13670
cihat arslan'ın başlığında yazılanları ve hamza hoca ile benzer kariyer çizgisinden dolayı bunları yazıyorum. yazının konusu da ne hamza hoca, ne de cihat hoca. biraz kafama göre, biraz da gerçekte olması gerekenleri karaladım. nitekim en uygun yer olarak da burası gördüm.
bu söyleyeceklerim hem hamza hamzaoğlu, hem cihat arslan, hem bülent korkmaz, hem arif erdem, hem dursun özbek, hem sen, hem ben, hem onun için geçerli.
cihat hoca evet, akhisar'da bu sene o kısıtlı kadrosuyla gerçekten muazzam işler yapıyor. takdir etmemek elde değil. 11 hafta sonunda 5 galibiyet, 4 beraberlik ve 2 mağlubiyetleri var. 19 puan ile 5. sıradalar. mağlubiyet aldıkları iki maçtan biri, 4. sıradaki istanbul başakşehir, diğeri de geçtiğimiz hafta oynadıkları ve son dakikalarda yedikleri golle 2-1 mağlup oldukları kasımpaşa deplasmanı. 5 galibiyetleri içerisinde de bizim geçen hafta son 2 dakikada 2 gol yiyerek 3 puan bıraktığımız rize deplasmanı ve içeride boktan bir oyunla 2 puan bıraktığımız mersin i.y. maçları da var.
tabi buradan şu çıkmamalı, sonuçta puan kaybettikleri maçlar içerisinde galatasaray'ın çok rahat bir oyunla 3 puan aldığı maçlar da var. onları kıyaslamıyorum. bu çok saçma bir karşılaştırma olur zira. fakat bu işi kıyaslamaya sokmamamın sebebi, aynı kadro, aynı durum ve aynı moral-motivasyon ile çıkmalarından ziyade, akhisar'ın kadro gücü ile galatasaray'ın kadrosunun gücü. akhisar belediyespor'un sezona, geçtiğimiz sezonki kadrosundan bir çok oyuncusunun ayrılmasından sonra devam ettiğini, yerlerine de ne derece oyuncularla doldurduğunu söylemek oldukça yoruma açık. mesela en başta, 2-3 senedir takımın maestrosu olan bilal kısa, geçtiğimiz sezonun devre arasında gelen ve kadıköy'den 3 puanı söküp getiren ricardo vaz te ve yunan gol tanrısı fanis gekas bu sezon kadroda olmayan isimlerden en önemlileri. yerlerine gelen isimlere de baktığımızda en dikkat çekici isim, 11 maçta 6 golü ile premier lig tozu yutmuş kolombiyalı santrafor hugo rodallega. başta bilal ve gekas olmak üzere gelen oyuncuların onlar kadar efektif olmaları çok zor. ancak burada iş, oyuncular kadar cihat hocaya da düşüyor. sonuçta bir kadroyu 'takım olgusu' içerisine sokabilen, oyuncuları birbirleri ile deyim yerindeyse harmanlayabilen kişidir teknik direktör. bilal ve gekas'ı da akhisar'da kadronun önemli isimleri haline getiren isim de hamza hamzaoğlu'dur, kısa bir anekdot olarak da ekleyelim. cihat hoca için de en azından bu 11 haftalık maratonda bunu layıkıyla yaptığını söylememiz pekalâ mümkün.
cihat arslan, geçtiğimiz sezonki kısa balıkesirspor macerasında da bu sinyalleri vermişti bütün kamuoyuna. herkesin aklında olan bir 4-3'lük fenerbahçe maçı var ki, o maçta fenerbahçe adına sezonun en rahat ve bol gol bulabileceği maçı olarak gösteriliyordu. fakat madalyonun yüzü öyle olmadı ve cihat arslan, kısıtlı kadrosu ve neredeyse küme düşmesi garantilenmiş balıkesirspor ile orada 3 gol atarak ve maçın da belirli bölümlerini bir hayli domine ederek fenerbahçe taraftarlarına soğuk terler döktürmüştü. 4-3'lük mağlubiyet alması, belki puan ve skor anlamında somut bir şey vermedi, ancak oyun mantalitesi ve rakibinden çekinmeyen tavrı herkesi etkilemişti. belki de o maçla beraber yaşadığı balıkesirspor performansı, cihat hoca'ya bu sezon akhisar belediyespor'un anahtarlarının teslim edilmesini sağladı.
hamza hamzaoğlu ve cihat arslan'ın kariyer gidişatına baktığımızda, ikisinin de akhisar dönemi performanslarının parlak olduğunu söylememiz mümkün. hatırlarsınız, hamza hoca da 2012-2013 ve 2013-2014 sezonunda akhisar belediyespor ile ciddi şekilde adından söz ettirmişti. süper lig'e ilk yükseldiği zaman elindeki kadronun yetersizliği ve oldukça tecrübesiz bir ekip oluşlarından ötürü küçümsenen bir takım ile yaptıkları ortada. hatta ligdeki ilk maçlarından, 2014 yazına doğru geçen bu iki sezonluk periyotta akhisar deplasmanını ne denli zor bir mücadeleye dönüştürdüğü hepimizin akıllarında taze duruyor. cihat hoca da akhisar döneminde bu paralelde seyrediyor. ikisi de az bütçe ve görece sıradan oyuncular ile beklenenin üzerine koydular. dilerim, cihat arslan da bu sezonun sonunda akhisar ile ligin ilk 6 sırasında kendisine yer bulur.
