*

  • 5
    yeni farkettiğim yazısı ile beni şaşırtmış yazardır..

    ---------------------------------------------

    futbolun da 1 mayıs'ı kutlu olsun

    bugün 1 mayıs. resmi kayıtlara göre (artık) emek ve dayanışma, tarihi kayıtlara göre de işçinin, emekçinin bayramı. oysa bu bayramı zehretme üzerine kurulu bir hayat yaşıyoruz her gün. emek kalesi gol üstüne gol yiyor, dayanışmaya çalışanlar sürekli ofsayda düşürülüyor. nitekim, bugün de elimiz yüreğimizde bekliyoruz. umuyoruz ki, bugün bu yazıları yaşlı/gazlı gözlerle okumuyoruzdur. umuyoruz ki, şu memlekette adına uzun bir zaman sonra bayram denilen gün, ‘cerrahi’ müdahalelerle, ‘joker’ sırıtışlı vali beyin, görüntüleri açıklamaktan uzak ‘resmi’ açıklamalarıyla bitmiyordur. ve krizin herkesi iki büklüm
    yaptığı günde adına yaraşır bir diklenmenin onuruyla sokaklar dolmuştur. gömleğinin
    rengine, bordrosundaki miktara, kaydına kuyduna bakmadan emeğiyle yaşayan herkesin bayramını kutlarım.
    peki, bütün bunların futbolla ne alakası var? olmaz olur mu? futbolun da işçisi var, dayanışması var, emeği var. bol bol sömüreni, yığınlarca sömürüleni var. dışarıdan bir ‘şov bizinıs’ olarak görünen oyunun içinde yoksulu var, hırsızı var, dökülen her terde emek mücadelesinin izleri var. madem gün 1 mayıs. biz de bıkmadan, usanmadan emeğin futboldaki hakkını savunalım. işte size bugünün hatırına futbolun emek sorunlarından bir demet.
    * en kolayından, en bilineninden başlayalım ve çok söylendi diye kısa geçelim. evet, türkiye’de futbolcuların bir sendikası yok. oysa dünyanın en çok para basan iki ligi olan nba’de ve premier league’de var. shaquille o’neal’in de greve gitmişliği var, david beckham’ın da. üstelik bir pop ikon olan ikincisini greve götüren şey sadece kendi cebine girecek para değil. oysa misak-ı milli’de her yıl yüzlerce futbolcunun sözleşmesi haksız nedenle feshedilirken, birileri amatör liglerde 30 yaşın üstüne futbolu men etmeye çalışırken, kulüpler keyfine göre uygulamalarla başarısızlığı futbolcu ve teknik adamlara mal edip cezalar yağdırırken, pek çok genç yetenek sözleşmeyi uzatmıyor diye kadro dışı kalırken kimsenin çıtı çıkmıyor. düşünün tff bünyesinde 1.5 sene önce kurulan uyuşmazlık çözüm kurulu’na iş sözleşmesinden doğan ihtilaflar kaynaklı başvuruların sayısı bini aşmış durumda.
    * futbolcuların sadece parasal sorunları yok. sağlık hizmetleri, malulen emeklilik dertleri, sosyal güvenlik hakları, disiplin uygulamalarından doğan haksızlıklarla ilgili de pek çok sorunu var. ama başvuracak kimseleri, ön ayak olacak bir kurumları yok. pratikte süreç en basitinden şöyle işliyor. alt liglerde (artık üst liglerde de, bkz. bataktaki süper lig kulüpleri) hedefinden kopan kulüp futbolcuların ödemesini yapmıyor. önce bin bir dalavereyle (sen bizim çocuğumuzsun, bizde kimsenin parası kalmaz vs.) oyalama politikaları, ardından da tehditkâr eğilimler başlıyor. dava açarsan başka takımda top oynayamazsın deniyor. çünkü hakkını aramak, senin sabıkan oluyor. yetmiyor, birtakım mevki sahibi insanlar her yerde işe taş koyuyor. aylarca parasını alamayan oyuncu mart ortasını gördüğünde şu gerçekle yüzleşiyor: “şimdi feshedersem transfer yapamam. oynamazsam, antrenman yapmazsam formda kalamam. geleceğim kararır.” sonuç: tıpış tıpış oynayacaksın ve susacaksın.
    * futbolu futbolcular oynuyor. teknik adamlar da yönetiyor. oysa futbola dair alınan kararların hepsini yöneticiler alıyor. tff genel kurulu 267 kişiden oluşuyor. bunun 236’sı kulüp yöneticisi. son genel kurul’da oy kullanabilecek teknik direktör sayısı dörttü. futbolcu sayısı ise 2 (yazıyla iki). biri dernek başkanı şeren. diğeri ise tüm bürokratik zorlukları aşabilecek kritere sahip olan tek isim, bülent korkmaz. çünkü futbolcuların genel kurulda oy kullanabilmesi için en az 75 kez milli ve altı ay öncesine dek futbolu bırakmış olması gerekiyor. 75 kez milli olabilen beş oyuncu var zaten. o tarihte hakan şükür, rüştü, tugay futbolu bırakmamıştı. ogün de federasyonda çalışıyordu. yani aykut’un, rıza’nın, cüneyt’in, tolunay’ın, hatta lefter’in, can bartu’nun, vedat okyar’ın futbolun geleceğini belirleme hakkı yok, ama dün yönetime gelen cebi şişkinlerin var.
    şimdi sorarım size. 1 mayıs’ta alanları doldurmak futbolcuların da hakkı değil mi? oyunun assolisti olarak ‘üretimden gelen’ güçlerini neden kullanmazlar? hele de ikame edilmeleri bu kadar imkânsızken. hele hele, amerikalı ve avrupalı milyarder meslektaşları bile kutlarken. gönül ister ki bu akşam hacettepe-galatasaray maçında takımlardan biri 1 mayıs pankartı taşısın, futbolculardan biri çıksın, şu güzel gün için iki kelam etsin. bir gün olur elbet! ne diyor o güzelim marş “ancak bu böyle gitmez / sömürü devam etmez / yepyeni bir hayat gelir / bizde ve her yerde.”

