172
seksenlerde doğmuş herhangi bir fenerbahçe taraftarı için yeri çok ama çok ayrı olan maç. pek dillendirilmese de 1989 ile 2001 arasındaki 12 yıllık dönemde sadece 1 şampiyonluk yaşadı fenerbahçe. 1985'ten 2001'e kadarki periyodda 2 şampiyonlukları var. 16 senede 2 şampiyonluk. 1971'den 1987'ye kadarki 16 yıllık karanlık dönemde bizim dahi 3 şampiyonluğumuz var. ama işte araya bir tane sıkıştıramadığımız için bugün hala 14 sene diye dalga konusu olabiliyor. öyle bir dönem geçirmişler. o tarihten önceki son 10 yılda 7, hele 1996-2002 arası 5 tane galatasaray şampiyonluğu var, uefa kupası var, süper kupası var, şampiyonlar ligi'nde gruptan 2 kere çıkma var, üçüncü yıldızı kaptırma var, pendik faciası var, şampiyonlar ligi'nde sıfır çekme var, var da var...
biz nasıl doksanlı yılların galatasaraylı çocuğu olmak diye bazen böbürlenerek, bazen gülümseyerek anlatıyorsak empati yapmak gerekirse bunun bir de fenerbahçeli çocuğu versiyonu var. işte o gün, o maç aslında tüm o yılların intikamıydı. maç öncesinde bizim tribüne yönetim ve emniyetle koordineli şekilde çektirilen eziyet, dakikalarca pols nezaretinde yağdırılan taşlar, tribünün çatısından yere kadar değecek ebattaki aslan parmaklayan adam pankartı, sahaya atılan meşaleler, yumurtalar, hatta demir sopa, hatta ve hatta kameralara yansıyıp bir yöneticinin cebine attığı bıçak...
tüm o organize hazırlık bir öfke birikiminin dışa vurumuydu. bu da aslında bizim takımı düşürmekten çok fenerbahçe takımını ciddi şekilde gaza getirmişti. yusuf şimşek bile deli danalar gibi koşuyordu o maçta. serhat, tuncay, hatta fatih ve ümit özat belki de bugünlerdeki koşu mesafelerine fark atacak kadar koşmuşlardı...
fenerbahçe 9. dakikada golle başlamıştı maça ama ilk yarı o kadar da kötü geçmemişti bizim adımıza. fenerbahçe'nin her topu ortega'ya oynama ısrarıyla bizim ortega üzerindeki markajımız birleşince oyun kilitlenmişti. ilk yarının sonlarına doğru ortega'nın yer almadığı pozisyonda ümit özat'ın ortasını bitiren markajdan sıyrılan arjantinli futbolcu oldu ve devreye 2-0 geride girdik. hasan şaş'ın fenerbahçe tv klibinde bile yer alan isyanı haklıydı aslında, bişey yaptıkları yoktu...
ikinci yarıya girerken fatih terim bir kumar oynamış, ayhan'ın yerine arif erdem'i alarak başlamıştı. nitekim o meşhur 2-3 pozisyonu buldu arif ancak bir türlü top kaleye girmedi. üstelik bu değişiklik ile orta saha direncimiz azalmıştı. bu pozisyonların ardından gelişebilen ilk fenerbahçe atağında ariel ortega atıldı. werner lorant da yapılabilecek en basit hamlelerden birini yaptı, forvetten washington'u çıkarıp orta sahada oynayan ceyhun'u sahaya sürdü. ki aslında hem ortega ağır markajdan dolayı etkisizdi, hem de washington kendine has kazmalığı ile skorun daha ilk yarıdan 4-0 olmasına engel olmuştu.
ikinci yarının başında stevic ile yer değişip sağ taraftan göbeğe geçen yusuf şimşek yanına ceyhun eriş de gelince, arkalarında da samuel johnson gibi bir adam yiyen orta saha olunca tüm kalitelerini ortaya koymaya başladılar. christian, arif, pinto, hasan fenerbahçe defansıyla boğuşurken bu tehlikeli üçlünün karşısında batista ve aslında kanat oyuncusu olan ergün kaldı. bu da bir kişi eksik olmasına rağmen orta sahanın tamamen fenerbahçe'ye geçmesine sebep oldu.