hamza hamzaoğlu ve cihat arslan'ın ortak yönlerini ele aldığımızda, ikisinin de sadece akhisar'da başarılı olmalarının daha fazlasını elbette söyleyebiliriz. ikisi de, hatta aynı dönemde takım arkadaşı da olarak florya metin oktay tesisleri'nin tozunu yutmuşlar, ikisinin de sessiz sedasız futbolu bıraktıktan sonra teknik direktörlük maceraları yüksek bir trendde seyrediyor. hatta iki hocanın da kökenlerine baktığımızda ikisi de zamanında balkanlar'dan göçen ailelerin evlatları. buradan şu çıkarımı yapmak ne kadar doğrudur, bilmiyorum; ancak ailelerinin buralardan göç etmeleri ve o hayat şartlarında oradaki yaşam tarzının kendilerini ve ailelerini ne kadar etkilediğini bildikleri için işlerine sıkı sıkıya ve disiplinli bir şekilde çalışmalarına borçlu oldukları söylenebilir. bu elbette doğruluğu muğlak bir ifade ve benim çıkarımım. fakat şunu kesinlikle söyleyebilirim ki, bu iki teknik direktör son zamanlarda büyük çıkış içerisinde olan 3-4 teknik direktörden biri. hatta bu iki isim dışında son zamanlarda başarılı olan kimler var, inanın aklıma kimse gelmiyor.
hamza hamzaoğlu'nun galatasaray teknik direktörü olmasının en büyük sebebi, malumunuz akhisar dönemi performansı. 1990-1995 yılları arasında galatasaray'da oynamış ve sarı-kırmızı renklere gönül vermiş biri de olması da bu süreci hızlandırmış olabilir, katılıyorum. şimdi bu niteliklerden dolayı aynı kıyaslama cihat arslan için de yapılıyor. keza, benim de aklıma -en azından orta vadede- gelen isimlerden biri. fakat iki hoca da, acaba şu an için galatasaray kalibresinde hocalar mıdır? tabi bu soruyu cihat hoca için değil de, daha çok hamza hamzaoğlu için sormak daha mantıklı. zira şu an galatasaray teknik direktörlüğü vasfını taşıyan da kendisi.
geçtiğimiz sezonki çifte, hatta süper kupayı da kattığımızda üç kupalı şampiyon takımın hocası olan hamzaoğlu, son 15 senedir fatih terim'den başka kimsenin erişemediği bir başarıyı tattı. bu tabiki takdire şayan bir durum, fakat galatasaray dinamiklerinin içerisinde zaten başarıya endeksli bir durum var. yani hamzaoğlu muhakkak kendisi ve takımı ile doğru bir iletişime geçmiş ki bu 3 adet kupayı müzeye koymuş. fakat şunun altını çizmekte fayda var, zira geçtiğimiz sezonu gerçekten enine boyuna incelediğimizde galatasaray dışında bütün kulvarlarda sonuca ulaşabilecek bir takım da yoktu, burasını da kabul etmek gerekiyor. bu konuda kabahati biraz da eski teknik direktörlerimizde de bulabiliriz. cesare prandelli, roberto mancini -ki kendisini kişilik olarak da, teknik direktör olarak da oldukça beğenirim, saygı duyarım- hatta diğer eski teknik direktörler; gheorghe hagi, frank rijkaard ve hatta fatih terim'de de. ligde 6 kez finişi çizgide görmüş, uefa kupası'nı bu topraklara getirmiş birini de bu kaba tabirle 'kabahatliler listesi'ne eklememiz doğrudur. peki neden? fatih terim kadar galatasaray geleneklerini, içtihatlarını, içerisindeki yapılanmayı, florya'nın havasını bilen kim var? ve bu havayı soluyan ve bu değirmeni kendisinden daha iyi döndürecek biri yokken, neden bu 3/3'lük başarı 15 sene sonra ancak tekrar edebildi? bu konuda da muhakkak türkiye kupası'nın ve süper kupa'nın çok da öncelikli birer başarı olmadığı konusunda uzlaşabilirsiniz, hatta size hak da veririm. ve galiba bu sorunun da cevabı burada da yatıyor. bunun yanı sıra, sonuçta bir takım her sene, her kupayı da kazanacak diye bir kaide yok, bunun bir emsali de yok. bu lokal başarılar yerine, avrupa'da kazanılacak birkaç zafer ve atlanacak birkaç tur elbette bütün galatasaray taraftarlarının öncelikler listesinde yer alıyor. iyi de bu bir bahane değil ki! 15 senelik süre çok uzun bir müddet, 15 senenin en az 7-8'inde ligin en iyi kadrosuna sahip bir takımın bunu 15. sene sonunda başarması da ayrı bir problem. ya hiç yoksa arada bir veya iki defa alınması gerekmiyor muydu? fenerbahçe ve beşiktaş'ı zaten göstermeye gerek bile duymuyorum, çünkü bu iki takım galatasaray kadar kazanma alışkanlığı ve kültürü olan ekipler değiller. belki beşiktaş'ı 1990'lara kadar söyleyebiliriz, o efsane kadroları metin'ler, ali'ler, feyyaz'lar, rıza'lar, bir nebze katılabilir. ancak aradan geçen 25 senede 4'ten fazla şampiyonluğu olmayan bir takım beşiktaş. e pekalâ şimdi soralım, bu 2000-2015 arasında neden bir kere bile olsa en azından 'duble' yapılmış bir sezon yok?
