• 86
    mehmet akif ersoy
    çanakkale şehitlerine

    şu boğaz harbi nedir? var mı ki dünyâda eşi?
    en kesif orduların yükleniyor dördü beşi.
    -tepeden yol bularak geçmek için marmara’ya-
    kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya.
    ne hayâsızca tehaşşüd ki ufuklar kapalı!
    nerde-gösterdiği vahşetle 'bu: bir avrupalı'
    dedirir-yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi,
    varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yâhud kafesi!
    eski dünyâ, yeni dünyâ, bütün akvâm-ı beşer,
    kaynıyor kum gibi, mahşer mi, hakikat mahşer.
    yedi iklimi cihânın duruyor karşında,
    ostralya'yla beraber bakıyorsun: kanada!
    çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk:
    sâde bir hâdise var ortada: vahşetler denk.
    kimi hindû, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ...
    hani, tâuna da züldür bu rezil istilâ!
    ah o yirminci asır yok mu, o mahlûk-i asil,
    ne kadar gözdesi mevcûd ise hakkıyle, sefil,
    kustu mehmedciğin aylarca durup karşısına;
    döktü karnındaki esrârı hayâsızcasına.
    maske yırtılmasa hâlâ bize âfetti o yüz...
    medeniyyet denilen kahbe, hakikat, yüzsüz.
    sonra mel'undaki tahribe müvekkel esbâb,
    öyle müdhiş ki: eder her biri bir mülkü harâb.

    öteden sâikalar parçalıyor âfâkı;
    beriden zelzeleler kaldırıyor a'mâkı;
    bomba şimşekleri beyninden inip her siperin;
    sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin.
    yerin altında cehennem gibi binlerce lağam,
    atılan her lağamın yaktığı: yüzlerce adam.
    ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer;
    o ne müdhiş tipidir: savrulur enkaaz-ı beşer...
    kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak,
    boşanır sırtlara vâdilere, sağnak sağnak.
    saçıyor zırha bürünmüş de o nâmerd eller,
    yıldırım yaylımı tûfanlar, alevden seller.
    veriyor yangını, durmuş da açık sinelere,
    sürü halinde gezerken sayısız teyyâre.
    top tüfekten daha sık, gülle yağan mermiler...
    kahraman orduyu seyret ki bu tehdide güler!
    ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından;
    alınır kal'â mı göğsündeki kat kat iman?
    hangi kuvvet onu, hâşâ, edecek kahrına râm?
    çünkü te'sis-i ilahi o metin istihkâm.

    sarılır, indirilir mevki-i müstahkemler,
    beşerin azmini tevkif edemez sun'-i beşer;
    bu göğüslerse hudâ'nın ebedi serhaddi;
    'o benim sun'-i bedi'im, onu çiğnetme' dedi.
    asım'ın nesli...diyordum ya...nesilmiş gerçek:
    işte çiğnetmedi nâmusunu, çiğnetmiyecek.
    şühedâ gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar...
    o, rükû olmasa, dünyâda eğilmez başlar,
    vurulup tertemiz alnından, uzanmış yatıyor,
    bir hilâl uğruna, yâ rab, ne güneşler batıyor!
    ey, bu topraklar için toprağa düşmüş asker!
    gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer.
    ne büyüksün ki kanın kurtarıyor tevhidi...
    bedr'in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi.
    sana dar gelmiyecek makberi kimler kazsın?
    'gömelim gel seni tarihe' desem, sığmazsın.
    herc ü merc ettiğin edvâra da yetmez o kitâb...
    seni ancak ebediyyetler eder istiâb.
    'bu, taşındır' diyerek kâ'be'yi diksem başına;
    ruhumun vahyini duysam da geçirsem taşına;
    sonra gök kubbeyi alsam da, ridâ namıyle,
    kanayan lâhdine çeksem bütün ecrâmıyle;
    ebr-i nîsânı açık türbene çatsam da tavan,
    yedi kandilli süreyyâ'yı uzatsam oradan;
    sen bu âvizenin altında, bürünmüş kanına,
    uzanırken, gece mehtâbı getirsem yanına,
    türbedârın gibi tâ fecre kadar bekletsem;
    gündüzün fecr ile âvizeni lebriz etsem;
    tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana...
    yine bir şey yapabildim diyemem hâtırana.
    sen ki, son ehl-i salibin kırarak savletini,
    şarkın en sevgili sultânı salâhaddin'i,
    kılıç arslan gibi iclâline ettin hayran...
    sen ki, islam'ı kuşatmış, boğuyorken hüsran,
    o demir çenberi göğsünde kırıp parçaladın;
    sen ki, rûhunla beraber gezer ecrâmı adın;
    sen ki, a'sâra gömülsen taşacaksın...heyhât,
    sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihât...
    ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber,
    sana âğûşunu açmış duruyor peygamber.