    http://www.radikal.com.tr/...amp;ArticleID=933811
  • 7
    yenilsen de yensen de programı için bir süredir ntvspor'da görmekteydik kendisini. artık uzunca bir süre göreceğiz onu ntv çatısı altında.

    kendisi fenerbahçeli bir spor yazarı. zaten artık hem ntv'den hem de ntvspor'dan çok farklı şeyler beklemiyorum ben. bunu sırf takım davası güttüğüm için de söylemiyorum. yanlış anlaşılmasın. ama ben şöyle güzel bir yorum almak için açamıyorum artık bu kanalı. sadece haber başlıklarını alıyorum, bu yani. ntv yorumcularının(!) galatasaray hakkındaki en ufak bir yorumuna, analize kulak vermiyorum artık. malesef durum bu. yenilsen de yensen de programında 3 galatasaraylı arkadaş ve onların uzayımsı yorumları için açıyorum artık bu kanalı. bağış erten iyi yazardır, değildir benim için bir önemi yok. ben ntv logosunu gördüğümde, hala birilerine giydirme yarışında olan adamları görmek, dinlemek istemiyorum. farklı takımların spor yazarlarından da takımım hakkında yorum almak istemiyorum. madem siz getirdiniz bu takım yazarlığını devam ettireceksiniz. gazetede fb, bjk yazıp tv'de gs'yi yorumlamayacaksınız. açık olun biraz. netlik istiyorum senden ntv. ama artık çok geç. bunu ikimiz de biliyoruz!
  • 22
    17 subat 2006 tarihinde galatasaray adına soyle bir yazısı vardır;

    --- alıntı ---

    'öteki galatasaray'ı tutmak!