yukarıda anlattığım dubleli sezonlar, üç kupalı şampiyonluklar ancak 15. sene sonunda geldiyse burada ya bir sıkıntı var, ya da bu üç kupayı da kazanmak oldukça matah bir iş, öyle değil mi? peki siz de bir düşünün o zaman. yıllarca 'şerefli üçüncülük' ile kendilerini kandırmış ve bunu bir psikolojik yenilgiye dönüştürmüş beşiktaş ve aziz yıldırım'ın yıllarca 'kazanan takım' olma yolunda, temeli kendisinin fevri hareketlerine dayanan, görünürdeyse takıma kazandırma alışkanlığı verme durumunda bir ego meselesi haline getirdiği ve oyuncağına dönüştürdüğü fenerbahçe. ve bütün bunların yanında, şimdi saymaya gerek görmediğim, herkesin adı gibi bildiği bir galatasaray. şimdi terazinin kantarında hangisi ağır basıyor?
belki de hamza hamzaoğlu 3 kupayı da alarak başarılı oldu. ancak kendisinden beklenenler değil miydi bunlar? hafızanızı bir zorlayın, geçtiğimiz yıllarda bütün sezon başı kamplarında oyuncular 'bütün kupalara talibiz' derken acaba taraftar gazı mı alıyorlardı? yoksa gerçekten galatasaray futbol takımı'nın yapması üzerine vazife olduğu bir şeyden mi bahsediyorlar? bunun muhasebesini elbette futbolcu yapamaz, zira o çıktığı her müsabakayı kazanmak ile mükelleftir. maç maç bakıldığında günlük performans olarak elbette her maçı kazanamaz, şampiyon olunan senelerde hep 34/34 mü yapılır? hayır tabi ki, genel tabloya bakılır. bu, sezon içerisindeki turnuvalarda da böyledir. belki bir turnuvadan elenmiş olabilirsiniz, bu elendiğiniz an için bir başarısızlık gösterilebilir. fakat sezon sonunda, en başından beri katıldığınız bütün kulvarlarda netice olarak elde ettiğiniz başarılar ile beraber masaya yatırılarak ölçülür. bunu şöyle açıklayabilirim; türkiye kupası, süper lig ve sezon sonunda bu iki turnuvadan en az birinin kazanılması ile katılınacak olan süper kupa. herhangi bir turunda elenmiş olduğunuz türkiye kupası serüveninizin neticesi, o elendiğiniz maçın akşamında değil, sezon sonunda diğer kulvarlarda katıldığınız bütün turnuvaların neticesi ile belli olacak. türkiye kupası'ndan elendikten sonra türkiye ligi şampiyonluğu ve akabinde gelecek olan süper kupa sizi türkiye kupası'ndaki başarısızlıktan muaf tutacaktır muhakkak.
ancak yine de o sezonda, o kupada başarısız olduğunuz değişmeyecek. burasını ayırmak lazım.
peki ben bu kadar anlattım, cihat hoca'dan, hamza hoca'dan, fatih terim'den, galatasaray'ın katıldığı ve yapması gereken şeylerden bahsettim. içinde de 'lokal' olarak tabir ettiğim başarılardan söz ettim. bir şeyin ismi hiç geçmedi. ve bu en önemli şey, galatasaray'ın kurulurken manifestosu olan şey. bir bütün olarak baktığınızda aslında bu lig şampiyonluklarının, türkiye kupası zaferlerinin hepsi denizde birer kum olduğunu anlamanız, anlamamız gerekiyor. galatasaray'ın ilk ve en önemli olması gereken mücadelesi de odur. bunun dışındaki her şey gerçekten ama gerçekten teferruattır, detaydır, arka planda kalması gerekendir. her şey, ondan sonra geliyor.
http://fs5.directupload.net/.../151112/ysd9rxxk.png
fakat ben bugün objektif ve realist bir bakış açısıyla baktığımda, bu manifesto için bir çaba göremiyorum. ve bu çabayı göremiyorsam, değil 3 kupa, bu 'maksat' çerçevesi içerisinde, bu kupaya giden yolda en ufak bir adım bile atamamışsan 13 kupa kazanmışsan da pek de bir şey ifade etmiyor.
hani hep konuşulur ya, hatta sözlükte de ara sıra rastgelirim; galatasaray için bir lig şampiyonluğu, avrupa'da birkaç tur atlamaktan daha önemli değildir diye. bunun adı fedakârlıktır. işte olayın özü de bu. ben de buna dahilim. galatasaray'dır çünkü bunu isteyen. bu yüzdendir roberto mancini'yi sevme nedenim. fatih terim'i kişilik olarak hiçbir zaman sevmesem de, takımın başındayken ona hep saygı duyma nedenim buydu. fatih terim'e hepimiz güvenmedik mi? ligde şampiyon olamamış, deplasmanda kazanamamış, bunlar hep detay işte. elbette galatasaray ligde şampiyon olamadıysa başarısızdır, yukarıda o kadar anlattığım şeye karşı bir önerme beklemeyin benden. evet mancini için ben de zaman tanınması taraftarıydım, ben de ligde başarısız olduğu konusunda hemfikirdim. ancak ligde başarısız olsa bile, aynı adam, aynı sezonda, aynı fikstürde bizi o ölüm grubundan çıkardı işte. o gün yaşadığım sevinci hayatımdaki hiçbir şeyden almadım. ligde deplasmanda kazanamayan takımdı o gün karlı sahada juventus'a tekmeyi koyan. real madrid'den 6 tane yiyen takımdı o gün tur atlayan işte. akhisar belediyespor'a 2-1 yenilse bile, deplasmanda juventus ile 2-2 berabere kalarak en zor işi yapan takımdı. budur benim başarı kriterim. ya da, kendi evinde gaziantepspor ile son 10 dakikada bulduğu gol ile 1-1 berabere biten maçın ardından manchester united'ı bir şekilde yenebilen takım. türkiye kupası'nda 1461'e, hem de kendi evinde elense bile, grubun son maçında braga'yı 1-0'dan gelerek 2-1 yenip son 16'ya kalan galatasaray'ı seviyorum ben.
