12 saat bilet kuyruğunda bekleyip üzerine 9 saat gidiş 6 saat geliş 15 saat yol teperek yerinde takip ettiğim unutulmaz maç.
(bkz:
oradaydım)
alışkın olduğumuz biletix gişesine
* ek olarak ayağımızın dibinde yeni bir biletix gişesi
* açıldığı için, 2007-2009 arası bir çok kez yaşadığımızdan çok farklı bir sabahlama olmuştu. çok fazla üşümeden, sokakta yerlerde yatmadan arada civardaki örgüt evlerine
* kaçıp kıç dinlendirip geri gelmeli değişik bir tecrübe olmuştu. üzerine bir de bilgisayar mühendisliği öğrencisi arkadaşımızın biletix'in sistemine bilet satıştan hemen önce sızıp bir miktar bilet çekmesi günün bir diğer güzel haberiydi.
bir önceki sabahlamamız ve istanbul yolculuğumuz
21 aralık 2008 galatasaray beşiktaş maçıydı. bilet için izmir kordonun ayazında birbirimize sarılıp ısınmaya çalışarak uyumuştuk. otobüs ayarlayacak kadar bilet bulamayınca dahil olduğumuz bir otobüste yerlerde yatarak gidip gelebilmiştik
*. bu sefer farklı olacağı bu iki gelişmeyle belli olmuştu zaten.
arada oynanan
22 şubat 2009 galatasaray kocaelispor maçı ayrı bir vakaydı. hevesimizi kaçırmasa bile maça gideceğimi duyan arkadaşlar arasında bayağı bir dalga konusu olmamıza sebep olmuştu. yine de saatlerimizi kurduk ve "son otobüs"ler ile ulaşımı sağlayıp malum yerde buluşmuştuk. şubat tatili dönüşü freeshoptan aldığım votkalar ve yolculuk öncesi marketten alınan elma suyuyla neşemiz her geçen dakika arttı. üzerine bir de geçen yolculuğun acı tecrübeleri sonrası öğrenci evinden getirilen battaniye eklenince iyiden "first class" bir yolculuk geçirdik bu sefer.
eskihisar-topçular arabalı vapurunda sabah ayazı ve deniz ikilisiyle ayılana kadar her şey flu aslında.
özgür soylu'nun üzerinden 3-4 ay falan geçmiş, bizim tribünün bir kısmının o sezon bursa deplasmanında yaşadığı pompalı tüfek macerasını da bir
ultraslan karşı'nın blogundan okumuştuk. her mola verilen yerde pompalı çıkar mı muhabbetleri var bir tek aklımda.
sabahın körü olmasa da maç için çok erken bir saatte istanbul'a varmıştık. buluşma saati kararlaştırdıktan sonra eminönü'nde kahvaltı, taksim'in ara sokaklarında ne idüğü belirsiz bir öğlen yemeği dedikten sonra ali sami yen sokaktaydık. her gelen "ultraslan x" otobüsünün şampiyonluk turu edasıyla sokaktan şöyle bir geçmesi, kalabalıkla birlikte heyecanın artması klasik bir maç günüydü.
maçı dakika dakika anlatmaya gerek yok. ancak eski açık'ta daha önce girdiğimiz deplasman tribününe en yakın kapı üstünden
* biraz yan tarafta bir yere girebilmiştik. ya da öyle hatırlıyorum. bir de bir sonraki sezon için tayfa'nın eski açığa geçeceği ve üzerinin kapanacağının duyurulduğu toplantı olmuştu galiba, onun da etkisi olabilir.
ara ara yağmur yağan bir ali sami yen akşamıydı. daha üçlü bitip "cimbombom'um sen çok yaşa" yeni yeni girilmişken uzaktaki kaleye rakip takımın golü geldi. zaten
22 şubat 2009 galatasaray kocaelispor maçı'nın etkileri hakim herkeste. şampiyonluk işinin "olmayacağı" belli olduktan sonra sezon başından beri dillendirilen
saraçoğlu'nda uefa'yı alacağı galatasaray rüyasına sarılmıştı herkes. o golle birlikte karamsarlık ve hayal kırıklığı da çöker gibi oldu bir anda tribünlerin üzerine. dakikalar geçtikçe hem takım hem tribündekiler şoku atlatmaya başladıysa da sonuçta maça 1-0 geride başlamıştık adeta.
arda turan'ın ilk gole dair bir anım yok. sadece bizimle gelen ama ayağındaki sakatlıktan dolayı kıyıya köşeye geçmiş bir arkadaşın yanına kadar gittiğimi hatırlıyorum. tribünler "omuz omuza"ya başladığında arkadaş da tüm acısına rağmen zıplamaya başlamıştı ki "vur be" diyen bir ses anında sahaya çevirdim kafamı.