bu yetmezmiş gibi tuncay'ın hem orta saha hem de forvet gibi oynaması ve serhat ile yaklaşık yarım saatlik bölümde durmadan yaptığı koşular, üzerine fatih akyel ve ümit özat'ın her fırsatta ileriye fırlamaları da eklenince fenerbahçe bizim yarı sahada bizden kalabalık kalmaya başladı. nitekim kırmızı karttan on dakika sonra üçüncü golü buldular.
tam bu noktada fatih terim maç sonunda çıkıp kariyerinde ender yaptığı şekilde "bütün sorumluluk benimdir" demesine sebep olacak olan ikinci ve ölümcül hatasını yaptı. ceyhun-yusuf ikilisinin sazı eline alıp oynadığı, tuncay-serhat-ümit özat/fatih üçlüsünün gelip bastığı bu ortamda göbekte mücadele edebilecek tek adam olan batista'yı çıkarıp yerine ümit karan'ı aldı. böylece takım 4-1-5 gibi saçma bir dizilime sahip oldu. bu da fenerbahçe'nin ekmeğine yağ sürdü. nitekim bu kırmızı karttan sonra hemen dördüncü ve beşinci golü attı fenerbahçe. oyuncu değişikliği ile beşinci gol arasında 4 dakikalık süre var ki bir dakikalık gol sevincini ve bizim takımın santra yapıp topu kaybetmesini de düşersek pek bir süre kalmıyor zaten. bu golden hemen sonra serhat'ın oyundan çıkması, sonrasında biri yusuf'un sarı kartı diğeri emre aşık'ın atılması ile sonuçlanan iki pozisyon. bir oyuncu değişikliği daha ve başlayan oyunda bomboş orta sahada tıngır mıngır giden topa ileri fırlayan ümit özat'ın tek dokunuşuyla meşhur altıncı gol...
aslında 6. haftada oynanması gerekirken 24 eylül 2002 galatasaray barcelona maçı sebebiyle 11. ve 12. haftalar arasına ertelenmişti. 10 maçta 8 galibiyet 2 beraberlik ile gitmiştik bu maça. attığımız 21 gole karşılık sadece 6 gol görmüştük ağlarımızda. 2. sıradaki beşiktaş'tan bir puan öndeydik ama bu skor üzerine üç gün sonra oynanan adanaspor deplasmanında da alınan beraberlik sonrası liderlik 2 puan farkla beşiktaş'a geçmişti. sezon bitimine kadar da bir daha liderlik koltuğuna oturma şansımız olmamıştı. zaten bu maçtan itibaren devre arasında kadar oynanan 8 maçta aldığımız (biri beşiktaş'a karşı) 3 mağlubiyet 1 beraberlik, sezonda toplam 5 mağlubiyet 5 beraberlik aldığmızı göz önünde bulundurunca çok önemli bir kırılma olmuştu. 16. haftadaki beşiktaş mağlubiyetinden sonra 11 haftada 30 puan çıkarsak da önce adanaspor sonra gençlerbirliği maçlarında ali sami yen'de kaybettiğimiz ya da kaybettirilen 4 puan sonrası inönü'de sergen attı şampiyonluk geldi maçına çıkıp orada kaybetmiştik.
(bkz: 27 nisan 2003 galatasaray adanaspor maçı)
(bkz: 11 mayıs 2003 galatasaray gençlerbirliği maçı)
şimdi her ne kadar bizim taraftan inkar edilmeye, küçümsenmeye çalışılsa da büyük bir travmaydı. özellikle maçtan önceki 10-12 hatta 15 yıllık sürece bakıldığında skoru 6 değil 2-3'te bile kalsaydı konuşulabilecek bir maç olabilirdi. kaybedip üzerine de 5 maç ceza aldığımız sulu derbiyi yıllarca konuşmamız gibi. farklı bir atmosferde farklı bir maçtı. biraz şans, biraz fatih terim inadı biraz da fenerbahçe'nin o gün forma giyen oyuncularının hakikaten gazı alıp oynamasıyla böyle tarihi bir skor çıktı. ve fenerbahçe camiası kamuoyu olsun, taraftar olsun, basın-yayın olsun yıllardır biriktirdiği herşeyi dışarı atabildi... hem o hegomonyayı kırabilmeleri, hem de biraz olsun üste çıkabilmelerini sağlayan bir başarıydı. zaten o sezon kötü bitirseler de takip eden 4 yılda 3 şampiyonlukla o şoku üzerlerinden atlatabilmişlerdi...
