tam anlamıyla bir
ulan gaassaray maçı şeklinde idrak ettiğim karşılaşma...
cumartesi gecesi şantiyede nöbet bana kalmış. 1 haftadır hastayım, 2 gün raporla evde 2 gün de ofiste idare edilerek yatmışım. sümkürmekten içim dışıma çıkmış, boğazım akoru bozulacak kadar tahriş olmuş. zaten o ses sayesinde daha rahat yatabiliyorum. bir arkadaş yıllık izine çıkıp diğeri de ani bir mecburiyetten gelemeyince sahaya çıkmışım bir hafta aradan sonra. "o"nunla da zamanlar sonra iki üç cümle edebilmişiz gün içinde. ruh hali zaten hep dalgalıyken bir de ilaç falan derken çılgın atmışım, dün öğlen bir ara sinir krizine ramak kalmış falan...
öyle böyle akşam oldu. biraz ofisinde lafladık birkaç kişi, o odasına gitti biz sahaya...
sahada bir tur attık, bir iki sorunlu yeri hallettik. diğer iki arkadaş yukarda patronun "rezerve" odasındaki plazmada maçı izleyenlerin yanına katıldı. ben izlemek istemedim. aslında cumartesi gecesi "müdür"lerin alayı bi yerlerde ama içimden gelmedi işte... tam arabaya binerken babam aradı durumumu sormak için. tam o anda babam gol oldu dedi, yemekhane tarafından da bir gol sesi geldi. hemen ardından babamın "ofsayt oldu" lafı...
bindim arabaya "slow" müzikler ardı ardına çalarken boş boş turluyorum şantiyede. bir köşede bir makineyi tamir eden iki kişi. koca binanın iki köşesinde kaynak yapan birkaç kişi, başka bir bölümde demirci tayfası nerden baksan 8-9 kişi...
arabada oturup uzaktan izliyorum. ya da izliyormuş gibi yapıyorum o da belli değil. slow müzik dönmeye devam ediyor. ara ara twitter'a bakıyorum, ara ara "o"nun instagram sayfasına. göztepe penaltı kazanıyor, sonra dışarı atıyor. goller kaçıyor, direkten dönen toplar, bizim kale bomboşken direğe teğet geçip giden toplar...
tabi izlemiyorum, twitterdan falan göz ucuyla takip ediyorum. bu arada müzik çalmaya devam ediyor. fotoğraflarına bakıp duruyorum, dayanamıyorum... müdürler zaten biyerlerde, evli barklı olan ofis tayfası biyerlerde, telefonu açıp bakıyorsun birkaç "iz bırakan"lar falan hepsi biyerlerde...
ben bir arabanın içinde laf ola iş yapan 8-10 kişiyi bekliyorum. belki deli gibi aşığım, belki seviyorum, belki hoşlanıyorum ya da sadece boşluk/yoklukla ilgili birşey... telefon ekranından onun fotoğrafına bakarken o da birkaç yüz metre arkada biyerlerde... neredeyse bağırsam duyabilecek mesafedeyken sanki aramızda yüzlerce kilometre var gibi... istediğin zaman değil uygun olduğu zaman yanına gidip konuşabileceğin kadar yakın... gülümsemesindeki sıcaklığı hissedecek kadar yakın ama gerektiğinde bey/hanım diyerek iş konşabilecek kadar uzak...
iyi kötü 15 yıl oldu ergenliğe geçip ilk defa bir kıza karşı bişeyler hissedip reddedildiğimden beri. arada artık kaç isim geçti, kaç böyle yıkık hikaye bıraktı sayısını unuttum artık. mekanlar, zamanlar, olaylar, isimler değişiyor ama reddedilmek baki kalıyor sanki...
seni arkadaş olarak görüyorum klişesinden tut "ben erkeklerden hoşlanmıyorum"a kadar uzanan bir yelpzede envai çeşit reddedilme yaşamışlığı var bu bünyenin. o erkeklerden hoşlanmayan arkadaş 2 aydan kısa bir süre sonra birden erkeklerden hoşlanmaya başlayıp bir erkekle beraber olmuştu o da ayrı konu...
