1938 dünya kupasını mussolini, hitler'in de daha sonra olimpiyatlarda yapacağı üzere bir propaganda malzemesi olarak kullanır. italya milli takımı bu kupayı "ne olursa olsun" kazanmalıdır ve finalde karşılaşacakları macaristan maçı öncesi gök mavili futbolculara telegraf memuru yıldırım hızıyla mussolini'nin mesajını iletir: ya galibiyet, ya ölüm... bu mesajdan macar futbolcuların da haberdar olduğu söylenir ki, hiç bir oyununun insan yaşamından daha önemli olmadığını göstermek istemişlerdir dünyaya kalelerini italyan futbolculara açarak. 4-2lik "mutlak" galibiyet sonrasında "italyan futbolcuların kaldırdıkları salt kupa değildir, yaşamın ta kendisidir." der utku erışık "sporun edebiyata, edebiyatın spora hava atışı" adlı kitabında...
çarşambayı perşembeye bağlayan gece madrid'de yaşanılan 6-0 lık "faciadan" sonra gaziantep deplasmanındaki müsabaka da galatasaraylı futbolcular için "ya galibiyet ya ölüm" manasındaydı. yaptığı hizmetler ve kazandırdığı kupalarla galatasaray'da kredisi en son tükenecek olan kişilerden biriydi teknik direktör fatih terim ama futbolcular ispanya'da "formayı çıkarın çıplak oynayın" tezahuratını duymuşlardı bir kere... ateş bacayı sarmış, hatta evin tüm odalarına doğru yayılıyordu... hoca da ocak ayını işaret ediyordu ama o vakte kadar "öyle ya da böyle haneye puanların yazılması gerekiyordu" ve bu sezonki "ağrı kesiciye" baş vurulmuştu gaziantep deplasmanında: üçlü savunma...
iç sahada psg ve real madrid karşısında üç stoperli bir oyun tercih etmiş ve başarılı da olmuştu. antep karşısında neden olmasındı? oldu da... hem de çok iyi oldu...
önceki maçlardan farklı olarak donk'un yerine ahmet çalık'ı koymuştu fatih terim son adam "emniyet sibobu" olarak. gençlerbirliği'nde oynadığı yıllarda savunmayı toparlamasıyla ön plana çıkmış, takım kaptanlığını almış, milli takıma kadar yükselmişti ahmet ama galatasaray kariyeri pek de arzu ettiği şekilde gelişmedi. yine de fatih terim onu kadroda tuttu ve geçen hafta rize maçında görev verdi marcao'nun yokluğunda. hatasız oynayınca o karşılaşmada, bu hafta da formayı sırtından çıkarmadı ahmet... yine kusursuzdu, yine hatasızdı ve ayakla olsun kafayla olsun gaziantep ataklarının sonunda ahmet vardı... arkalarında "süpürücü" olduğunda da luyindama ve marcao da daha güvenli ve rahat oynama şansı buldular, nasılsa top kaçsa ahmet yetişecekti imdada... pozisyon vermeden de maçı bitirdi galatasaray... simudica yenik durumda olmasına rağmen "kıpırdayamayan" forvetlerini oyundan çıkarmak zorunda kaldı...
real madrid maçının kötülerinden nagatomo'nun yerine emre vardı sol kanatta ve şener sakat olmasaydı o da sağ bekte savunacaktı takımı ama onun yokluğunda mariano şans buldu. fena da iş yapmadılar, emre feghouli'ye asist yaptı, bir çok pozisyonda da rakip ceza sahası içinde bir golcü kurnazlığı ile yer buldu. mariano da feghouli ile geçen seneyi anımsatan verkaçlarla rakip kalede tehlike yarattı...
fatih terim savunmada rotasyon yaptı da, bu sistem içinde orta sahadaki tercihleriyle de maçın rahat kazanılmasında başarılıydı. ömer zaten artık takımın bankoları arasına girdi, bir sakatlık ve ceza durumu dışında formayı sırtından kimse alamaz, attığı gol de jeneriklikti, top ağlarla buluştuğunda koltuktan öyle bir sıçramışım ki eşim "ne yapıyorsun, en nihayetinde gaziantep'le oynuyorsunuz, derbi maçı değil" diye hayıflanırken, golün güzelliğine şapka çıkarıyordum aslında... lemina da takıma enerji ve hırs katan oyunculardandı, topla dikine gidişi, rakip eksiltişi deplasmanda galatasaray'ı rahatlatan unsurlardandı. bir de maçın en iyi üç adamından biri olan feghouli'nin görevi farklıydı. "oynat şu takımı be soso" demişti belki de fatih terim maç önü konuşmasında cezayirli oyuncuya... o da maestro oldu gaziantep karşısında, yönetti takımı, gol attı, direkleri dövdü, "mekanın sahibi geri geldi" dedirtti seyredenlere... bu kurgu oturursa, tek maçlık kalmazsa, devre arasında belhanda yolcu...
forvet hattında adem büyük de yeni malatyaspor maçından sonra ikinci defa ilk onbirde başladı. önceki yazılarımda belirttiğim gibi adem'in potansiyeline güveniyorum, galatasaray'da verimli olacağına inanıyorum. dün gece de görevini layıkıyla yaptı, rakip yarı alanda pres yaptı ki göstermelik değildi, "ısıran" bir yapıdaydı, kısa boyuna rağmen hava toplarında oldukça başarılıydı ve ömer'in golünde kafayla topu aşıran isimdi adem büyük... andone erken sakatlanmasaydı, fark daha da açılabilirdi ama şanssızlık, umarım rumen topçunun ciddi bir sakatlığı yoktur. andone'nin yerine giren babel, diğer maçlara göre daha istekli göründü ama gözlerden kaçmayan bir durum var ki o da babel'in oyunu yavaşlatması, hatta atakları durdurup, muslera'ya kadar uzanan geri pas silsilesinin startını vermesi. sanki hata yapmaktan korkar gibi bir durumda hollandalı futbolcu ve tecrübesiyle "garanti" oyunu seçiyor... oysa onyekuru olsa, "rüzgarın oğlu" gibi tozu dumana kata kata sürerdi topu rakip ceza sahasına doğru...
ömer bayram'ın rakip ceza sahası önünde itilip gaziantepli oyuncuya çarpmasında "hava atışı" vermesi dışında konuşulacak bir hata yapmadı cüneyt çakır ama yardımcısı bahattin duran kaldırdığı ve kaldırmadığı bayraklarla "bu adam ya kuralı bilmiyor ya da kafasında tilkiler dolaşıyor" dedirtti. karşılaşmanın ilk devresinde emre'ye atılan uzun pasta gözü önündeki antepli topçuyu görmeyip umut vaad eden pozisyonun bitmesini beklemeden "anında" bayrağı kaldıran bahattin duran, ikinci devre iki metre ofsaytta olan gaziantepli oğuz için bayrağı kaldırmayıp, pozisyonun bitmesini bekledikten sonra ofsayt olduğunu haber verdi cüneyt çakır'a... devre arasında kuralı öğrendi herhalde diye düşünelim en naif halimizle...
gaziantep gibi bir deplasmandan alınan üç puanla milli takım arasına girmek başta futbolcuları olmak üzere galatasaray'lıları oldukça rahatlattı. oynanan oyun da geleceğe dair ümit verdi. şimdi hocadan beklenen bu sistemi bozmadan, falcao'nun da katılımıyla özlenen galatasaray'ı taraftarla buluşturması...
kaynak:
https://ultrasmovement.blogspot.com/...u0-2galatasaray.html