu alıp satarak, pahalı transfer yapmayarak kendi dengelerini koruyacaklardır.
büyük kulüplerin maaş ortalamasının düşmesine paralel olarak olası kadro kalitesi düşmesi de bu takımların rekabet gücünü artırabilir.
ancak buca gibi,elazığ gibi, süper lig'e çıktıktan sonra 10 futbolcu al, 20 futbolcu gönder gibi saçma revizyonlar yaparsan, dengeyi bulamaz ve tepe takla düşersin.
meseleyi toparladığımızda, benim kişisel öngörüm, türkiye'de eğer galatasaray ve fenerbahçe pazarlama girdilerini artırabilirlerse, ki bu yurt içi ve yurt dışı potansiyeli verimli kullanmaktan geçer -mevcut vaziyet her iki takımın geride kaldığını gösteriyor-, diğer kulüplerle aralarındaki farkı açıp, aynı ispanya gibi iki takımlı bir lige dönüşebiliriz.
eğer bu girdi kalemini artıramazlarsa, yani yayın geliri diğer iki kalemin halen önüne geçerse, elindeki imkanı verimli kullanan anadolu takımlarıyla aradaki fark kapanabilir.
çünkü onlar zaten bizim alışmaya başladığımız ama yetersiz kalan ürün pazarlamasına hiç sahip olamadılar ve o olmadan nasıl mücadele edileceği konusunda bir hayli tecrübeliler.