efes pilsen – galatasaray : 68 -62 … rakı iyidir, iyi
* http://www.captano.net/...01/efes-GS190112.jpg konuya yemişim anadolu olan efes’i de, medical park’ı da diyerek başlıyorum. ben basketboldan anlamam, anlarım da anlamam. uzmanlık alanım değildir, zamanında futbola idman olsun diye bileklerime ağırlık bağlayarak oynardım. diyeceğim o ki; potaya atış yapsam semih kaya’dan isabetli olmam.
galatasaray’ın turkish airlines euroleague’de son 16’ya kalması bile önemli, işi bilenler öyle diyor. bu takım inatçı, bu takım sert, bu takım taraftarın göz bebeği. özellikle kulübün lokomotifi futbol takımı yerlerde paspas olurken bu takım (galatasaray yani, arda’ya yapılanlar bana da yapılmasın lütfen), taraftarın kalbini kazandı. şimdi ise son 8’e kalma mücadelesi veriyor. yine işi bilenler bu işin zor olduğunu söylüyor. önemi var mı, tabii ki yok. sevinmek için sevmedik sonuçta.
değinmek istediğim başka bir konu efes pilsen taraftarı mevzusu. bir insan niye efes pilsen taraftarı olur ki? elbette başarıları sebebiyle. yani kazananı tutan bir gruptur bunlar değil mi? memleketimizdeki yabancı takımları tutmaktan bir farkı var mı? yani bir insan niye barcelona’yı, real madrid’i, manchester united’ı, milan’ı tutar da sunderland’i, levante’yi falan tutmaz. liverpool’u da ekleyelim, kendimizi soyutlamış gibi olmayalım. ya da bir insan niye ferrari’yi tutar ki, ferrari kullandığı için mi? öyle olsa ferrari’yi tutanlar bir stadın bütün tuvaletlerini dolduramaz türkiye’de. tuvalet deyipte volkan demirel’e laf sokmuş bir değilim, onun lamborghini’si var nitekim.
bir de, futbolda galatasaray’ı basketbolda efes pilsen’i tutanlar var. inanın özellikle @cnyvz için söylemiyorum. gençliğimde de futbolda galatasaray’ı basketbolda eczacıbaşı’nı tutanlar vardı, rahmetli aydan siyavuş’un bütün kupaları silip süpüren takımı.
yabancı takımı tutmayı, memleketinin takımını tutmayı anladım, çözdüm bu işi. ama hala futbolda başka, basketbolda başka takım tutmayı anlamış değilim. hor görmüyorum ama anlamıyorum da.
mesela efes pilsen artık oldu anadolu efes. yarın öbür gün patron tamam kapatıyorum dese bitti macera. taraftarlık böyle bir şeye bağlı olabilir mi, hiç taraftarlığın ruhuna uygun mu? naumoski’li efes pilsen’i beğenmeyen var mıydı memlekette. basketboldaki rekabet daha az olduğu için rakip takımı, oyuncusunu beğendiğinizi söylemek daha kolay:)
neyse, gelelim maça. bilenler bilir, fenerbahçe maçından başka basketbol maçına kolay kolay gitmem. bir istisna oldu euroleague’de bir maç gittim. salonun olduğu bölgedeydim bari maça da gideyim dedim, inanın hangi maç olduğunu hatırlamıyorum.
istanbul’daki dünya şampiyonasında bir maçı yazmıştım, futbolcu gözüyle.
http://www.captano.net/...hastasinin-gozunden/ basketbol enteresan bir oyun. her oyuncu, hem savunmacı, hem de hücumcu. total oyun budur işte. futbolda yıllarca uğraş dur total oynayacağım diye, basketbol sahasına çıktığın anda total oynamak zorundasın.
fakat, basketbol kalbe zararlı, net. çok sevdiğim bir arkadaşımla mesajlaşıyordum maç sırasında. o salondaydı, çok sinirliydi 10 sayı gerideydik. cevap verdim, sakin ol, daha 7 dakika var. efendim? basketbol öyle bir oyun ki, 7 dakikada 10 sayı geriden gelip 10 sayı farkla maçı kazanabilirsin de, daha fazla fark da yiyebilirsin, son topa da kalabilirsin. bu yazıyı okuyanların hepsi benden iyi biliyor bunları mutlaka. bunları hala ne kadar şaşırıyorum anlayın diye yazıyorum:)
efendim basketbolda savunmanın hücumdan önemli olduğunu düşünürdüm, buna da sanırım oktay mahmuti’nin galatasaray’ı sebep oldu. bugün ilk çeyrekte savunmanın by-pass edildiğini gördüm efes tarafından. nasıl? tabii ki uzun menzilli şutlarla. maçı da böyle aldılar zaten. maç sonunda 21 sayıdan fazla 3lük atmıştı efes. niyeyse bana matin türel’in “hagi 40 metreden bir çakar, o istatistikleri nereye sokacağını şaşırırsın” deyişini hatırlattı. tamam bu sefer canımızı yaktı. acaba hıncal uluç ne diyecek bu konuda, hani oktay hocayı 3lüğe dayalı basketbol oynatmakla suçluyor ya. elimi daha fazla hıncal’a bulamayım diyorum.