    tüm şehitlerimizin ruhları şâd olsun...
  • 87
    sene 1915,hasta adam artık komada...
    yıllarca dünyada hüküm sürmüş,zalimin karşısına dağ gibi dikilip geçit vermemiş,mazlumu hep koruyup kollamış bu adam;artık hasta ve bitkin düşmüştü.düşmanları tarafından acınacak bir hale düşmüş,zaten bir elin parmaklarını geçmeyen dostlarının ise boynu bükük kalmıştı.

    evet hasta adam:600 yıl dünyada hüküm sürmüş,islam sancağını taşımış cihan devleti osmanlı imparatorluğuna takılan isimdi!yıllarca tüm avrupa'ya meydan okuyup hoşgörüsüyle tüm dünyaya örnek teşkil eden osmanlı devleti artık hasta ve komada bir devletti.bu ismi yıllarca osmanlı karşısında bir hiç hükmünde olan birkaç avrupa devleti koymuştu o koca çınara..

    kurt kocayınca çakala maskara olurmuş ya,o misal işte.bir masanın etrafına toplanmış bir avuç çakal,paylaşıyordu cihan devletini.
    cihan devleti namı da kalmamıştı artık,ortadoğu ve balkanlarda elden çıkan topraklar çok kan kaybettirmişti osmanlı'ya. fransız'ı,ingiliz'i,rus'u bir olmuş;yıllarca topraklarımızda sefa sürmüş millet-i sadıka ermenileri'de almışlar yanlarına nasıl pay edeceklerinin planını yapıyorlardı osmanlıyı.hedefleri istanbul'du,konstantiniyepolis idi. osmanlı'nın başkentini ele geçirerek çınarı devirmek istiyorlardı.ve tamda bu safhada ortaya çıktı herşey;
    çanakkale geçilecekti!

    yıllardır savaşmaktan biitap düşmüş osmanlı bu savaşa girmeyi elbette istemiyordu.fakat yeni dünya düzeninin şekilleneceği bu savaşta bir saf tutmak mecburiyetinde kalmıştı.ingilizler kabul eder mi hiç? almanya'nın yanında soluğu almıştık. denize düşen yılana sarılmıştı işte.artık kılıçlar çekilmiş bekliyorduk.ve dünyanın en kanlı savaşlarından biri olan çanakkale savaşı artık başlamıştı.tüm dünya sanki bir olmuş bu koca çınarı devirmeye and içmiş,acımasızca saldırıyorlardı.

    o kadar emindi ki ingilizler,kolaylıkla çanakkale'yi geçip,istanbul'a ulaşacaklarını umuyorlardı.haksızda sayılmazlardı,devasa savaş gemileri ile,denizaltlarıyla,zırhılarla ve binlerce askerle gelmişlerdi.aksini düşünmek bile istemiyorlardı.saldırdılar saldırdılar..mehmet akif'in de dediği gibi kocaman donanmayla sarılmışlardı ufacık karaya.pisliklerini kusuyorlardı,kusuyorlardı.. ama hesaba katmadıkları birşey vardı,rabbim her zaman iyilikten yanadır!

