• 1
    70 milyonluk nüfusa sahip bir ülkede neden sporcu yetişmiyor da devşirme sistemine başvuruluyor sorusu artık kabak tadı vermeye başladı.!
    insan yaşamında biraz gerilere gidelim, ilkokul dönemlerine kadar;… ilköğretimde spor adına okutulan dersin adı sadece espriden öte bir şey değil artık, nedense kimse bunun farkında değil.! (neydi o espri; "mahmut, sizin bedene kim giriyo lan, ahaahaha") dersin adı; beden eğitimi, içeriği; okulun çevresinde 3-5 tur koştur çocukları, sonra koy ver gitsin, isteyen futbol, isteyen basketbol oynasın. yani işin sadece fiziksel yönü üzerine (o da ne kadar olacaksa dengeli düzenli bir program olmadan). oysaki fiziksel ve zihinsel yapı birbirinden ayrılmaz bir bütündür. işin sadece bir yönüyle uğraşmak, sadece yetiştirilen bünyenin önüne top verip deli dana gibi koşturmak sadece vücudun birtakım hormonlar salgılamasına ve kasların kısmen gelişimine neden olur. oysa bedensel aktivitenin yanında mental bilgiler, sporun anlamı, gerekliliği gibi kavramları anlatmak, aşılamak o kişinin spor kavramını benimsemesine ve özümsemesine olanak sağlar. belki de içindeki potansiyel sporcu kişiliğinin farkına varmasına sebep olur. çünkü belirli bir zeka düzeyindeki insanların hemen hemen tümü belirli bir eğitimden sonra çeşitli meslekleri edinirler ancak belirli bir zeka düzeyindeki insanların birçoğu belirli bir eğitimden sonra sanatçı-sporcu olamazlar. bunun için küçük yaştan itibaren (sporcular için) bedensel gelişimin yanında taşıdığı potansiyel ortaya çıkarılıp bu yönde gelişim göstermesi lazım ki sıradanlıktan sıyrılıp o özel (hani hep söylenir ya) allah vergisi yeteneği ortaya çıksın. bunun için de "yav 70 milyon insanız bilmem ne kadar sporcu çıkaramıyoruz arkadaş" geyiklerini sürdürmek yerine gerçek bir eğitim reformu yapmanın vakti çoktan geldi (geçti bile ya, neyse). 50 yılda bir çıkan hamza yerlikaya'lar ile övünmek, gündem meşgul etmek yerine işin kökenine inip sporcu eğitimi konusunda somut bir şeyler yapmak gerekmektedir. kimse galatasaray ın uefa kupasını kazanmasının türk sporunun geldiği nokta zırvalıklarına bulaşmasın, zira galatasaray ın uefa kupasını kazanması türk sporunun (futbolunun) değil galatasaray ın nevi şahsına münhasır başarısıdır. (dünya kupası üçüncülüğü de o jenerasyonun etkisidir) tüm dünyada, sporda kalıcı-tekerrür eden başarıları olan ülkelerin birer ekol olduklarını göz ardı etmemek lazım. brezilya nın futboldaki karakteristik oyun tarzını cümle alem bilmekte, keza italya nın - ingilterenin ya da basketbolda yugoslav ekolü denilen kavram kendiliğinden ortaya çıkmış bir kalıp değildir. spor kültürü nün o ülkelere verdiği bir kazanımdır. bizde ise 2008 avrupa futbol şampiyonsında oynanan futbolu izah etmek için spor kamuoyu birbirine girdi de halen daha bir (tarz için) isim bulamadılar. bu biraz şuna benzer; ne kadar ingilizce biliyorsun sorusuna, eh işte kendimi ifade edecek kadar cevabıdır benim gözümde; yani aslında hiçbir bok bilmiyorsuna tekabül eder bu. bu işin sporu yapan kişiler yani sporcular boyutu; bir de izleyici boyutu vardır ki bu bizim için daha da vahim olan bir durumdur. bunun en güzel örneklerinden biri 2009 berlin dünya atletizm şampiyonasında yaşanmıştır. 9 gün süren şampiyonayı ortalama 500 bin in üzerinde sporsever takip etmiştir. ülkemizde bu kadar büyük bir organizasyon düzenlenmemiş olsa bile daha küçük çapta tenis, basketbol, voleybol organizasyonları görülmektedir, boş salonlara, stadlara oynanan oyunlar.
    2009 berlin dünya atletizm şampiyonasında bayanlar yüksek atlama finalinde hırvat atlet blanka vlasiç ile alman atlet ariane friedrich arasında mükemmel bir müsabaka yaşanmıştır. hırvat atlet in yarış sırası geldiğinde seyircilerden (büyük bir çoğunluğu alman seyirciler) alkış yaparak tempo tutmalarını istemişti motivasyonunu arttırabilmek için, rakibi alman bir sporcuydu, tribünlerde birçoğu alman olan vatandaşlarından yani; ama gelişmişlik ve spor kültüründen nasibini almanın verdiği olağanüstü bir güzellikle tüm stadyum alkışlarıyla hırvat sporcuya destek vermiştir. kendi sporcuları olan alman ariane friedrich ise tam tersi mutlak bir sessizlik istemiş ve seyirci stadyumda ölüm sessizliği yaşatmıştır. işin can alıcı diğer yönü ise hırvat sporcunun birinciliği kesinleşip dünya rekoru için atlayış gerçekleştireceği esnada az önce rakibi olan alman sporcu da seyircilerle birlikte alkış-tempo tutarak rakibinin rekor kırma hedefine ulaşmasına destek olmuştur. blanka vlasiç rekoru kıramasa da bu yaşananlardan sonra "spor kavramı asıl hedefine zaten ulaşmış" oldu.
    suni günden yaratmakla, "elin jamaikalısı ne koşuyor arkadaş bea" başlıkları atmakla devam ettiği müddetçe elveda feza elveda mars…...
  • 2
    2012 londra olimpiyatlarıyla bir kez daha ülkemizde bulunmadığı ispatlanmış olgu.