ve türk olmayan takımları da yenmek için bunca fedakârlık yapıyoruz dedik ya. bir de bu işin sonucunda, avrupa'dan gelecek bir kupa için neler feda edilir, inanın kimse şu an tahayyül edemiyor.
cihat hoca ile yola başladım, onunla bitireyim. teknik direktörlük kalitesi, bilgisi, oyuncuları disipline etme başarısı ne derece olursa olsun, bunlar bir tarafa; inanılmaz beyefendi ve düzgün bir insan. konuşmalarından tevazu akıyor. belli ki aile yaşantısı ve çevresine olan tavrı örnek olacak türden. ancak galatasaray teknik direktörlüğü öyle herkese nasip olacak bir şey değil. elbette cihat hoca'nın da tıpkı hamza hamzaoğlu gibi galatasaray'da görev almasını isterim. ancak bunun için iyi insan olmanın yanında birçok kriter de yatıyor. florya'nın kapısında yazan yazıyı hepimiz biliyoruz değil mi? 'seni buraya getiren yeteğin, burada tutacak olan ise karakterindir' diye. karakter konusunda cihat hoca adına konuşmaya bile gerek yok. ancak naçizane fikrim, daha pişmesi gerekiyor. hem de öyle akhisar'larda, balıkesir'lerde değil. gerçek bir teknik direktörün yanında. uefa kupası'nın temellerini 12-13 sene evvelden atan jupp derwall'in yardımcısı olan mustafa denizli gibi. tıpkı ankaragücü ve göztepe'yi çalıştırdıktan sonra sepp piontek'in yardımcılığını yapan fatih terim gibi. aynı fatih terim ayrıldıktan sonra kupa finalinde devraldığı fiorentina'ya italya kupası'nı kazandıran roberto mancini'nin, fiorentina sonrası sven-göran eriksson'un yardımcılığına getirildiği gibi. hakeza barcelona b'yi çalıştırırken, aynı zamanda frank rijkaard'ın da yardımcılığını yapan josep guardiola gibi. guardiola'nın yardımcısı olup, o gittikten sonra barcelona'yı devralan -toprağı bol olsun- tito vilanova gibi. carlo ancelotti'nin yanında staj yapan ve muhtemelen benitez'den sonra, veya en geç 4-5 sene içerisinde real madrid'in başına geçecek zinedine zidane gibi.
dikkat ettiniz mi bilmiyorum, şu anda dünya üzerindeki bütün teknik direktörler, zamanında yine en iyilerin çıraklığını yaptılar. buna daha bir çok örnek gösterebiliriz. zamanında staj yapanlar, şu anda da bir başkalarını yetiştiriyorlar. gelecek zamanda şimdiki stajyerler de günü geldiğinde kendi stajyerlerini yetiştirecekler. tabi aslında buna staj olarak bakmamak lazım. antrenör-yardımcı antrenör vasfı adı altında zaman zaman a takım antrenöründen daha fazla idmanların içinde oluyorlar. o taktik tahtasında yazan stratejilerin, soyunma odasında maç öncesi konuşmaların, oyuncular ile birebir görüşmelerin önceden muhatabı konumundalar. siz sanıyor musunuz fatih terim sepp piontek ile çalışmasa bu kadar başarılı olurdu? neuchatel zaferinde kenarda olan mustafa denizli, büyük usta'nın yanında piştikten sonra olmadı mı? ya da diğerleri?
bence cihat hoca inanılmaz gelecek vaadeden bir isim. muhakkak, ama muhakkak eski toprak bir kurt hocanın yanında, kendi yeteneği ve bilgisini harmanlayabileceği, onunla gerçekten yüksek bir eşiği atlayabileceği birinin yanında olmalı. tabi bunu demek, biraz tuhaf kaçıyor olabilir elbette. şu anda süper lig'de -nazar değmesin- oldukça başarılı bir takımın başında bulunuyor ve ben bu halimle ona akıl verecek durumda da değilim. fakat emsaller ortada, sonuçta öğrenmenin de yaşı yok. hatta keşke bir başka efsane, karl-heinz feldkamp'ın yardımcısı olabilseydi zamanında. tabi artık ondan geçti, fakat şu anda imkanım olsa ve ben bir antrenör olsam, ilk uçakla almanya'ya gider, onun yanında ne kaparım onun uğraşı içerisinde olurdum.
düşünsenize, florya'nın içinden çıkmış, balıkesir ve akhisar'da bütçesine ve takım kalitesine göre boyundan büyük işler başarmış, sonunda da feldkamp -veya başka bir efsane hiç farketmez- yanında pişmiş bir hoca. başarıya tamamen aç, kendisini ıspatlamak için hazır, ve gerekli donanıma da sahip.
ardından galatasaray uçuşa hazır.
bunu cihat hoca üzerinden dedim, ancak bülent korkmaz için de, arif erdem için de, hatta şu anda yeni yeni takım çalıştıran bütün teknik direktörler için de, hatta ve hatta hamza hoca için de söyleyebilirim. hepsi galatasaray'ın evlatları.*
bilgi paylaşıldıkça eskimez, çoğalır.