eli sıcak olmak diye bir şey var. attığı şutların girmesini anlatıyor. bu gece efes’in kerem tunçeri hariç bütün takımın eli sıcaktı yahu. hele savanoviç denen adamın. usta bu kadar 3lük sokulur mu, hele ilk çeyrekte. galatasaray’ın ise buz gibiydi elleri. maç sonu istatistiklerin görmedim ama en azından kritik anlardaki denemelerin başarılı olmadığını söyleyebilirim.
bu eli sıcak mevzusunun futbola uyarlanması pek mümkün değil gibi. bir futbolcu ceza sahası dışından, uzaklardan bir gol atsa bile aynı maçta aynı golü bir daha atması çok zordur. zaten oyuncu belki bir daha dener, başak da denemez. o kadar şanslı olduğunu düşünmez bile. tabii ki futbolda kaleci denen genelde insan azmanı tipler şutları bekler.
insan azmanı dedim de aklıma geldi. gençken ama çok gençken mahallede “kavga olsa basketbolcular mı döver futbolcular mı döver tartışması” çıkmıştı. mevzu çok uzayınca biz basketbolseverleri dövmüştük ama gerçekte bir futbolcu kavga çıksa basketbolcunun yanına bile zor sokulur. o kadar iri adamlar basketbolcular. 217 santimetre diye boy mu olur arkadaş, baraç denen efeslinin boyu bu işte.
galatasaray takımı işi bilenlerin söylediğine göre kadro olarak efes’in gerisinde. yine de takım büyük bir direnç gösterdi. ilk çeyrekten sonra oldukça toparlandı. savunmada iş yapmaya başladı, daha az sayı yedi. fakat hücumlarda o kadar başarılı olamadı. bu arada bir şey dikkatimi çekti. maçın yorumcusu ihsan bayülken sanırım, dedi ki “galatasaray hücumda iyi olunca savunmayı da toparladı”. tam tersi doğru değim midir basketbolda, yoksa ben hala en temel şeyleri bile öğrenemedim mi?
takım (arda muamelesi yapmayın demiştim di mi) farkı 2 sayıya kadar indirmesine rağmen yeniden açılmasını engelleyemedi. fark iniyor 4 sayıya, küt çıkıyor 10 sayı. fark iniyor 2 sayıya, küt çıkıyor 8 sayı. neden?
neden olacak güiza’lar sebebiyle. usta futbol argosunda bir tabir vardır “oraya o topu eliyle atamaz” diye. bu tabir topu elle bir yere atmanın ayakla atmaktan kolay olduğunu anlatmak için kullanılır(rıdvan dilmen bazen kullanırı bu lafı). ama bizim basketbolcular bazen öyle pozisyonları sayıya çeviremediler ki, sergen’in deyimiyle “yani inanılır gibi değil”. güiza’nın boş kaleye atamadığı goller gibi basketler kaçtı.
luksa andriç’e deyinmem lazım. sümbülzade vehbi ’yi bilir misiniz? divan edebiyatı şairlerindendir. hikayesi şöyle : bir gün padişah vehbi efendi'yi yanına çağırır ve: "bana öyle bir şiir yaz ki bir mısrasını okuyunca içimden seni öldürmek, bir sonrakini okuyunca ise ödüllendirmek gelsin. vehbi efendi de bir şiir yazar. önce çok ayıpmış gibi gelir ama aslında öyle değildir.
ferhan şensoy bu şiiri bestelenmiş haliyle “üç kurşunluk opera” oyununda kullanmıştır, youtube’dan bulunabilir.
burayı 18 yaş ve üzeri takip ediyordur diye düşünüyor ve şiiri paylaşıyorum. (sanki facebook lan burası)
azm-u hamam edelim, sürtüştürem ben sana,
kese ile sabunu, rahat etsin cism-u can.
* * *
lal-u şarap içurem ve ıslatıp geçirem,
parmağına yüzüğü, hatem-i zer drahsan.
* * *
eğil eğil sokayım, iki tutam az mıdır?
lale ile sümbülü kakülüne nevcivan.
diye devam eder. luksa da bugün aynen bu şiir gibiydi. muhteşem işler de yaptı, çok acemice işler de. suçlu luksa falan değil bence (ne anlıyorsam) ama şiirle cuk oturdu yahu.
ben bu takımla gurur duyuyorum. çünkü kendi kapasitelerini aşmak için çok çaba gösteriyorlar. bu yüzden saygıyı fazlasıyla hak ediyorlar.
bilmediğimiz bir konuya daldık, sürç-ü lisan ettiysek affola
*