    bir kahramanlık öyküsü başlıyordu işte.osmanlı,yıkılmadım dimdik ayaktayım diyordu.ya allah! diyip topluyordui topluyordu koca seyit'im gücünü.250 kiloluk o top güllesi ona bir pamuk kadar hafif geliyordu.ve yerleştiriyordu topun ağzına o gülleyi. haydi bismillah! deyip ateşliyordu topu.ve olmuştu. ocean zırhlısnı yerle bir etmişti koca seyit'im.biz bitti demeden bitmez diyordu,hasta adam ayağa kalkacak diyordu!şehadetler yükseliyodu göklere.artık ibre dönmüştü,
    "çanakkale geçilmez!"

    karaya çıktı bu sefer çakal sürüsü.ama orada karşısında kınalı hasan olduğunu bilmiyorlardı. hak yoluna,peygamber yoluna,vatan uğruna zaten kurban olmuş kınalı hasan'ımı bilmiyorlardı!ahmed'imi,mehmed'imi bilmiyorlardı.göğüslerinde ki imanı,yüzlerinde ki nuru bilmiyorlardı!salatü selamlar yükseliyordu göklere.bilmiyorlardı alemlerin sultanının orada olduğunu,bilmiyorlardı muhammed mustafa'nın orda olduğunu!bilmiyorlardı bu milletin göğüsünde ki imanı,bilmiyorlardı vatan sevgisini!orada savaşların bedir'de savaşmış gibi olduklarını bilmiyorlardı.gafil ne bilir! mehmed'imin ise tek bir arzu gönlünde,
    "allah yoluna cenk edelim şan salalım şan,
    kuran'da zafer vaad ediyor hazreti yezdan!
    gönlü vatan aşkıyla,allah aşkıyla yanıp tutuşan binlerce mehmed,atasının namını yere indirmiyor ve gafillere öyle bir ders veriyordu ki,yıllarca konuşulacak bir destanın altına imza atıyordu kanıyla!

    toprakları vatan yapan,üstünde ki kandır.al bayrağıma rengini veren kan ile kazındı bu vatanın aşkıda benim gönlüme! bu yüzdendir ki herşeyden önce vatan gelir benim için.namusumdur,şerefimdir.nasıl o zaman namusuna el uzatan çakalların elini kırdıysa mehmed'im,bende bugün vatanıma el uzatanın elini kırar,dil uzatının dilin kopararım.her halükarda;savaşta barışta vatanımı koruyup kollayacağıma,namusum,şerefim ve haysiyetim üzerine and içerim!gözün arkada kalmasın mehmed'im. çanakkale geçilmedi,geçilmeyecek!
  • 88
    tarihin son duygusal savaşı. ondan sonra yapılan tüm savaşlar kahpelik dolu. hem bizim, hem de anzaklar için manevi değeri çok yüksek. japonlar okula başlayacak olan çocuklarını atom bombasının atıldığı yere götürüp, bakın eğer derslerinize çalışmaz ve başarılı olmazsanız kafamıza yine atarlar bu bombayı diyorlar. bizse tarihimizin en büyük savaşının yapıldığı yere okul gezisi düzenlemekten aciziz. böyle milli değerleri bir gün değil her gün yaşamalıyız. çanakkale inancın zaferidir. geride kalanların yaşaması için ölmek pahasına kazanılan bir zafer.
  • 89
    --- alıntı ---

