sivasspor – galatasaray : 1-3 büyük galibiyet
takip edenler bilir, avrupa’nın büyüklerinden başkasını pek takmam. futbolun geldiği noktanın da farkındayım. anadolu takımlarının digitürk’ten, iddaa’dan aldıkları paralarla eskisi kadar güçsüz olmadıklarını da biliyorum da işte galatasaray da kolay olunmuyor. braga galibiyetinden sonra sivas deplasmanında galibiyet büyük iş.
maç başladı gol oldu. 43.saniyeymiş. umut sağ çaprazdan topun gelişine dan diye çaktı. sonra maç ibb maçına benzedi. galatasaray bekledi, sivas üstümüze geldi. güzel de beraberlik golü attı sivas erman kılıç’la. erman kılıç iyi topçu, kötü değil. ama maç içinde devamlılığı olan bir oyuncu da değil. güzel bir gol attı da, ligtv’de maçı anlatan arkadaş prekazi’nin monaco’ya attığı gole benzetti. muhtemelen o golü canlı izleyecek yaşta olmadığı için kafasında tam canlandıramadı. hani cvad’ın başka gollerine de benzetebilir, cevad gibi bir sol ayak diyebilir de monaco’ya attığı golle alakası yok. aralarında en az 20 metre var yazmıştım twitter’da ama sonradan fark ettim, 20 metreden daha fazla mesafe var. cevad’ın ki duran top, şampiyon kulüpler çeyrek finalinde atılmış bir gol falan filan. alakası yok yani. erman kılıç için bülent uygun da messi demişti. çocuğu bir rahar bırakın arkadaşım ya, bırakın topunu oynasın. abartmayın, yazık.
sonra burak yılmaz maçı 1-2’ye getirdi. hımmm, çaprazdan kalecinin altından uzak direk dibine vurup attığı gol için “romario golü” mü diyelim yani.
galatasaray önde oynamayı seven, rakibi baskı altına almayı seven bir takım. erken gol bulduğu maçlarda görüldü ki; takım çok rahat oynuyor. ibb ve sivas maçlarındaki gibi. özellikle kaybettiğimiz maçlardan sonra bir fikir şöyle diyor: galatasaray topu rakibe versin.
sadece 3 puan lazımsa evet. topu rakibe verip de yenemeyeceğimiz takım yok. avrupa’da bile az. ama beni kesmez ki. hele asy arenada. topu rakibe vericez, bekliycez. sıkıntıdan patlarım ben. lucescu’nun en büyük dezavantajı bu olmuştu. fatih terim’in rakibi ezen takımından sonra sahasında bekleyen takım. tabii ki, kazanalım da maçlar sıkıcı geçsin diyenler de vardır ama hiç bana göre değil. galatasaray özellikle ligde rakibe baskı yapar, maçlarını öyle kazanır. kazanamazsa da canları sağolsun derim.
elbette bazı istisnalar olacaktır. bugünkü gibi. şampiyonlar liginde tur geçmiş, 3 gün sonra sivas’a gitmiş takımdan dominant oyun beklemem ben. işte burada “kötü oynarken bile kazanmayı bilmek” öne çıkar. bir meziyettir bu. fenerbahçe takımı yıllardır bunu yapıyor. şampiyon oldukları sezonlara bir dikkat ederseniz 2 adamın öne çıktığını görürsünüz. biri tutan (rüştü, sonra volkan), diğeri atan (van hoıjdonk, sonra alex). hele ki bir takımın sezondaki en iyi adamı kalecisi oluyorsa, allah galatasaray’a böyle şey göstermesin. o sezon yürek ağızda biter mi yahu.
