yazısının başlığı "maç yazısı" olunca işkillendim zaten. adam
metin oktay'dan bahsediyor, halı sahadan değil, sahanın içinden bahsediyor adam.
---
alıntı ---
maç yazısı
kemal tahir derdi ki, "çoğu zaman gerçek sandığınız şeylerin önünde, arkasında, yanında başka gerçekler vardır."...
türk milleti artık yavaş yavaş öğreniyor yakın tarihinin gerçeklerini...
yalan prangaları bir bir sökülüyor zihinlerden.
peki hazmedebiliyor mu?
henüz herkes değil.
ama bir gün gelecek, torunlarımız bize bakıp "ne saçmalıklarla uğraşmışlar, neyin ne olduğunu nasıl da yıllarca görememişler" diyecekler.
bendeniz karmaşık gibi görünen sorunlara da basit çözümlerden yanayım. çünkü her şeyin bir "püf noktası" vardır. bakarsınız, göremezsiniz, biri size gösterince de "tüh" dersiniz, "nasıl da uyanamadım!" bunu bana merhum baba metin öğretmişti. futbolcu
metin oktay.
futbolun "durarak" oynandığı bir dönemin gol kralıydı, şimdi, eşek gibi koşmak zorunda kalınan "avrupa maçlarında" değil ama durarak oynanan "1960 modeli" yerli maçlarda hep onu anıyorum. "şimdiki gençler gol atmayı bilmiyorlar" demişti bir gün.
malum, moruk ağızları. ara sıra ben de yapıyorum. fazla da ciddiye almayınız.
ama önemli bir açıklama getirdi bu sözüne... dedi ki:
"topa vuracakları zaman kaleciye bakıyorlar... kaleciye bakarsan topu onun üstüne vurma tehlikesi artar...
direklere bakacaksın!" çerçeveyi görüp içine vurursan, direk ile kaleci arasındaki boşluğu yakalama şansın oluyordu. kaleciye bakarsan, bilinçaltın "gayrı ihtiyari" onu hedeflemeye yöneltiyordu seni, hani "avını vuran avcı" ya da "düşman askerine ateş eden piyade neferi" dürtüsü...
sonuçta futbol bir "seks ve savaş simülasyonu" değil miydi? savunma vardı, saldırı vardı, kale vardı, yaralanma ve ölüm simülasyonu olan sakatlanma vardı... ateş etme (ya da vajinaya penis sokma) simülasyonu olan gol yani hedef vardı!
bu kadar basitti işte. kaleciyi yok sayacak, gözucuyla direkleri kollayacaktın. (fakat kadınlarla ilişkilerinizde sakın kaleciyi yok saymaya kalkmayınız, iki tarafa da üzüntü olur.) geçen gün gene çok basit bir gerçeği öğrendim.
bu sefer de erman toroğlu öğretti.
hani "halkın anlayacağı şekilde konuştuğu" için işinden kovulan adam.
hani "kıro" dedikleri, "kabzımal" diye aşağıladıkları ama iktisadi ve ticari ilimler akademisi mezunu olan adam. "kaleciye geri pas verirken topu kendi kalene atma tehlikesini yaşamak istemiyorsan, topu kesinlikle çerçevenin dışına doğru göndereceksin" diyor.
gol atmanın tam tersi yani.
çünkü kaleci de kaçırırsa top en kötü ihtimalle kornere gider. ötekinde, bir hafta takımını kurtarıp öbür hafta batıran "talihsiz kahraman" durumuna düşebilirsin.
toroğlu ikide bir ofsayta düşmeyi huy edinen salaklardan da sıkılmış, diyor ki: "ofsayta düşmek istemeyen hücum oyuncusunun yapacağı çok basit bir şey var, kendine hiza olarak yan hakemi seçecek, onun durduğu yerin yarım metre gerisinde kalacak, çünkü yan hakem daima defans yapan takımın son adamının hizasındadır!" işte bu kadar basit. rakipleri değil, gözünün ucuyla yan hakemi kollayarak yer tutacaksın.
ama "ben kaptırır koşarım abi, yan hakem yerse yer, yemezse yemez, sekiz kere bayrak kaldırır bir kerecik boş bulunursa golümü de atarım" diye düşünenler de vardır. savunmada "ofsayt taktiği" uygulayanlar da tam tersine, yan hakemin görevini "kusursuz yapacağı" varsayımından yola çıkarlar.
yan hakem sekiz kere görür bir kerecik atlarsa, ayvayı da yerler.
hakeme güvenme, yalnızca kendine güven. "hazırlop" fikir satan köşe yazarına da aldırma, gerçeği kendin ara, kendin bul, kendi düşünceni kendin oluştur.
---
alıntı ---