    10 ağustos 1915
    gelibolu

    sevgili ve bir zamanlar mutlu ailem.
    gelibolu cehenneminden hepinize merhaba! bu mektubu size yazmak niyetinde değildim. aslında ben artık kimseyle konuşmak kimsenin, kimsenin yüzünü görmek istediğimden de emin değilim. hem siz benim buraya cehennem dediğime bakamayın burası hakikaten güzel bir yer. üzerleri toz toprakla örtülmeden önce zeytin ağaçlarının bolluğu, savaşa aldırmadan her yanda pıtır pıtır açan kırmızı gelinciklerin neşesi, akşamları yarımadayı kızıla boyayarak batan güneşin insanın içini acıtan güzelliği ve bir de gelibolu bülbülleri. gelibolu’da hâlâ un ufak olmadan kalan küçük bir ruh parçam mevcutsa bunu bülbüller sağlamıştır. eğer o sırada bir türk öldürmüyor ya da türkler tarafından öldürülmüyorsak, gelibolu’nun muhteşem gurubunu seyrediyoruz. ege denizi’nin içine gömülen güneşin biraz önce pasifik okyanusu’ dan yükselerek yeni zelanda’ da ki ertesi günü aydınlattığını bilmek insanın canını acıtıyor. fakat bu acı hissi çok kısa sürüyor, sonra yeniden katılaşıyorum. artık saatlerce hiçbir şey hissetmiyor ve duymuyorum. bu arada sadece bakıyor, saklanıyor, ateş ediyor, süngü takıyor, düşman öldürüyor, bit ayıklıyor, yemek diye verdikleri kuru bisküvi, kraker, kuru et parçalarını kemiriyor, zaman olursa yatıyor, çok ender olarak da uyuyorum. ben artık sadece bir anzak askeriyim. ne sevdiğim şarkılar, yemekler, kokular ne de sevdiğim insanlar... ben artık bir sayıyım. yaşayan bir sayı. ölürsem o zaman da bir sayı olacağım. “vatan uğruna kahramanca” ölmüş bir sayı. kahramanca ve vatan uğruna! kahramanlık mı? hadi yaa. kahramanlık zorla olmaz. vatana gelince... burası türklerin vatanı ve bu savaş bizim savaşımız değil. bizler ingilizlerin de söyledikleri gibi sadece “hevesli oğlan çocukları”yız. asıl kahraman olan türkler. “johnny türk” dediğimiz türkler vatanlarını savunmak için bize karşı çok ağır şartlar altında direniyorlar ve kahramanca ölen asıl onlar.
    geçen hafta ölüleri gömmek için karşılıklı ateş kes ilan edildiğinde ilk defa türkleri yakından ve canlıyken gördük. türkler bize anlatılan canavarlara benzemiyordu.onlar da gözlerinde endişe ve keder olan genç insanlardı.onlarında arkalarında bekleyen üzüntülü aileleri, yaşlı anne-babaları, karıları belki de sevgileri vardı. onlar da yaralanınca acı çekiyor, onlar da gencecik hayallerini bırakıp ölüyorlar. türkler de insandı.
    bana sigara ikram eden iki türk’e ben de konserve et verdim, ama kabul etmediler. bu sığır etidir dediysem de inanmadılar. aslında anlamadılar. o zaman ellerimle kafama boynuz yapıp öküz gibi böğürdüm. güldüler. ben de güldüm. orada savaş meydanında etrafımız askerlerin cesetleriyle doluydu, biz düşmandık ve birbirimize gülüyorduk. bana sigara ikram eden türklerden bir “sen no ingiliz” diye şaşırarak sordu. “ben ingiliz değilim” dedim. sonra elini uzattı “ben türk” dedi. bana uzatılan eli tuttum. orada, gelibolu’nun en kanlı savaşlarının yapıldığı o tepede, el sıkıştık. ben artık bu adamla nasıl düşman olabilirdim? ben bu adamla neden düşman olmuştum ki? düşmanım o anda artık arkadaş türk olmuştu.
    ben bu savaşta ölmeyi reddediyorum.
    bu benim savaşım değil.
    fakat yaşamak için de hiç isteğim kalmadı.
    tanrım günahlarımı affet.
    hepinizi çok seviyorum.

    ebediyen sizin oğlunuz.
    alistair john taylor
    gelibolu 1915

    --- alıntı ---
  • 90
    sanırım beni en çok etkileyen savaştır. bu vatan topraklarında nice destanlar yazılmıştır belki ama çanakkale benim için farklı bir anlam taşıyor. işin garibi sebebini de bilmiyorum. sadece böyle hissediyorum. iki yıl önce çanakkale'ye gittiğimde nasıl bir psikolojiye büründüğümü hatırlıyorum da hakikaten bunu anlatabilecek herhangi bir kelime bulamıyorum. şunları yazarken bile tüylerim diken diken oluyor.