takımın oynadığı baskıcı stil iyidir. avrupa maçları da bittiğine göre bundan sonrası daha kolay olur. haftaya fenerbahçe maçı var. aykut birkaç haftadır kaşıyor ama cevap alamıyor. fatih hoca ona aykut diyor, ortalığı fener medyasıyla beraber karıştırmaya çalışıyorlar cevap alamıyorlar. hoca bugün de rıza hoca için rıza dedi. e, ne oldu? rıza hoca çıkıp “söyleyene bakıp karar verir taraftarımız” der mi? demez. neden? fatih hoca onun abisi, kaptanı da ondan. ama bazen böyle dallamalıklar oluyor. zamanında “kaptanım” diye peşinden koşanlar arkandan iş çevirmeye, bel altı vurmaya kalkıyor. bakıyorsun, muhatap olmaya değmez, kendi boklarında boğulsunlar diyorsun. fatih terim gibi. :)))
önümüzdeki hafta fener maçı var. galatasaray taraftarı yine başlayacak “fener balı, hakemler, sow, stoch, krasiç, kuyt, volkan” diye sayıklamaya. ben de bütün hafta direneceğim. çünkü “muslera, burak yılmaz, umut bulut, selçuk inan, melo, küçük melo, yekte, amrabat, engin baytar, eboue, elmander, hamit altıntop” var bizde de. bizim kenarda fatih terim var, onların kenarda aykut. aykut lan, bizim aykut. ilkokul, lise, asker arkadaşımız aykut.
geçen seneki gibi ballı mı olacaklar sanıyorsunuz? biz bu sene daha mı az ballıyız. adamlar deplasmanda manu’yu yendiler, gruptan biz çıktık lan. romanya tarihinde 1979’dan beri ikinci ingiltere deplasman galibiyetini aldı cluj. ballı olmak kötü bir şey değildir gençler, şunun bir farkına varın hele.
tekrar anlatayım: geçen sezon içerde 1-2 yenildiğimiz maçtan sonra fenerli öğrencimle buluştuk.
- geççim olsun captano bey
- eyvallah da ne oldu ki?
- 2-1 yendik ya
- haaa evet. sağolasın.
- belliydi ama
- nasıl belliydi? (içimden; amk volkan 30 tane gol kurtarmadı mı lan?)
- belliydi, siz o kadar gol kaçırınca bizim yeneceğimiz belliydi, zaten hep aynısı oluyor.
adamın kafasını klozete sokmak geldi içimden. sadece 2 kere kaleye geldikleri, haşat ettiğimiz, rencide ettiğimiz maç için adam “belliydi” diyor. ve bunu milyonlarca fenerliye sorun, aynı cevabı verirler: belliydi.
ama işin asıl can alıcı noktası şu ki; milyonlarca galatasaraylıya sorun yine aynı cevabı alırsınız: belliydi.
abi belliydi ya, o kadar gol kaçırdık bunların balı var, bizi yenecekleri belliydi.
haftaya maç var yine aynı muhabbetler. fenerin balı var abi.
her iki takımdan milyonlarca insan aynı şeyi söylüyor. başlarını da hıncal uluç çekiyor. galatasaray çok iyiyse maç ortadadır, fener iyiyse fark olur, takımlar kafa kafayaysa fener maçı alır.
bakın milyonlarca insan hem de her iki takımın taraftarı olan milyon çarpı milyon insan buna inanıyorsa bu olur.
bunun inanılacak bir tane mantıklı açıklaması yokken, gelin düşüncenizi değiştirin dediğimde itiraz edilmesi de dünyanın en saçma şeylerinden biri.
ey galatasaraylılar, gelin düşüncenizi değiştirin. bu takımın her halukarda feneri kolayce yenebileceğini görün. inanın bile demiyorum, görün. bizim hocamızın, futbolcularımızın daha iyi olduğunu fark edin. geçen sene kadıköy’de şampiyonluk kupasını kaldırdığımız, kudurdukların, benzin istasyonunu, polis arabalarını yaktıklarını hatırlayın. takımın bekleyip karanlıkta kupayı aldığını, kadıköydeki soyunma odasının duvarına “şampiyon galatasaray” yazdığını hatırlayın.
ulan gelin bir de böyle deneyin be. kurban rolü yapmaktan vazgeçin, kendinizin, takımınızın, hocanızın, futbolcularınızın, tribünlerin değerini, hakkını verin.
*