tüm bu çeşitlilliğin içinde daha önce ben hala eski sevgilimi seviyorum lafını hiç duymamıştım açıkçası, yüreğinin bir tarafından güç bela koparılan o sözleri ilettiğim taraftan. bunca tecrübeyle zaten kadın milletinin bu durumlara düşebileceğine de imkan vermiyordum. bu cevap bile belki de bir ortak payda, bilemiyorum. ama ben olayı öğrendikten sonra zaten iş işten çoktan geçmişti, o itiraf artık bütün gün yüzyüze bakıyoruz haberi olsun belki görmek istemez gibi bir edinilmiş çaresizlik enayiliğiydi aslında... biraz insafa gelmesi, biraz show must go on durumları, belki biraz "iyi hal" falan normal şekilde görüşülmeye devam ediliyor o da ayrı bir boyutu işin...
whatsapp'taki mesajlaşma penceresi açıktır, ara ara çevrimiçi oluşu izlenir falan... gündüz yapılan goygoydaki şakasına bir sitemine karşılık bir özür mesajı yazılır. "formal" bir mesaj için götünü yırtsan da arada taşanlar olur. sıradan bir flörtleşmede belki "ay çok tatlısın" dedirtecek bir mesajın sonuna istemsizce de olsa biraz uzattım biliyorum kusura bakma hala okuyorsan iyi tatiller yazılır. sadece bir iyi tatiller cevabı gelir, alayına tepkisizlik devam etmektedir işte yine de...
sen içine içine ağlarken, yüreğinden cımbızla bişeyleri sökerken belki de elin oğlu sadece varlığıyla senin yapmak için pek çok şeyden vazgeçebileceğin bişeyi başarıyordur. ben 15 senedir bekliyorum kimse gelmiyor. sen 5-6 aydır bekliyorsun diye gelecek mi sanıyorsun da diyemiyorsun. yıllar geçtikçe kafana vura vura idrak ediyorsun aslında. çok sevmekle, ilgi göstermekle, özenle, fedakarlıkla da olabilecek şeyler değil bunlar malesef. birileri sadece birileri olduğu için kazanıyor, aslında senin uğruna ölme hesapları yaptığın insanlar da sadece birileri olduğu için tüm bunlar yaşanıyor aslında. ama bilimdeki teknolojideki tüm gelişmlere rağmen bu işlere bir çözüm bulunamıyordu işte...
tüm bunları düşünürken, slow müzik dönüp dururken telefona bir güzel insandan mesaj gelir nasıl gol :) diye. tam o anda işte bazı şeyler boğazında düğümlenir, bir el sessizce göğü yumrular. kısa bir süre sonra birer ikişer işçiler çıkar, saha boşalır.
toteme inammıyorum ama bir güç var dakikaları başlar, maç bitene kadar sahadan çıkılmaz. ora gidilir, bura gidilir, gecenin karanlığında deli gibi dolaşılır. oydu buydu derken dakikalar geçer, bildirim gelir. maç bitmiştir...
tam o anda işte gözlerden iki damla yaş iner. sessiz bir
ulan gaassaray çığlığı yeri göğü doldurur. diğer arkadaşlara görünmeden arabaya binilir eve doğru yola çıkılır. yolda mike pinder "ben melankolik biriyim, ben buyum" der. o anda işte gözlerden yaşlar süzülmeye başlar, yol bitene kadar da durmaz. şarkı da başa alınır durur. eve girinir anne babaya "ağlamıyorum gözüme toz kaçtı" denir, her akşam araba eve girince çıldıran köpek bile oturduğu yerden hüzünlü gözlerle bakar. kediler enteresan hayvanlar ama bu köpekler de acayip abi...
sonra odaya girilir, laptopun başına oturulur ortaya bu yazı çıkar... ara ara yine gözlerden yaş akmaktadır...
tek bir gerçek var ki bir makus talihimiz var bu hayatta, bir de galatasaray'ımız...
ne kadar bilmişlik taslasak, kendimizce ulema tavırlarına girsek, "bu sene haketmiyoruz hacı" desek, hatta
şampiyonluk kimin umrunda falan diye sallasak da
bir tek dileğimiz var cim bom bom; sezon sonunda siktiğimin kupasının bize gelmesi.
ve
peşindeyiz blogunda yine buna benzer bir yazıda denildiği gibi,
volume tuşuna dokunup sesi sonuna kadar açmak...
* **