    biz idol yaratma hevesimizi hep ithal pazarlarda arar olduk. tamam, tanju'lar, rıdvan'lar, hakan'lar olarak büyüdük çoğumuz. ama büyüyünce 'geçti'! yeni isimleri sıfat bildik ismimize. unutumadıklarımız vardı, ama eskide kaldı. metin oktay, lefter ve yusuf tunaoğlu... es-es'i, göz-göz'ü bir de... ama hepsi bu işte. tv'lerin eskitemediği yüz, boyası (ve hatta foyası) çıkmamış yıldız yok artık. boşa değil, sadece kendi takımımızı seviyoruz ve diğerlerini umursamıyoruz bile. ithal heyecanlarımız var sadece: robbie fowler'ın dönüşüne meftunuz, alaves'i unutmuyoruz, livorno'ya, st. pauli'ye gıyabi aşk mektupları diziyoruz vs... ama işte bazen futbol perisi, biz görmek istemesek de çubuğunu dibimizde şaklatıyor.

    size galatasaray'dan bahsedeceğim bu yazıda. ama 'o galatasaray'dan değil, 'öteki galatasaray'dan'. beni mekteb-i sultanili, avrupa fatihi, aristokratik, ligimizin jantisi galatasaray ilgilendirmiyor. benim derdim başka. futbolun paraya esir olduğu, her şeyi bir marketing projesi gibi gösteren ahir zamanlarda ben size farklı bir hikâye anlatacağım. tarih yazmanın başka bir versiyonunu...

    bir kulübün düşebileceği ne kadar zorluk varsa birer birer düştü, düşmeye de devam ediyor galatasaray. anlatmaya gerek yok. hepimiz dehşet içinde izliyoruz, yazıyoruz. uefa şampiyonu tüm komuta kademeleriyle iflasın eşiğinde. üstelik taraftarıyla da başı belada. uğulduyor ali sami yen her hafta. sıkıntı, öfke içinde... ama ne oluyor, galatasaray akıl almaz bir mücadeleyle paraya pula, onun hükümranlığına direniyor da direniyor. hem de en demokratik yollardan... hatta bir sivil toplum kuruluşu gibi sivil itaatsizlik ve protesto yolları keşfediyor. para yok, eylem var, ama bol bol gol de var, hedef de. tam gaz yola devam ediyorlar. hem de sözlerini sakınmadan. susmuyorlar, ama savsaklamıyorlar da...

    hatta paranın imparatorluğunun derebeyleri dökülürken onlar hâlâ şarkılar söyleyip eğlenebiliyorlar. ankaraspor, beşiktaş, hatta inter, real madrid dökülürken onlar heyecanı eksiksiz koşularına devam ediyorlar.

    bu oyunun keyfine varmayı her şeyin ama her şeyin önüne koyan bir avuç genç, futbolun en içtenini sergilerken alkışlamak gelmiyor mu içinizden? gün geliyor birbirlerine harçlık dağıtıyor, gün geliyor kendi halleriyle dalga geçiyorlarsa onlara saygı duymak gerekmez mi?

    külahımızı önümüze koyup düşünelim şimdi. yurtdışından biri bu hikâyeyi anlatsaydı bize... bir zamanların uefa şampiyonu şimdi batıyor... ama takım direndikçe direniyor... üstelik protestoların arasında ezilmeyen gencecik çocuklarla... hem de futbolu bıraksa da futbolumuz kurtulsa dediğimiz isimlerin abiliği eşliğinde... antrenörlerinin desteğiyle... şampiyonluğa oynuyorlar... deselerdi...

    ne yapardık? bu olay mesela ispanya'da, arjantin'de vuku bulsaydı, neler yazardık? misak-ı milli'de geçiyor, masal gözümüzün önünde yazılıyor diye susmak olur mu hiç? tarihinin belki de en değerli lig şampiyonluğuna koşarken galatasaraylılar, buna kayıtsız kalmak revayı hak sayılır mı?

    ben derim ki 'ey cemaati futbolin', sezar hakkını bu kadar güzel ve ısrarlı kovalıyorsa, almalı hakkını. yani, kimi galatasaraylılara, hatta 'o galatasaraylılığa' inat, galatasaray şampiyon olmalı!.. bu oyunun özünü hatırlattıkları için, milyonlarca doların arasında hâlâ keyfine varacak bir şeylerin olduğunu göstermek için. futbolu en az takımları kadar seven futbol âşıkları! ne dersiniz, fena mı olur hani?