bu söyleyeceklerim hem hamza hamzaoğlu, hem cihat arslan, hem bülent korkmaz, hem arif erdem, hem dursun özbek, hem sen, hem ben, hem onun için geçerli.
cihat hoca evet, akhisar'da bu sene o kısıtlı kadrosuyla gerçekten muazzam işler yapıyor. takdir etmemek elde değil. 11 hafta sonunda 5 galibiyet, 4 beraberlik ve 2 mağlubiyetleri var. 19 puan ile 5. sıradalar. mağlubiyet aldıkları iki maçtan biri, 4. sıradaki istanbul başakşehir, diğeri de geçtiğimiz hafta oynadıkları ve son dakikalarda yedikleri golle 2-1 mağlup oldukları kasımpaşa deplasmanı. 5 galibiyetleri içerisinde de bizim geçen hafta son 2 dakikada 2 gol yiyerek 3 puan bıraktığımız rize deplasmanı ve içeride boktan bir oyunla 2 puan bıraktığımız mersin i.y. maçları da var.
tabi buradan şu çıkmamalı, sonuçta puan kaybettikleri maçlar içerisinde galatasaray'ın çok rahat bir oyunla 3 puan aldığı maçlar da var. onları kıyaslamıyorum. bu çok saçma bir karşılaştırma olur zira. fakat bu işi kıyaslamaya sokmamamın sebebi, aynı kadro, aynı durum ve aynı moral-motivasyon ile çıkmalarından ziyade, akhisar'ın kadro gücü ile galatasaray'ın kadrosunun gücü. akhisar belediyespor'un sezona, geçtiğimiz sezonki kadrosundan bir çok oyuncusunun ayrılmasından sonra devam ettiğini, yerlerine de ne derece oyuncularla doldurduğunu söylemek oldukça yoruma açık. mesela en başta, 2-3 senedir takımın maestrosu olan bilal kısa, geçtiğimiz sezonun devre arasında gelen ve kadıköy'den 3 puanı söküp getiren ricardo vaz te ve yunan gol tanrısı fanis gekas bu sezon kadroda olmayan isimlerden en önemlileri. yerlerine gelen isimlere de baktığımızda en dikkat çekici isim, 11 maçta 6 golü ile premier lig tozu yutmuş kolombiyalı santrafor hugo rodallega. başta bilal ve gekas olmak üzere gelen oyuncuların onlar kadar efektif olmaları çok zor. ancak burada iş, oyuncular kadar cihat hocaya da düşüyor. sonuçta bir kadroyu 'takım olgusu' içerisine sokabilen, oyuncuları birbirleri ile deyim yerindeyse harmanlayabilen kişidir teknik direktör. bilal ve gekas'ı da akhisar'da kadronun önemli isimleri haline getiren isim de hamza hamzaoğlu'dur, kısa bir anekdot olarak da ekleyelim. cihat hoca için de en azından bu 11 haftalık maratonda bunu layıkıyla yaptığını söylememiz pekalâ mümkün.
cihat arslan, geçtiğimiz sezonki kısa balıkesirspor macerasında da bu sinyalleri vermişti bütün kamuoyuna. herkesin aklında olan bir 4-3'lük fenerbahçe maçı var ki, o maçta fenerbahçe adına sezonun en rahat ve bol gol bulabileceği maçı olarak gösteriliyordu. fakat madalyonun yüzü öyle olmadı ve cihat arslan, kısıtlı kadrosu ve neredeyse küme düşmesi garantilenmiş balıkesirspor ile orada 3 gol atarak ve maçın da belirli bölümlerini bir hayli domine ederek fenerbahçe taraftarlarına soğuk terler döktürmüştü. 4-3'lük mağlubiyet alması, belki puan ve skor anlamında somut bir şey vermedi, ancak oyun mantalitesi ve rakibinden çekinmeyen tavrı herkesi etkilemişti. belki de o maçla beraber yaşadığı balıkesirspor performansı, cihat hoca'ya bu sezon akhisar belediyespor'un anahtarlarının teslim edilmesini sağladı.
hamza hamzaoğlu ve cihat arslan'ın kariyer gidişatına baktığımızda, ikisinin de akhisar dönemi performanslarının parlak olduğunu söylememiz mümkün. hatırlarsınız, hamza hoca da 2012-2013 ve 2013-2014 sezonunda akhisar belediyespor ile ciddi şekilde adından söz ettirmişti. süper lig'e ilk yükseldiği zaman elindeki kadronun yetersizliği ve oldukça tecrübesiz bir ekip oluşlarından ötürü küçümsenen bir takım ile yaptıkları ortada. hatta ligdeki ilk maçlarından, 2014 yazına doğru geçen bu iki sezonluk periyotta akhisar deplasmanını ne denli zor bir mücadeleye dönüştürdüğü hepimizin akıllarında taze duruyor. cihat hoca da akhisar döneminde bu paralelde seyrediyor. ikisi de az bütçe ve görece sıradan oyuncular ile beklenenin üzerine koydular. dilerim, cihat arslan da bu sezonun sonunda akhisar ile ligin ilk 6 sırasında kendisine yer bulur.