o yüzden ben o günlerde 8-9 yaşlarında ya da üzeri olan fenerbahçe taraftarının bu maçı 20 yıl sonra dahi abartıyla anmasını doğal karşılıyorum. bizim 1987'deki eskişehirspor maçı gibi, 1989'daki neuchatel maçı gibi, 1993'teki manchester maçı gibi tarihsel anlamda talihlerini değiştirdikleri bir maçtı. bence o bakımdan fazlasıyla kıymetlidir...
bu travma karşısında bizim galatasaray taraftarının argüman ararken meşhur ettiği iki şey var. birincisi eskilerin yıldız futbolcusu şimdilerin rüşvetçisi michel platini'nin "büyük takımlar aldıkları kupalarla, küçük takımlar büyük takımları yenmeleriyle övünürler"* lafı, diğeri de 7-0 galatasaray üstünlüğüyle sonuçlanan 12 şubat 1911 fenerbahçe galatasaray maçı...
platini'nin lafını kendisi ve biz türklerden başka hatırlayan var mıdır bilinmez. yine de galatasaray'ın genelde kupa istatistiğinde, fenerbahçe'nin derbilerde üstün çıkması sebebiyle bir şekilde tutmuştur. hatta belki hiç söylenmemiştir de duruma uyuyor diye platini referansıyla ortaya atılmıştır. ancak şunu bir kez daha belirtmekte fayda var, bu maçı bu kadar önemli yapan da son 6 yılın 5'inde şampiyon olup birinde son 45 dakikada kaybeden, 2 avrupa kupası kazanan, bir önceki sezon kendi takımının sıfır çektiği şampiyonlar ligi'nde gruptan çıkıp çeyrek finali son maçta kaybeden bir ezeli rakibe karşı bu skorla kazanılmış olmasıdır.
12 şubat 1911 fenerbahçe galatasaray maçı'nın ortaya çıkması ise fenerbahçe'nin 28 şampiyonluk parodisi ile aynı mantığa sahip bence. koca koca adamların arşivleri tarayıp bu skoru bulması, 2 hafta önce oynanmış profesyonel lig maçına tahta kalelerle kireçli çamur sahada 11-11 bile oynanmamış bir maçı karşılık göstermeleri. sıkılmadan bir de öykü yazıp internete yayması hatta galatasaray dergisi'nde yayınlamaları...
(bkz: #222481)
(bkz: #2854237)
son olarak bir de saraçoğlu stadı fiziksel olarak o yıllarda türkiye içerisinde tekti. özellikle avrupa tecrübesi de olmayan anadolu takımları için ilk yıllarda büyük bir baskı unsuruydu. nitekim 2000/01 sezonunda 17-0-0, 2001/02 sezonunda 15-1-1, 2002/03 sezonunda 10-5-2, 2003/04 sezonunda 12-5-2*, 2004/05 sezonunda 16-0-1, 2005/06 sezonunda 13-4-0 gibi manyak bir istatistiği vardı kadıköy'de. 2012-2013 sezonuna kadar da hiçbir sezonda 3 lig maçı kaybetmediler. biz 2016-2017 sezonunda 6 tane iç saha maçını kaybetmişiz. bunlar 6 sezonda yaşamış 6 lig mağlubiyeti sayısını.
bugün adına ister hakem, ister federasyon, ister başka birşey diyelim; kadıköy'de kaybetmeme hatta kazanma alışkanlığını iyiden kökleştiren maçlardan biridir. bu bakımdan da ayrı bir önemi vardır...
aynı zamanda bugün zerre keyif vermeyen, hakemler dahil herkesin 0-0 bitsin diye çıktığı derbi maçlarının müsebbibi de bu tarihi doksan dakikadır. kadıköy'e sağda uğur uçar, solda ferhat öztorun ile çıkan ve 4-0'a dua ettiren gerets manyağı hariç o gün bugündür derbilerde risk alan bir teknik direktörü görmemiştir bu gözler...
yalnız şu maç 6-0 bitmişken 22 nisan 2006 fenerbahçe galatasaray maçı'nın 4-0'da kalmasını herhangi bir bilim dalı açıklayamaz, o da apayrı bir konu...