harry kewell'ın bordeaux'a atığı golü üzerime geliyor gibi göreceğim bir açıyla izlemem de bu şekilde cereyan etmiş oldu.
devre arasında da arkadaşın bir yere oturmasını sağlamak ve gözlüğünü aramakla geçti.
golden sonra adam sakat bilekle yerlerde tekerlenmesin diye yaptığım son hamle sonucu kariyerinin ilk
stagedive denemesini yapmıştı zira...
ikinci yarıya daha dirençli ve istekli başlamıştık. nitekim 65'in dakikada arda turan'ın yeni açık tarafındaki kaleye soldan yerden gelen topu tiplemesiyle gelen üçüncü golde o kadar büyük bir dalgalanma olmamıştı. uefa kayıtlarına göre 72. ve 75. dakikalarda gelen iki gol ise
19 mart 2009 galatasaray hamburger sv maçında yaşanan kadar büyük bir çöküş hatta panik yaratmayı başarmıştı.
tribünde derin olmasa da bir sessizlik ve asırlardan beri bu anlarda söylediğimiz tek tezahürat olan "bizim için bordo'ya da koy"u söylerken koca eski açık'ta birbirimizin sesini ayırt edebildiğimiz çok anlar oldu. umutsuzluk, sahada takımın çırpınışları, yağmur, soğuk derken dakikalar geçti.
---
aç parantez ---
o zamanlar sabri'nin galatasaray'da 6. senesi falan. internetin de yaygınlaşmasıyla yavaş yavaş dalga konusu olmaya başlamıştı iyice. galatasaray'lılığı su götürmezdi ancak makarayla karışık çok eleştiriliyordu. bu maçtan 4 gün önce felaket oynadığı
22 şubat 2009 galatasaray kocaelispor maçı sonrası küfürlere bile maruz kalmıştı.
---
kapa parantez ---
son dakikaymış, biz de sonradan öğrendik son dakika olduğunu. bir yandan üşüyüp bir yandan umutsuz gözlerle sahaya bakarken hala daha "bizim için bordo'ya da koy" diye bağırıyorduk. ya da bağırmaya çalışıyorduk diyelim... korner atıldı ama uzak kale arkasından net kestirmek de zor. birileri kafa vurdu ve top açılır gibi oldu. o an tüm staddan, herhangi bir yönlendirme olmamasına rağmen, kollektif bir "vur" sesi çıktı.
sabri sarıoğlu'nun bordeaux'a attığı gol diye geçmiştir literatüre ama aslında tüm stad birlikte vurmuştur o topa.
sonrası..
gol diye zıpladım tüm stadla beraber ama sırtımda bir arkadaşım, onun sırtında hiç tanımadığımız iki arkadaş daha, ben 135 kilo falanım o zamanlar ama 5-6 sıra aşağı uçtuk. ayağa bir kalktım üstüm başım eski açık çamuru, arkadaşlar da aynı durumda. ayakkabı koltuk arasında kalmış, üzerine indiğimiz koltuk kırılmış her parçası birimize batmış. yine de hayvan gibi sevinçliyiz.
ali sami yen de öyle bir yerdi işte...
derken biraz ilerimizde bir karmaşa. bir abimiz, yüreği ya o streste ya da sevince dayanamayıp fenalaşıyor. maç bitip sabri formasını çıkarıp secde ederken biz abiyi oradan çıkarma derdineydik. sağ salim sağlıkçılara ulaştırıyoruz, korkacak bir şey yok diyor sağlıkçılar. yaşıyorsa allah ömür versin, öldüyse rahmet eylesin...
garibim anne babama yine aynı yalanları sıralıyorum. mekandayız, başka bir yere geçtik ses gelmiyor, arkadaşın evindeyiz falan filan... sokakta son bir köfte yiyoruz, ne olduğuna bakmadan. biniyoruz otobüse, battaniyeye sarılıp yatıyoruz. sağda solda durup işeye işeye 9 saatte gidilen yol, herkes zıbarıp yatınca 5.5 saatte dönülüyor. sabahın da alakasız bir saatinde evdeyim... normal saatte uyanmış gibi yapıp telefonda bizimkilere belli etmemeye çalışıyorum. bal gibi bilseler de bozuntuya vermiyorlar işte...
oysa ne sorumsuz, ne hayırsız, ne işe yaramaz bir evlattık...
o zaman hayal ettiğimiz ve ucundan kıyısından yaşadığımız hayata yüklediğimiz anlamlar, yalanlar dolanlar vesaire...
10 seneyi geçti bak, hala yükü duruyor üzerimde. maddi-manevi...
ondan sonra diyorlar ki herkes ikinci bir şansı hak eder. ikinci üçüncü beşinci şansı aldık almasına ama kimse haketmiyor aslında ikinci bir şansı. o da ayrı bir konu...