hamza hamzaoğlu ve cihat arslan'ın ortak yönlerini ele aldığımızda, ikisinin de sadece akhisar'da başarılı olmalarının daha fazlasını elbette söyleyebiliriz. ikisi de, hatta aynı dönemde takım arkadaşı da olarak florya metin oktay tesisleri'nin tozunu yutmuşlar, ikisinin de sessiz sedasız futbolu bıraktıktan sonra teknik direktörlük maceraları yüksek bir trendde seyrediyor. hatta iki hocanın da kökenlerine baktığımızda ikisi de zamanında balkanlar'dan göçen ailelerin evlatları. buradan şu çıkarımı yapmak ne kadar doğrudur, bilmiyorum; ancak ailelerinin buralardan göç etmeleri ve o hayat şartlarında oradaki yaşam tarzının kendilerini ve ailelerini ne kadar etkilediğini bildikleri için işlerine sıkı sıkıya ve disiplinli bir şekilde çalışmalarına borçlu oldukları söylenebilir. bu elbette doğruluğu muğlak bir ifade ve benim çıkarımım. fakat şunu kesinlikle söyleyebilirim ki, bu iki teknik direktör son zamanlarda büyük çıkış içerisinde olan 3-4 teknik direktörden biri. hatta bu iki isim dışında son zamanlarda başarılı olan kimler var, inanın aklıma kimse gelmiyor.
hamza hamzaoğlu'nun galatasaray teknik direktörü olmasının en büyük sebebi, malumunuz akhisar dönemi performansı. 1990-1995 yılları arasında galatasaray'da oynamış ve sarı-kırmızı renklere gönül vermiş biri de olması da bu süreci hızlandırmış olabilir, katılıyorum. şimdi bu niteliklerden dolayı aynı kıyaslama cihat arslan için de yapılıyor. keza, benim de aklıma -en azından orta vadede- gelen isimlerden biri. fakat iki hoca da, acaba şu an için galatasaray kalibresinde hocalar mıdır? tabi bu soruyu cihat hoca için değil de, daha çok hamza hamzaoğlu için sormak daha mantıklı. zira şu an galatasaray teknik direktörlüğü vasfını taşıyan da kendisi.
geçtiğimiz sezonki çifte, hatta süper kupayı da kattığımızda üç kupalı şampiyon takımın hocası olan hamzaoğlu, son 15 senedir fatih terim'den başka kimsenin erişemediği bir başarıyı tattı. bu tabiki takdire şayan bir durum, fakat galatasaray dinamiklerinin içerisinde zaten başarıya endeksli bir durum var. yani hamzaoğlu muhakkak kendisi ve takımı ile doğru bir iletişime geçmiş ki bu 3 adet kupayı müzeye koymuş. fakat şunun altını çizmekte fayda var, zira geçtiğimiz sezonu gerçekten enine boyuna incelediğimizde galatasaray dışında bütün kulvarlarda sonuca ulaşabilecek bir takım da yoktu, burasını da kabul etmek gerekiyor. bu konuda kabahati biraz da eski teknik direktörlerimizde de bulabiliriz. cesare prandelli, roberto mancini -ki kendisini kişilik olarak da, teknik direktör olarak da oldukça beğenirim, saygı duyarım- hatta diğer eski teknik direktörler; gheorghe hagi, frank rijkaard ve hatta fatih terim'de de. ligde 6 kez finişi çizgide görmüş, uefa kupası'nı bu topraklara getirmiş birini de bu kaba tabirle 'kabahatliler listesi'ne eklememiz doğrudur. peki neden? fatih terim kadar galatasaray geleneklerini, içtihatlarını, içerisindeki yapılanmayı, florya'nın havasını bilen kim var? ve bu havayı soluyan ve bu değirmeni kendisinden daha iyi döndürecek biri yokken, neden bu 3/3'lük başarı 15 sene sonra ancak tekrar edebildi? bu konuda da muhakkak türkiye kupası'nın ve süper kupa'nın çok da öncelikli birer başarı olmadığı konusunda uzlaşabilirsiniz, hatta size hak da veririm. ve galiba bu sorunun da cevabı burada da yatıyor. bunun yanı sıra, sonuçta bir takım her sene, her kupayı da kazanacak diye bir kaide yok, bunun bir emsali de yok. bu lokal başarılar yerine, avrupa'da kazanılacak birkaç zafer ve atlanacak birkaç tur elbette bütün galatasaray taraftarlarının öncelikler listesinde yer alıyor. iyi de bu bir bahane değil ki! 15 senelik süre çok uzun bir müddet, 15 senenin en az 7-8'inde ligin en iyi kadrosuna sahip bir takımın bunu 15. sene sonunda başarması da ayrı bir problem. ya hiç yoksa arada bir veya iki defa alınması gerekmiyor muydu? fenerbahçe ve beşiktaş'ı zaten göstermeye gerek bile duymuyorum, çünkü bu iki takım galatasaray kadar kazanma alışkanlığı ve kültürü olan ekipler değiller. belki beşiktaş'ı 1990'lara kadar söyleyebiliriz, o efsane kadroları metin'ler, ali'ler, feyyaz'lar, rıza'lar, bir nebze katılabilir. ancak aradan geçen 25 senede 4'ten fazla şampiyonluğu olmayan bir takım beşiktaş. e pekalâ şimdi soralım, bu 2000-2015 arasında neden bir kere bile olsa en azından 'duble' yapılmış bir sezon yok?