(bkz: tarihte bugün)
biz nasıl doksanlı yılların galatasaraylı çocuğu olmak diye bazen böbürlenerek, bazen gülümseyerek anlatıyorsak empati yapmak gerekirse bunun bir de fenerbahçeli çocuğu versiyonu var. işte o gün, o maç aslında tüm o yılların intikamıydı. maç öncesinde bizim tribüne yönetim ve emniyetle koordineli şekilde çektirilen eziyet, dakikalarca pols nezaretinde yağdırılan taşlar, tribünün çatısından yere kadar değecek ebattaki aslan parmaklayan adam pankartı, sahaya atılan meşaleler, yumurtalar, hatta demir sopa, hatta ve hatta kameralara yansıyıp bir yöneticinin cebine attığı bıçak...
tüm o organize hazırlık bir öfke birikiminin dışa vurumuydu. bu da aslında bizim takımı düşürmekten çok fenerbahçe takımını ciddi şekilde gaza getirmişti. yusuf şimşek bile deli danalar gibi koşuyordu o maçta. serhat, tuncay, hatta fatih ve ümit özat belki de bugünlerdeki koşu mesafelerine fark atacak kadar koşmuşlardı...
fenerbahçe 9. dakikada golle başlamıştı maça ama ilk yarı o kadar da kötü geçmemişti bizim adımıza. fenerbahçe'nin her topu ortega'ya oynama ısrarıyla bizim ortega üzerindeki markajımız birleşince oyun kilitlenmişti. ilk yarının sonlarına doğru ortega'nın yer almadığı pozisyonda ümit özat'ın ortasını bitiren markajdan sıyrılan arjantinli futbolcu oldu ve devreye 2-0 geride girdik. hasan şaş'ın fenerbahçe tv klibinde bile yer alan isyanı haklıydı aslında, bişey yaptıkları yoktu...
ikinci yarıya girerken fatih terim bir kumar oynamış, ayhan'ın yerine arif erdem'i alarak başlamıştı. nitekim o meşhur 2-3 pozisyonu buldu arif ancak bir türlü top kaleye girmedi. üstelik bu değişiklik ile orta saha direncimiz azalmıştı. bu pozisyonların ardından gelişebilen ilk fenerbahçe atağında ariel ortega atıldı. werner lorant da yapılabilecek en basit hamlelerden birini yaptı, forvetten washington'u çıkarıp orta sahada oynayan ceyhun'u sahaya sürdü. ki aslında hem ortega ağır markajdan dolayı etkisizdi, hem de washington kendine has kazmalığı ile skorun daha ilk yarıdan 4-0 olmasına engel olmuştu.
ikinci yarının başında stevic ile yer değişip sağ taraftan göbeğe geçen yusuf şimşek yanına ceyhun eriş de gelince, arkalarında da samuel johnson gibi bir adam yiyen orta saha olunca tüm kalitelerini ortaya koymaya başladılar. christian, arif, pinto, hasan fenerbahçe defansıyla boğuşurken bu tehlikeli üçlünün karşısında batista ve aslında kanat oyuncusu olan ergün kaldı. bu da bir kişi eksik olmasına rağmen orta sahanın tamamen fenerbahçe'ye geçmesine sebep oldu.
bu yetmezmiş gibi tuncay'ın hem orta saha hem de forvet gibi oynaması ve serhat ile yaklaşık yarım saatlik bölümde durmadan yaptığı koşular, üzerine fatih akyel ve ümit özat'ın her fırsatta ileriye fırlamaları da eklenince fenerbahçe bizim yarı sahada bizden kalabalık kalmaya başladı. nitekim kırmızı karttan on dakika sonra üçüncü golü buldular.