    --- alıntı ---
  • 23
    bugün yazdığı yazısında futbolu, futbolu sevenleri anlatmaktadır.. özellikle şu bölümlerini çok sevdim:

    "portsmouth’u izliyor musunuz? tarihlerinin belki de en kötü sezonunu yaşıyorlar. iflas ettiler. puanları silindi, silinmese bile ligin dibine demir atacak kadar az puan topladılar. düşünün takımın bu sezonki formaları kitbag sitesinde bir ara 8 dolara düşmüştü. kötü kere kötüler yani. peki seyirci durumu ne? iki sene önce sekizinci olup, fa cup kaldıran, avrupa kupalarına katılan takım neredeyse 20 bine oynarken, bu sezonki bu sefil takım 18 bin 294 kişiye oynuyor. yani statları yüzde 90 dolu hâlâ. gelmeyen bin 800 kişi var, yoklama alsanız onlar da gelir. yetmiyor, bu aralar kupa finaline çıktılar diye yüzler gülüyor, takım motive oluyor. çünkü orada kupa mücadelesi ‘bir sürü takımın katıldığı ama sonunda büyüklerin final oynadığı’ bir mücadele değil. orhan gencebay ne diyordu: “belki sana göre eski kafayım / bir aşkla yetinen anlayıştayım / belki isteyip de yapamadığın / zorluklardayım aklım takıldı”
    ***
    bir şeyi sevdiğini ancak ve ancak başka bir şeyle karşılaştırıp yarıştırınca anlayan bir toplumuz. hatta diğerinden nefret ederek öbürünü seviyoruz. her şey için geçerli bu. siyaseti de, toplumu da, tarihi de, hatta coğrafyayı da kutuplaştırmadan anlayamıyoruz. spor versiyonları malum bu zıtlaşmanın. federer’i seven nadal’a gıcıktır. real madrid’ciysen barça’dan hazzetmezsin. lakers’ı ve boston’ı aynı anda sevmek mümkün değildir bizde. yiğiter uluğ anlatıyor, ispanya basketbolunu yorumlarlarken “sizin badalona taraftarı olduğunuzu herkes biliyor” gibi mail’ler geliyormuş. murat murathanoğlu’yla birlikte hep onları tutuyorlarmış! caja laboral, real ve barça düşmanıdırlar muhtemelen! bu bağlamda son malzememiz ise messi. onu sevmenin tadını çıkarmak yerine ronaldo’yla karşılaştırıyoruz, onu geçiyor, maradona’yı çıkarıyoruz teraziye. yok pası zayıf, yok şahsi. yahu tarihe tanıklık ediyoruz, dünyanın en iyi futbolcularından birini izliyoruz. izleyin keyifle. yok, karşılaştırmadan olmaz. yaptıklarını değil yapamadıklarını severiz biz.
    mikrofonlarımız son kez tabii ki yine orhan baba’da: “sevdim diyorsun gerçek mi bilmem / söz veriyorsun bunla yetinmem / geleceğe dönük hayallerimize / durun biraz dedim / aklım takıldı .”

    dilerim bir gün spor izleyicilerimizin çoğunluğu bu anlayışa sahip olabilirler. işte o zaman kazanmak da, kaybetmek de farklı anlamlar taşır hepimiz için.

    yazının tamamı http://www.radikal.com.tr/...p;amp;CategoryID=103 linkinden okunabilir.
App Store'dan indirin Google Play'den alın