yukarıda anlattığım dubleli sezonlar, üç kupalı şampiyonluklar ancak 15. sene sonunda geldiyse burada ya bir sıkıntı var, ya da bu üç kupayı da kazanmak oldukça matah bir iş, öyle değil mi? peki siz de bir düşünün o zaman. yıllarca 'şerefli üçüncülük' ile kendilerini kandırmış ve bunu bir psikolojik yenilgiye dönüştürmüş beşiktaş ve aziz yıldırım'ın yıllarca 'kazanan takım' olma yolunda, temeli kendisinin fevri hareketlerine dayanan, görünürdeyse takıma kazandırma alışkanlığı verme durumunda bir ego meselesi haline getirdiği ve oyuncağına dönüştürdüğü fenerbahçe. ve bütün bunların yanında, şimdi saymaya gerek görmediğim, herkesin adı gibi bildiği bir galatasaray. şimdi terazinin kantarında hangisi ağır basıyor?
belki de hamza hamzaoğlu 3 kupayı da alarak başarılı oldu. ancak kendisinden beklenenler değil miydi bunlar? hafızanızı bir zorlayın, geçtiğimiz yıllarda bütün sezon başı kamplarında oyuncular 'bütün kupalara talibiz' derken acaba taraftar gazı mı alıyorlardı? yoksa gerçekten galatasaray futbol takımı'nın yapması üzerine vazife olduğu bir şeyden mi bahsediyorlar? bunun muhasebesini elbette futbolcu yapamaz, zira o çıktığı her müsabakayı kazanmak ile mükelleftir. maç maç bakıldığında günlük performans olarak elbette her maçı kazanamaz, şampiyon olunan senelerde hep 34/34 mü yapılır? hayır tabi ki, genel tabloya bakılır. bu, sezon içerisindeki turnuvalarda da böyledir. belki bir turnuvadan elenmiş olabilirsiniz, bu elendiğiniz an için bir başarısızlık gösterilebilir. fakat sezon sonunda, en başından beri katıldığınız bütün kulvarlarda netice olarak elde ettiğiniz başarılar ile beraber masaya yatırılarak ölçülür. bunu şöyle açıklayabilirim; türkiye kupası, süper lig ve sezon sonunda bu iki turnuvadan en az birinin kazanılması ile katılınacak olan süper kupa. herhangi bir turunda elenmiş olduğunuz türkiye kupası serüveninizin neticesi, o elendiğiniz maçın akşamında değil, sezon sonunda diğer kulvarlarda katıldığınız bütün turnuvaların neticesi ile belli olacak. türkiye kupası'ndan elendikten sonra türkiye ligi şampiyonluğu ve akabinde gelecek olan süper kupa sizi türkiye kupası'ndaki başarısızlıktan muaf tutacaktır muhakkak.
ancak yine de o sezonda, o kupada başarısız olduğunuz değişmeyecek. burasını ayırmak lazım.
peki ben bu kadar anlattım, cihat hoca'dan, hamza hoca'dan, fatih terim'den, galatasaray'ın katıldığı ve yapması gereken şeylerden bahsettim. içinde de 'lokal' olarak tabir ettiğim başarılardan söz ettim. bir şeyin ismi hiç geçmedi. ve bu en önemli şey, galatasaray'ın kurulurken manifestosu olan şey. bir bütün olarak baktığınızda aslında bu lig şampiyonluklarının, türkiye kupası zaferlerinin hepsi denizde birer kum olduğunu anlamanız, anlamamız gerekiyor. galatasaray'ın ilk ve en önemli olması gereken mücadelesi de odur. bunun dışındaki her şey gerçekten ama gerçekten teferruattır, detaydır, arka planda kalması gerekendir. her şey, ondan sonra geliyor.
http://fs5.directupload.net/.../151112/ysd9rxxk.png
fakat ben bugün objektif ve realist bir bakış açısıyla baktığımda, bu manifesto için bir çaba göremiyorum. ve bu çabayı göremiyorsam, değil 3 kupa, bu 'maksat' çerçevesi içerisinde, bu kupaya giden yolda en ufak bir adım bile atamamışsan 13 kupa kazanmışsan da pek de bir şey ifade etmiyor.
hani hep konuşulur ya, hatta sözlükte de ara sıra rastgelirim; galatasaray için bir lig şampiyonluğu, avrupa'da birkaç tur atlamaktan daha önemli değildir diye. bunun adı fedakârlıktır. işte olayın özü de bu. ben de buna dahilim. galatasaray'dır çünkü bunu isteyen. bu yüzdendir roberto mancini'yi sevme nedenim. fatih terim'i kişilik olarak hiçbir zaman sevmesem de, takımın başındayken ona hep saygı duyma nedenim buydu. fatih terim'e hepimiz güvenmedik mi? ligde şampiyon olamamış, deplasmanda kazanamamış, bunlar hep detay işte. elbette galatasaray ligde şampiyon olamadıysa başarısızdır, yukarıda o kadar anlattığım şeye karşı bir önerme beklemeyin benden. evet mancini için ben de zaman tanınması taraftarıydım, ben de ligde başarısız olduğu konusunda hemfikirdim. ancak ligde başarısız olsa bile, aynı adam, aynı sezonda, aynı fikstürde bizi o ölüm grubundan çıkardı işte. o gün yaşadığım sevinci hayatımdaki hiçbir şeyden almadım. ligde deplasmanda kazanamayan takımdı o gün karlı sahada juventus'a tekmeyi koyan. real madrid'den 6 tane yiyen takımdı o gün tur atlayan işte. akhisar belediyespor'a 2-1 yenilse bile, deplasmanda juventus ile 2-2 berabere kalarak en zor işi yapan takımdı. budur benim başarı kriterim. ya da, kendi evinde gaziantepspor ile son 10 dakikada bulduğu gol ile 1-1 berabere biten maçın ardından manchester united'ı bir şekilde yenebilen takım. türkiye kupası'nda 1461'e, hem de kendi evinde elense bile, grubun son maçında braga'yı 1-0'dan gelerek 2-1 yenip son 16'ya kalan galatasaray'ı seviyorum ben.