tam bu noktada fatih terim maç sonunda çıkıp kariyerinde ender yaptığı şekilde "bütün sorumluluk benimdir" demesine sebep olacak olan ikinci ve ölümcül hatasını yaptı. ceyhun-yusuf ikilisinin sazı eline alıp oynadığı, tuncay-serhat-ümit özat/fatih üçlüsünün gelip bastığı bu ortamda göbekte mücadele edebilecek tek adam olan batista'yı çıkarıp yerine ümit karan'ı aldı. böylece takım 4-1-5 gibi saçma bir dizilime sahip oldu. bu da fenerbahçe'nin ekmeğine yağ sürdü. nitekim bu kırmızı karttan sonra hemen dördüncü ve beşinci golü attı fenerbahçe. oyuncu değişikliği ile beşinci gol arasında 4 dakikalık süre var ki bir dakikalık gol sevincini ve bizim takımın santra yapıp topu kaybetmesini de düşersek pek bir süre kalmıyor zaten. bu golden hemen sonra serhat'ın oyundan çıkması, sonrasında biri yusuf'un sarı kartı diğeri emre aşık'ın atılması ile sonuçlanan iki pozisyon. bir oyuncu değişikliği daha ve başlayan oyunda bomboş orta sahada tıngır mıngır giden topa ileri fırlayan ümit özat'ın tek dokunuşuyla meşhur altıncı gol...
aslında 6. haftada oynanması gerekirken 24 eylül 2002 galatasaray barcelona maçı sebebiyle 11. ve 12. haftalar arasına ertelenmişti. 10 maçta 8 galibiyet 2 beraberlik ile gitmiştik bu maça. attığımız 21 gole karşılık sadece 6 gol görmüştük ağlarımızda. 2. sıradaki beşiktaş'tan bir puan öndeydik ama bu skor üzerine üç gün sonra oynanan adanaspor deplasmanında da alınan beraberlik sonrası liderlik 2 puan farkla beşiktaş'a geçmişti. sezon bitimine kadar da bir daha liderlik koltuğuna oturma şansımız olmamıştı. zaten bu maçtan itibaren devre arasında kadar oynanan 8 maçta aldığımız (biri beşiktaş'a karşı) 3 mağlubiyet 1 beraberlik, sezonda toplam 5 mağlubiyet 5 beraberlik aldığmızı göz önünde bulundurunca çok önemli bir kırılma olmuştu. 16. haftadaki beşiktaş mağlubiyetinden sonra 11 haftada 30 puan çıkarsak da önce adanaspor sonra gençlerbirliği maçlarında ali sami yen'de kaybettiğimiz ya da kaybettirilen 4 puan sonrası inönü'de sergen attı şampiyonluk geldi maçına çıkıp orada kaybetmiştik.
(bkz: 27 nisan 2003 galatasaray adanaspor maçı)
(bkz: 11 mayıs 2003 galatasaray gençlerbirliği maçı)
şimdi her ne kadar bizim taraftan inkar edilmeye, küçümsenmeye çalışılsa da büyük bir travmaydı. özellikle maçtan önceki 10-12 hatta 15 yıllık sürece bakıldığında skoru 6 değil 2-3'te bile kalsaydı konuşulabilecek bir maç olabilirdi. kaybedip üzerine de 5 maç ceza aldığımız sulu derbiyi yıllarca konuşmamız gibi. farklı bir atmosferde farklı bir maçtı. biraz şans, biraz fatih terim inadı biraz da fenerbahçe'nin o gün forma giyen oyuncularının hakikaten gazı alıp oynamasıyla böyle tarihi bir skor çıktı. ve fenerbahçe camiası kamuoyu olsun, taraftar olsun, basın-yayın olsun yıllardır biriktirdiği herşeyi dışarı atabildi... hem o hegomonyayı kırabilmeleri, hem de biraz olsun üste çıkabilmelerini sağlayan bir başarıydı. zaten o sezon kötü bitirseler de takip eden 4 yılda 3 şampiyonlukla o şoku üzerlerinden atlatabilmişlerdi...