    oyunların sanırım 5. günü ve sporcularımızın başarısızlıkları neticesinde sosyal medyadan takip ettiğimiz kadarıyla inanılmaz tepkiler var. temsilcilerimize inanılmaz yükleniliyor. başarısızlıkta kendilerinin hiç payı yok demiyorum ama elbirliğiyle bir jenerasyonun ve takipçisinin köküne kibrit suyu döküyoruz:

    istediği sonucu alamayan sporcularımızdan sibel şimşek dün şunları söyledi:
    '"kendimi çok sıktım 'mutlaka madalya almalıyım, ilk madalyayı ben alayım' dedim. kimse madalya alamadı, ülkeme bir madalya götüreyim istedim. herkes aslında böyle. tüm türk sporcuların hepsi aynı psikolojide, hepimiz kendimizi çok gerdik." belli ki olimpiyat ekibimiz ve devlet erkanı sporculara madalya konusunda bayağı bir yüklenmiş durumda. 2020 olimpiyatları için gaza gelmiş devlet erkanının etkisiyle antrenörler ve olimpiyat görevlilerinin sporcular için kamplarda ne gibi bir ortam oluşturduğunu tahmin edebiliriz.

    yine başarısız olan sporcularımızdan 16 yaşındaki hazal sarıkaya'nın sözleri ve basındaki yeri:
    "platforma çıktığımda çok heyecanlandım. yarışa iyi başladım ancak dönüş yapmak için bayrağı gördüğüm halde fazladan kulaç attım. ne yapacağımı şaşırdım. elim ayağıma dolaştı." ---- güzel basınımızda litvanyalı bir sporcunun altın madalya kazanmasından sonra yer verdiği bu demeçle ilgili attığı başlık: "bizimki şaşırdı, o tarihe geçti!" yorumlamaya gerek yok.

    ve zurnanın zırt dediği yer. bir de amerikan yüzme takımının olimpiyatlara nasıl gittiğine bakalım: http://www.youtube.com/watch?v=gO3H2H35TJU

    videoda yayılan pozitif enerjiden alakasız insanda bile aralarında bulunma hissiyatı doğuyor. peki bu videodaki amerikalı sporcuların hepsi madalya mı kazanacak sizce? tabii ki hayır. ama kötü derece elde eden sporcuların eminim arkalarında "daha çok çalışıp bir dahaki sefere daha iyi yapacaksın" diyen hocaları ve bu yönde kendilerini geliştirmeleri için önlerine dökülmüş imkanlarla hayatlarına devam edecekler. basın elde edilen başarıları yüceltip, başarısızları bir dahaki olimpiyatlar için yüreklendirecek. sporcular da büyük ihtimalle kendilerine verilen bu şansın kıymetini bilecekler.