ve türk olmayan takımları da yenmek için bunca fedakârlık yapıyoruz dedik ya. bir de bu işin sonucunda, avrupa'dan gelecek bir kupa için neler feda edilir, inanın kimse şu an tahayyül edemiyor.
cihat hoca ile yola başladım, onunla bitireyim. teknik direktörlük kalitesi, bilgisi, oyuncuları disipline etme başarısı ne derece olursa olsun, bunlar bir tarafa; inanılmaz beyefendi ve düzgün bir insan. konuşmalarından tevazu akıyor. belli ki aile yaşantısı ve çevresine olan tavrı örnek olacak türden. ancak galatasaray teknik direktörlüğü öyle herkese nasip olacak bir şey değil. elbette cihat hoca'nın da tıpkı hamza hamzaoğlu gibi galatasaray'da görev almasını isterim. ancak bunun için iyi insan olmanın yanında birçok kriter de yatıyor. florya'nın kapısında yazan yazıyı hepimiz biliyoruz değil mi? 'seni buraya getiren yeteğin, burada tutacak olan ise karakterindir' diye. karakter konusunda cihat hoca adına konuşmaya bile gerek yok. ancak naçizane fikrim, daha pişmesi gerekiyor. hem de öyle akhisar'larda, balıkesir'lerde değil. gerçek bir teknik direktörün yanında. uefa kupası'nın temellerini 12-13 sene evvelden atan jupp derwall'in yardımcısı olan mustafa denizli gibi. tıpkı ankaragücü ve göztepe'yi çalıştırdıktan sonra sepp piontek'in yardımcılığını yapan fatih terim gibi. aynı fatih terim ayrıldıktan sonra kupa finalinde devraldığı fiorentina'ya italya kupası'nı kazandıran roberto mancini'nin, fiorentina sonrası sven-göran eriksson'un yardımcılığına getirildiği gibi. hakeza barcelona b'yi çalıştırırken, aynı zamanda frank rijkaard'ın da yardımcılığını yapan josep guardiola gibi. guardiola'nın yardımcısı olup, o gittikten sonra barcelona'yı devralan -toprağı bol olsun- tito vilanova gibi. carlo ancelotti'nin yanında staj yapan ve muhtemelen benitez'den sonra, veya en geç 4-5 sene içerisinde real madrid'in başına geçecek zinedine zidane gibi.
dikkat ettiniz mi bilmiyorum, şu anda dünya üzerindeki bütün teknik direktörler, zamanında yine en iyilerin çıraklığını yaptılar. buna daha bir çok örnek gösterebiliriz. zamanında staj yapanlar, şu anda da bir başkalarını yetiştiriyorlar. gelecek zamanda şimdiki stajyerler de günü geldiğinde kendi stajyerlerini yetiştirecekler. tabi aslında buna staj olarak bakmamak lazım. antrenör-yardımcı antrenör vasfı adı altında zaman zaman a takım antrenöründen daha fazla idmanların içinde oluyorlar. o taktik tahtasında yazan stratejilerin, soyunma odasında maç öncesi konuşmaların, oyuncular ile birebir görüşmelerin önceden muhatabı konumundalar. siz sanıyor musunuz fatih terim sepp piontek ile çalışmasa bu kadar başarılı olurdu? neuchatel zaferinde kenarda olan mustafa denizli, büyük usta'nın yanında piştikten sonra olmadı mı? ya da diğerleri?
bence cihat hoca inanılmaz gelecek vaadeden bir isim. muhakkak, ama muhakkak eski toprak bir kurt hocanın yanında, kendi yeteneği ve bilgisini harmanlayabileceği, onunla gerçekten yüksek bir eşiği atlayabileceği birinin yanında olmalı. tabi bunu demek, biraz tuhaf kaçıyor olabilir elbette. şu anda süper lig'de -nazar değmesin- oldukça başarılı bir takımın başında bulunuyor ve ben bu halimle ona akıl verecek durumda da değilim. fakat emsaller ortada, sonuçta öğrenmenin de yaşı yok. hatta keşke bir başka efsane, karl-heinz feldkamp'ın yardımcısı olabilseydi zamanında. tabi artık ondan geçti, fakat şu anda imkanım olsa ve ben bir antrenör olsam, ilk uçakla almanya'ya gider, onun yanında ne kaparım onun uğraşı içerisinde olurdum.
düşünsenize, florya'nın içinden çıkmış, balıkesir ve akhisar'da bütçesine ve takım kalitesine göre boyundan büyük işler başarmış, sonunda da feldkamp -veya başka bir efsane hiç farketmez- yanında pişmiş bir hoca. başarıya tamamen aç, kendisini ıspatlamak için hazır, ve gerekli donanıma da sahip.
ardından galatasaray uçuşa hazır.
bunu cihat hoca üzerinden dedim, ancak bülent korkmaz için de, arif erdem için de, hatta şu anda yeni yeni takım çalıştıran bütün teknik direktörler için de, hatta ve hatta hamza hoca için de söyleyebilirim. hepsi galatasaray'ın evlatları.*
bilgi paylaşıldıkça eskimez, çoğalır.