    ruhunuz şâd, mekânınız cennet olsun.
  • 93
    çanakkale belediye başkanı ülgür gökhan'ın dün yaptığı efsane konuşma,

    --- alıntı ---

    saygıdeğer konuklar,
    sevdalısını geride bırakıp, anasının nasırlı ellerini öpüp 100 yıl önce bizler için kavgaya tutuşanları, istikbalimiz için istiklal mücadelesi verenleri, savaştan barış çıkartanları, cumhuriyetimize önsöz yazanları anmaya geldiniz.
    beklendiğiniz topraklardasınız. çanakkale’de değil çelikten kaledesiniz.
    “siperlerde bize de yer açın” diye haykıranlar,
    “dedeciğim biz geldik” diyenler,
    dünyadaki mahşerin 100 yıllık iftiharını yaşamaya hoşgeldiniz.
    biz çanakkalelilere onur verdiniz.
    değerli konuklar, sesime kulak verenler,
    sizi tanıyorum.
    sesimin şu an ulaştığı sizleri; adınızı, hayatınızı bilmesem de tanıyorum.
    yanınızda değildim, ama duydum.
    çanakkale türküsü söylenince eşlik ettiniz.
    görmedim ama biliyorum, siz de kınalanıp cepheye gönderilen aslanları, kendi cenaze namazını kılanları duyunca gözyaşı döktünüz.
    15 yaşında toprağa düşenleri, okullarını bırakıp cepheye koşanları duyunca yandınız.
    nice acıları ve kahramanlıkları duyunca boğazınız düğümlendi, vücudunuz ürperdi.
    dualarınızda, dudaklarınızda onlara da yer verdiniz.
    evet sizleri biliyorum.
    seyit onbaşı kadar olmasa da ağır yüklerin altına girdiniz.
    anafartalar’da mustafa kemal kadar olmasa da,
    acılara şahit oldunuz, nice darboğazlardan geçtiniz.
    mustafa kemal gibi siz de kalbinizden vuruldunuz.
    onurunuzu, namusunuzu, inancınızı çanakkale gibi korudunuz.
    hayatınızın bir yerinde çanakkale gibi saldırılara uğradınız,
    çanakkale gibi direndiniz.
    artık siz de çanakkale’siniz. çanakkale sizsiniz.
    değerli konuklar
    müsaadenizle şimdi sizlere seslenmeyeceğim.
    sizlere siperleri, gemileri, birlikleri, tüfekleri de anlatmayacağım.
    çünkü bugün bütün kelimeler kifayetsiz, bütün cümleler yetersiz.
    100. yıl nedeniyle bu defa aziz şehitlerimize hitap etmek,
    onların manevi ruhlarına seslenmek istiyorum.
    ey bu topraklar için toprağa düşenler,
    bir hilal uğruna güneş gibi batanlar,
    siz kara toprağın üstünde de, altında da bir oldunuz,
    bizse ayrıştık, bölündük, hatta birbirimizi öldürdük.
    siz fakirlik içinde kazandınız,
    bizse, zenginleştikçe kaybettik.
    siz düşmanınızı bile kucağınıza aldınız,
    bizse dostumuzun dahi boğazına sarıldık.
    dün bir avuç yer ne kadar çok kişinin olmuş,
    bugün koskoca bir memleket ne kadar az kişinin kalmış,
    siz şimdi ebedi istirahatgahınızda uyuyorsunuz,
    bizse derin uykulardayız. ve asıl uyuyan biziz.
    ve seyit onbaşı’ya sesleniyorum.
    sen sadece 215 kiloyu değil koca seyit,
    sen vatan yükünü de sırtlayıp kaldıransın.
    oysa biz senin gibi ağır yüklerin altına giremedik.
    kolayı seçtik, sana layık olamadık.
    sen düşmanın dümenini bombalarken,
    biz düşmanın dümen suyuna girdik.
    takımıyla yahya çavuşa sesleniyorum.
    63 kişilik birliğinle kenetlenip bir olan yahya çavuş,
    sen 2000 kişiye karşı destanlar yazansın.
