önceki iki hafta oynadığımız maçlar için taktiksel açıdan konuşmayacağımı yazmıştım zira sahada takımımıza karşı oynanan oyunlar, hakemlerin göz göre göre aleyhimize verdiği kararlar dururken eksikleri konuşmanın anlamı yoktu. bu hafta ise herhalde ''üstlerine bu kadar da gitmeyelim'' diye düşünmüş olacaklar ki öyle bariz bir hataya kurban gitmedik.
ilk yarının ilk on beş dakikalık dilimini sezonun en özel futbollarından birini oynayarak geçirmek, puan kayıplarının ertesinde çok önemliydi. herkes, maçtan önce acaba macaba derken ilk on beş dakikanın ardından galibiyete emin oldu bile. seken hemen her topun bizde kaldığı, hücumda alan dağılımını avrupa seviyesinde yaptığımız bu dakikalar içinde gol bulmak da zaten adaletliydi. muhtemelen ilk on beş dakika içinde bir takımın topla en az oynadığı, topa en az temas ettiği süper lig maçı olarak da tarihe geçmiştir maç, gençlerbirliği takımı özelinde. işte öyle bir baskınlık doğru olan futboldu ki ilk yarının geri kalanında bu doğru futbolu unutarak alışık olmadığımız saçmalıkta bir oyuna geçtik. geride bu kadar gereksiz pas yaptığımız, amaç taşımaksızın öylesine zaman geçirdiğimiz ilk maç oldu. çizgide bindirme yeteneği olmayan denayer'in oynaması ve savunma ile hücum arası bağlantıyı sağlayan ndiaye'nin yokluğu bu durumun en temel nedenleri olsa da kesinlikle bir mazeret olmamalı buna. oyunun bu bölümünü boşu boşuna harcadık diyebiliriz. ha bir de çift forvet oynadığımız, ileride bir adam daha fazla olduğumuz tek maçta bu kadar savunmaya gömülmek, kasıtlı olarak bu kadar geride paslaşmak mantığıma uymadı diyebilirim. takımın ilk yarı yapması gereken şey topu mümkün olduğunca hızlı şekilde hücuma geçirerek o bölgedeki fazlalığımızı makmimum düzeyde kullanmak olmalıydı ve bu gerçekleştirilemedi. hoş bir durum değil bu.
ikinci yarıdayse ilk yarı yapmamız gereken ama yapmadığımız ne varsa tek tek yaptık. topu eveleyip gevelemeden üçüncü bölgeye taşımamız bile oyuncularımız hiçbir şey yapmasa dahi kendiliğinden pozisyonlara dönüştü. belhanda, gomis, eren ve tolga da ilk beş altı dakikanın kahramanları demeyelim, süper kahramanları oldular. 4-0'dan sonraki oyun da zaten üzerine pek konuşulacak şartlarda değildi. rakip düşmüş, kart sınırında oyuncuların var, enerji tasarrufu yapmak istiyorsun haliyle de tempo düşüyor. sadece, bu dakikalarda alan parselizasyonumuzun bozulmaması gerekir. bir hanya'da biri konya'da futbolcular olmamalı, maçın ilk dakikasından son saniyesine kadar aynı oyun disiplinini koruyabilmemiz lazım. bu konuyu geliştirebilirsek daha da güzel bir futbola evriliriz.
şimdi, maçta not çok fazla. ilk olarak çift forvetten başlayalım,
büyük takımlar için en iyi formasyonların çift forvetli formasyonlar olduğunu daha önceden konuşmuştuk. çünkü böylece kapanan takımların dengesi daha kolay bozulmuş olur ve maç içinde daha fazla taktik hamle alanı yaratırsın. tudor hoca da çok iyi bir iş çıkarttı çift forveti deneyerek. bu zaman kadar denememesi hataydı bile denebilir hatta. yine de çok net bir 4-2-3-1 sahaya sürebilecekken 3-5-2, 4-1-3-2 gibi türk futbolunun alışık olmadığı formasyonları oynatma cesareti bile alkışlıktı. peki eren'in varlığı oyuna nasıl etki etti?
1) gomis ligin başından bu yana ilk kez bu kadar başıboş kaldı. rakip savunma bir periyotta öyle bir afalladı ki eren ve gomis'in hangisi tutacağı konusunda, gomis birkaç kez önünde yayla gibi alanda topla yalnız kaldı.
bu gomis'in rakiple doğal konumu:
https://i.hizliresim.com/YOQqdA.png bu da işin içine eren girince dağılan rakip savunma sonrası gomis'in konumu:
https://i.hizliresim.com/ByavWD.png 2) eren ve gomis kafa golü atmasalar dahi duran toplarda müthiş düzeyde fark yarattılar. bir tanesi bile duran topta etkinlik sağlayabiliyorken iki tane canavar oyuncun duran topta bulunması gerçekten rakip savunma için kolay değil ki adamları da tutamadılar zaten. maicon'un golü bunun en net örneği. gençlerbirliği savunması aklını oynattı hangi adamı tutacağım derken. ve bu sadece gençlerbirliği takımında da olmaz, süper lig'te çoğu takım eren ve gomis'e karşı afallar. sapıtır. büyük kozdur bu bizim için. bakınız bir duran top pozisyonumuz. rakip gomis'e iki, eren'e bir oyuncuyu adam adamaya verince maicon boş kalıp golü atıyor:
https://i.hizliresim.com/0GRlRL.png 3) yarattığımız pozisyonların gole dönüşme oranı arttı. özellikle iç saha maçlarında, kapanan takımlara karşı bulunan pozisyonlar kat kat daha önemli olduğundan cidden önemli bir artı.