o yüzden ben o günlerde 8-9 yaşlarında ya da üzeri olan fenerbahçe taraftarının bu maçı 20 yıl sonra dahi abartıyla anmasını doğal karşılıyorum. bizim 1987'deki eskişehirspor maçı gibi, 1989'daki neuchatel maçı gibi, 1993'teki manchester maçı gibi tarihsel anlamda talihlerini değiştirdikleri bir maçtı. bence o bakımdan fazlasıyla kıymetlidir...
bu travma karşısında bizim galatasaray taraftarının argüman ararken meşhur ettiği iki şey var. birincisi eskilerin yıldız futbolcusu şimdilerin rüşvetçisi michel platini'nin "büyük takımlar aldıkları kupalarla, küçük takımlar büyük takımları yenmeleriyle övünürler"* lafı, diğeri de 7-0 galatasaray üstünlüğüyle sonuçlanan 12 şubat 1911 fenerbahçe galatasaray maçı...
platini'nin lafını kendisi ve biz türklerden başka hatırlayan var mıdır bilinmez. yine de galatasaray'ın genelde kupa istatistiğinde, fenerbahçe'nin derbilerde üstün çıkması sebebiyle bir şekilde tutmuştur. hatta belki hiç söylenmemiştir de duruma uyuyor diye platini referansıyla ortaya atılmıştır. ancak şunu bir kez daha belirtmekte fayda var, bu maçı bu kadar önemli yapan da son 6 yılın 5'inde şampiyon olup birinde son 45 dakikada kaybeden, 2 avrupa kupası kazanan, bir önceki sezon kendi takımının sıfır çektiği şampiyonlar ligi'nde gruptan çıkıp çeyrek finali son maçta kaybeden bir ezeli rakibe karşı bu skorla kazanılmış olmasıdır.
12 şubat 1911 fenerbahçe galatasaray maçı'nın ortaya çıkması ise fenerbahçe'nin 28 şampiyonluk parodisi ile aynı mantığa sahip bence. koca koca adamların arşivleri tarayıp bu skoru bulması, 2 hafta önce oynanmış profesyonel lig maçına tahta kalelerle kireçli çamur sahada 11-11 bile oynanmamış bir maçı karşılık göstermeleri. sıkılmadan bir de öykü yazıp internete yayması hatta galatasaray dergisi'nde yayınlamaları...
(bkz: #222481)
(bkz: #2854237)
son olarak bir de saraçoğlu stadı fiziksel olarak o yıllarda türkiye içerisinde tekti. özellikle avrupa tecrübesi de olmayan anadolu takımları için ilk yıllarda büyük bir baskı unsuruydu. nitekim 2000/01 sezonunda 17-0-0, 2001/02 sezonunda 15-1-1, 2002/03 sezonunda 10-5-2, 2003/04 sezonunda 12-5-2*, 2004/05 sezonunda 16-0-1, 2005/06 sezonunda 13-4-0 gibi manyak bir istatistiği vardı kadıköy'de. 2012-2013 sezonuna kadar da hiçbir sezonda 3 lig maçı kaybetmediler. biz 2016-2017 sezonunda 6 tane iç saha maçını kaybetmişiz. bunlar 6 sezonda yaşamış 6 lig mağlubiyeti sayısını.
bugün adına ister hakem, ister federasyon, ister başka birşey diyelim; kadıköy'de kaybetmeme hatta kazanma alışkanlığını iyiden kökleştiren maçlardan biridir. bu bakımdan da ayrı bir önemi vardır...
aynı zamanda bugün zerre keyif vermeyen, hakemler dahil herkesin 0-0 bitsin diye çıktığı derbi maçlarının müsebbibi de bu tarihi doksan dakikadır. kadıköy'e sağda uğur uçar, solda ferhat öztorun ile çıkan ve 4-0'a dua ettiren gerets manyağı hariç o gün bugündür derbilerde risk alan bir teknik direktörü görmemiştir bu gözler...
yalnız şu maç 6-0 bitmişken 22 nisan 2006 fenerbahçe galatasaray maçı'nın 4-0'da kalmasını herhangi bir bilim dalı açıklayamaz, o da apayrı bir konu...
(bkz: tarihte bugün)