    bizse senin gibi, takımın gibi zorluklara karşı bir olamadık.
    12 eylül’de bölündük,
    sivas’ta yüreğimize ateşler düşürdük,
    maraş’ta ve daha nicelerinde insanlığımızı öldürdük.
    sevdiğini geride bırakan kahraman,
    sen yârinin kokusunu, barutun kokusuna terk edensin.
    yar diye vatanını bilen, ölümü beklerken bile kadınına mektup yazıp, ruhum diye hitap edebilensin.
    bizse kadınlarımızı hak ettiği yere getiremedik,
    özgecanları ve daha nice kadınlarımızı hayatta tutamadık.
    sen kadınına mektubunun arasında çiçekler gönderirken,
    biz gözlerinin altından morluğu, vücudundan karayı, yarayı eksik edemedik.
    sizlerin vücudundaki kurşunlar onur madalyanız,
    kadınlarımızın vücutlarındaki morluklarsa bizim utanç vesikamızdır.
    biz erkek olduk, ama adam olamadık.
    anafartalar kahramanı mustafa kemal’e sesleniyorum.
    sen mektubunda düşmanların evlatları için “kahramanlar” diyensin, onların annelerine “gözyaşlarınızı dindirin” diye seslenensin.
    ve sen onları da evlat bilip, bu toprağı dost diye tanıtansın.
    biz senin gibi hoşgörülü olamadık.
    bu vatanda herkesi kucaklayamadık.
    değil yabancı anaların gözyaşlarını dindirmek, kendi analarımızın bile gözyaşlarını durduramadık.
    *
    sözün özü “1915 çanakkale ruhu” sınavından çok da başarılı çıkamadık. ama çok şey öğrendik.
    ben de çok şey öğrendim.
    büyük balığın, küçük balığı her zaman yiyemeyeceğini,
    nusrat senden öğrendim.
    merminin mertlikle, tüfeğin yürekle boy ölçüşemediğini
    siz atalarımızdan öğrendim.
    çanakkale’de, küllerinden yeniden doğmayı
    prangaları kırıp, yeniden ayağa kalkmayı öğrendim.
    çanakkale’yle ilgili birçok şeyi bildim, öğrendim, anladım.
    ama bir tek şeyi anlayamadım.
    ey büyük atatürk,
    seni anlayamayanları anlayamadım.
    ***
    ey analarının goncagülleri ve babalarının koç yiğitleri
    gene de üzülmeyiniz ve huzur içinde uyuyunuz.
    sizlerin huzurunda diyorum ki,
    anafartalar’da ki gibi türkiye’ye hücum da etseler,
    arıburnu gibi direniriz.
    conkbayırı’nda ki gibi kalbimizden şarapnelle de vurulsak,
    namazgah tabyası gibi topla da dövülsek,
    çimenlik kalesi gibi dik,
    kilitbahir kalesi gibi sağlam dururuz.
    57. alay gibi gerektiğinde son neferimize, son nefesimize kadar mücadele ederiz.
    yürüdüğü yolda iz bırakmayan, o yoldan geçmiş sayılmaz.
    ey şehitlerimiz, siz de çanakkale’de iz bıraktınız.
    haşa ne çanakkale’si, tarihimizde de, yüreğimizde de, ruhumuzda da iz bıraktınız.
    bizler ilhamımızı siz şehitlerimizden alıyoruz,
    biz de sizin gibi özgürlüğümüze ve barışa bu kentte sahip çıkıyoruz.
    100 yıl önce hiç düşünmeden canından vazgeçen sizler
    bağımsızlığınızdan, özgürlüğünüzden vazgeçmediniz
    çocuklarından, analarından kopan sizler
    hürriyetinizden koparılamadınız.
    şimdi, mehmet akif gibi hep bir ağızdan haykırarak diyeceğiz ki;
    ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım,
    hangi çılgın bana zincir vuracakmış? şaşarım
    kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner, aşarım
    yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım.
    aziz şehitlerimiz size söz;
    barışın kenti çanakkale’de, ülkemizde ve dünyada barışı yücelteceğiz. kardeş olacağız.
    çünkü çanakkale savaşı
    kardeşlerle, düşmanların savaşıdır.
    çünkü kardeşliğe yapılan bir hücum, tek kelimeyle ihanet katarına eklenmektir.
    türkle - kürt çatışırsa ne türk kalır ne kürt
    aleviyle - sünni ayrışırsa ne alevi kalır ne sünni.
    oysa türkle - kürt, aleviyle-sünni birleşirse
    ne zalim kalır ne de zulüm.
    onun için barışın kenti çanakkale’den,
    savaşın 100. yıldönümünden haykırıyorum;
    meriç kıyısındaki minicik bir kum tanesinden,
    ağrı dağı’nın yamacındaki yabani bir ota kadar
    her yere barış istiyoruz
    sinopta şu anda sahile vuran bir dalganın köpüğünden,
    hatay’ın kızılçat köyünde açan çiçeğe kadar
    herşeyde barış istiyoruz.
    istiyoruz ki; etrafımızdaki çember daralmasın,
    barış ve özgürlük nefes alsın.
    barışın kenti çanakkale’nin belediye başkanı olarak;
    inatla ama umutla barışın hakim olduğu bir dünya hayalimi sürdüreceğim.
    biliyorum ki ;
    şehitlerimizin mezarlarında ki her bir kitabeyi öpen çanakkale rüzgarı, koparılmış güller gibi solan kahramanlardan her yere barış taşıyacak.
    biliyorum ki;
    100 yıl önce kavuşma hayallerinin eriyip kül olduğu bu yerden, barış adıyla bir kıvılcım yanıp, çoban ateşiyle dağları dolaşacak.
    bunun için biz de siz şehitlerimiz gibi;
    ekmeğimizden tasarruf edeceğiz, ama şerefimizden asla
    candan olacağız, yardan olacağız,
    ama özgürlük ve barış kokan bir dünyadan asla
    biz de sizler gibi;
    düşmanımızı kucağımızda taşıyacağız, ama sırtımızda asla.
    son nefesimizi tüketeceğiz, ama onurlu mirasınızı asla.
    bedenimizi çiğnetiriz, ama özgürlük ve barış yeminimizi asla.
    ey aziz şehitlerimiz,
    siz toprağın altındakiler, biz üstündekilere ilham olsun.
    bükülmez bileklerinize, korku bilmez yüreklerinize selam olsun.
    özgürlük için toprağa düşüp, toprak olan siz şehitlerimizin ruhları şad olsun.
    saygıdeğer misafirler,
    18 mart şehitler günü ve çanakkale deniz zaferi’nin 100. yılı anma konuşmama son verirken;
    bizlere bağımsız, başı dik bir ülke, özgürlükçü bir ruh miras bırakan başta mustafa kemal atatürk ve mücadele arkadaşları olmak üzere, onların kurduğu laik ve demokratik cumhuriyetimizi korumak ve kollamak ülküsüyle, ülkemizin varlığı ve bütünlüğü için dün olduğu gibi bugün de hiç düşünmeden canını vermiş türk silahlı kuvvetlerimizin, emniyet teşkilatımızın tüm şehitlerini rahmet, gazilerimizi minnetle anıyor, aziz hatıraları önünde saygıyla eğiliyorum.
    çanakkale gibi tarihi sorumluluğu çok büyük bir kentin belediye başkanı olmanın onuru ve 1915’in omuzlarımızdaki derin sorumluluğuyla sizleri sevgi ve saygıyla selamlarken
    son sözüm şudur;
    yaşasın kardeşliğimiz , yaşasın özgürlüğümüz
    ve yaşasın barış...

    canakkale belediye baskanı ülgür gökhan
    --- alıntı ---

    https://eksisozluk.com/entry/49918781
App Store'dan indirin Google Play'den alın