4) rakip savunmayla girilen ikili mücadele sayısı ve bizde kalan seken top sayısı arttı.
belhanda faktörü:altı kez adam geçme teşebbüsüyle bu alanda kendisine en yakın oyuncunun iki katı sayıya ulaşmış maçta. bunlardan dört tanesi de başarılı. diğer takımlarla kıyas edecek olursak; giuliano, talisca, sosa, mossoro dörtlüsünden kaçı maç başı dört kez adam geçebiliyor? mesela talisca geçen hafta alanyaspor beşiktaş maçında üç teşebbüste bulunup iki başarılı çalım atabilmiş. giuliano zaten sıfıra sıfır, sosa ve mossoro da asla bu rakamların oyuncuları değiller. peki çok önemli bir konu daha. belhanda bu maçta tam ''19'' kez ikili mücadeleye girdi ve bunların ''10'' tanesini kazandı. sahanın en çok ikili mücadeleye giren ismi, sahanın en çok ikili mücadele kazanan ismi ve bu adam bir ön libero yahut stoper değil, on numara. ha savunmaya bu kadar yardım edip hücumda yokları mı oynadı, tam tersine. asıl işini de hücumda yaptı. iki asist, bir asistin asisti, hazırladığı ona yakın pozisyon... muazzam!
igor tudor ruhu:
buna çok yorum yapmayacağım gollerden sonra yapılan başlama vuruşları her şeyi anlatıyor. bir, iki, üç ve dördüncü gollerden sonra başlama vuruşuyla beraber takımın yaptığı tam saha baskı tudor'un oyun felsefesinin en güzel örneği.
denayer'in oyunumuza negatif etkisi:stoperde zaten pozisyon bilgisinden dolayı hatalar yaptığı belli bir şeydi ama sol kenarda da sırıttı. bu sefer defansif anlamda değil hücum bindirmeleri anlamında. yani tabi adamın da yapabileceği bir şey yok sonuçta sol bek değil. bindirme yapamadığından dolayı sol çizgiden hücum etme şansımız olmadı ve sürekli içe dönerek sağ kulvarı denedik. sezon başından bu yana ilk kez sağ-sol kanat dengesizliğimiz bu düzeye çıktı. dediğim gibi buna da en önce denayer'in içe dönen- bindirme yapamayan oyun tarzı neden oldu. tudor hoca'nın bu yanlıştan dönmesi lazım.
a) bununla beraber önceki üç haftaya göre en güzel değişiklik tekrardan kanatlara açılan bir takım olmamız. anlamsız şekilde konyaspor, fenerbahçe ve trabzon maçlarında ortaya sıkıştığımız devreler geçirmiştik. bugün o yanlıştan da jet hızıyla dönerek özümüze döndük.
b) hücumdaki tek pas futbolu. galatasaray'ın yakın dönemde hasret kaldığı şeylerden. belli ki çalışılmış, üzerine gidilmiş bu konunun. sezon başından beri de görüyorduk, gençlerbirliği maçında daha da fazla yaptık tek pası. (süper lig'in en ölümcül hücum varyasyonu)
bir olumsuzluk: savunmadaki pas hızımız düşmeye başladı. en nefret ettiğim şeydir futbolda. pasın hızı düşünce hem rakibin baskı sonucu topa yetişme şansı artar, gereksiz gerilim yaratılır hem de hiç yoktan kendi zamanından çalmış olursun. gerek yok böyle şeylere, zımba gibi yuvarlanması lazım topun, ideali odur. avrupa'da top class takımların paslaşmalarının tıngır mıngır gittiğini göremezsiniz, tak diye gider top. ilk haftalarda ne kadar güzel topa hız kazandırıyorduk ama yavaşladık. etmeyin eylemeyin beyler.
özel tebrik: serdar aziz
son olarak,
bu keyifli maçı bizlere sunan igor tudor ve çalışma ekibine, futbolculara teşekkür ediyorum. hırslı, arzulu galatasaray'ı yıllar sonra bizlere izlettikleri için, kurda kuşa dünya aleme gücümüzü gösterdikleri için, galatasaray şampiyon olacak düşüncesini sonuna kadar herkesin kafasına soktukları için teşekkür ediyorum.
tam gaz devam, 21. şampiyonluk geliyor.