    bizimse kültürümüzde bir terslik var. sportif ve fiziksel yeterliliğimizi geçiyorum. elimizdeki imkanları da geçiyorum. açıkçası bunlar göreceli konular. ama psikolojik hiçbir konuda mutlu olamıyoruz arkadaş, bu benim canımı sıkıyor, bütün enerjimi öldürüyor. kendimizle barışık değiliz. devamlı birbirimizle uğraşıyoruz. olimpiyat benim gözümde dünyada yapılan tüm spor organizasyonlarının en anlamlısı. çünkü her zaman katılmanın en büyük ödül olduğunun hissedilmesini vurgular. biz ise kokuşmuş ahlaki ve toplumsal yapımızla gencecik temsilcilerimizin geleceğe dair umutlarını kaybettiriyoruz. halbuki böylece onlarla beraber bizim de kaybetmiş olduğumuzu gözden kaçırıyoruz.
  • 5
    ülkedeki en popüler iki sporu yönetenlere bakarak anlaşılabilir; futbol federasyonu başkanı uefa'ya sahte evrak verip başkanı olduğu kulübü avrupa'dan yasaklatan, başkanken kulübünün şike yaptığı cas kararıyla tescillenen bir adamdır. basketbol federasyonu başkanıysa doping cezası alması nedeniyle teknik olarak dahi başkanlık yapamayacak biridir ancak bu iki kişi de sarayda oturan bir zat tarafından atandıkları için adeta kethüda edasıyla o koltuklara kurulmuş ve adaletsiz şekilde kurumları ve dev paraları yönetmektedirler. doping, şike, küfür, şiddet ve türlü pespayeliklerimizi uzun uzun anlatmaya gerek yok. bu tabloda adil oyun beklemek salaklıktır. adil oyun arayan nba izlesin, bundesliga izlesin falan.
  • 6
    taraftari oldugum takimdan bagimsiz ulke olarak bir standart yakalanmasinin, sosyal hayatin her alanina da etkisi olacagini dusundugum; cocukluktan itibaren vatandaslara kendini gelistirme, rekabetci degerler kazanma, birlikteligi ogrenme gibi sayamayacagimiz kadar cok degeri kazandirabilecek bir degerdir.

    ulkenin en buyuk kuluplerinin cok taraftari olmasi, desteklenmesi cok normal oldugu gibi, bu durum tum sorunlarin cozumunun tepeden halledilmesini beklemek gibi bir tembelligin de kapisini aciyor maalesef. kahvehanede toplanip, bos gecen gunun arasinda yayinlanan bir maca goz kestirip, kufur kiyamet yorum yapan insanlar dolayli yoldan ulkedeki kulturu olusturuyorlar. bu insanlarin farkli spor dallarinda bir kulupte organize olmalari, rekabetin icerisinde yenilmenin de oldugunu gormeleri ve arkalarindan gelenlere gostermeleri ile olusabilecek farkin farkina varilmasi gerekiyor. haftada bir halisaha yerine gerekirse pazar ligleri kurup, kendilerinin de akisin icine dahil olmalari ne kadar cok seyi degistirecektir.

    gipta ile bakilan ulkelerde durum budur. hakemleri, kulup calisanlari, ebeveynlere verilen gorevler, oyuncularin takibi ile bir kultur sahibi ulkelerden ust duzey oyuncularin da cikmasi surpriz olmuyor. muassir medeniyetler seviyesi spor icin, futbol icin budur. nafile tartismalarla rakip kulubun belasini istemek, kendi kulubunun basarisindan bile cok bunu istemek, ne ahlakli ne de zeki insanin isteyecegi bir seydir.

    futbolda da, sporda da degisim en alttan baslamalidir. futbolu su an yonetenlere yoneltilen elestiriler, neden bize yakin birisi yok kivaminda kalsin istenmyorsa oralara bu islerin icerisinden gelen birileri gelsin isteniyorsa, bu birilerini mahallemizdeki, ilcemizdeki spor kulubunde biz yetistirecegiz.

    biz once kendi kulubumuzde elinde parasi olanin egitim almis adamlarin islerine karismadan destek olmasini, torpilli cocuklarin liyakatin ragmina olarak one cikarilmalarini engelleyecegiz, ki iki uc sene sonra hevesini alip baska heveslere yol acan o cocugun yerine belki futbola dort elle sarilip hayatini buradan kazanacak cocugun hakkini yemeyecegiz. ya da tam tersi, sirf babasi futbolcu diye kendi de iyi top oynayan adami babasinin golgesinde bogmayacagiz.

    yani velhasili kelam; insan beyni kolayi secmek icin ozellesmistir, ve karsidakileri manipule ettiginden cok kisinin kendisini manipule edebilecek yetenekleri vardir. bizler kollarimizi siyirip, kendi mahallemizi senlendirmek yerine, sosyal medya uzerinden donen kaosa su tasidikca, guya ulkenin tum bilesenleri karsi iken futbolda cok acayip kararlar alinmaya devam edecek. romantik bir bakis acisi degildir bu, tabii ki daha buyuk gucu olan daha buyuk etki yapabilir. gidip mahalle takimi romantizmi kasmasina gerek yoktur. ancak ben ve benim gibi duz vatandasa dusen de, atesi harlamamak ya da tarafini belli edercesine ufak da olsa pozitif bir mesguliyet bulmaktir. sporcunun zeki, cevik, ahlakli olanini beklemek yerine, onlarin yeserecegi ortami olusturmaya calismak da ustumuzde bir borctur.
App Store'dan indirin Google Play'den alın