• 15
    arife gününe denk gelen bir karşılaşmaydı. bayram için köye gitmiş, o dönem köyde trt kanalları hariç başka kanal çekmediği ve naklen yayını da efsane jeneriklerle medya sektörüne yeni yeni giren show tv yapacağı için maçı izlemeye ilçeye, dayımlara gitmiştik.

    kalemizde hayrettin demirbaş vardı. asla gömüldüğü kadar kötü bir kaleci olduğunu düşünmem; kendisinin trabzonspor, beşiktaş, hatta barca ve manu gibi takımlara panter kesilmişliği vardır; lakin hayrettin fenerbahçe maçlarında sakarlaşan bir kaleciydi. o sezon fenerbahçe forması giyen emre aşık sakatlanınca oyuna giren kemalettin şentürk'ten saçma bir gol yemiş ve 1-0 geriye düşmüştük. sonrasında tugay kerimoğlu ve hakan şükür'ün golleriyle 2-1 kazanmıştık. bu yol şampiyonluğa kadar gitmişti.
  • 16
    bu maçı sol frame'de görünce genç kuşakların futbola ilgisinin azalmasına dair birkaç şey karalamak istedim. 90'lı yılların ilk yarısında, özellikle cumartesi akşamları, evde ailecek izlenen maçların keyfi bir başkaydı. mesela bu maçın skorunu, golleri kimin attığını, gol pozisyonlarını hala unutmadım. çünkü herkesin erişimi vardı. yediden yetmişe, üst seviye kentlilerden köylülere kadar herkes desteklediği takımı, futbolcuları, stadyum atmosferini, maç öncesi ve sonrasını dilediği gibi takip edebiliyordu.

    özellikle o maç kim star olmuşsa ertesi gün sokakta top oynarken top ayağına geldiğinde o isim olabiliyordun. belki de bu faktörler, insanların hem futbola olan bağlılığını perçinliyordu hem de tuttuğu takıma olan sevgisini taze tutuyordu.

    aradan yıllar geçtikçe havuz sistemi tartışmaları başladı. maçların bir kısmı şifreli, bir kısmı yine ana akım medya kanallarında yayınlanıyordu. farklı uygulamalar deneniyordu. mesela cine 5'te yayınlanan maçın son 15 dakikası, şifresiz olarak show tv'de yayınlanıyordu. derken tamamen cine 5 tarafından tüm yayın hakları alındı. sonrasında tele-on, digitürk derken süreç bugünlere kadar geldi. ancak yıllar geçtikçe insanların erişimi kısıtlandı. mesela maraton'da yayınlanan özetler belki 20 dakikadan fazla olurdu. maçı izleyememiş olsanız bile takımınızın oyun anlayışını, pozisyonları vs. önemli ölçüde görme imkanı vardı. ancak bugüne geldiğimizde 1-2 dakikalık özetleri izleyip izlememek arasında bir fark kalmadı. bunun yansıması olarak da insanların futbolla, takımlarıyla olan bağları koptu. ülke insanının ortalama maddi durumu her geçen gün kısıtlanıyorken futbol paketi alma olasılığı da dibe gidiyor.

    diğer yandan sokak futbolu bitti. bizler haftasonları sokakta, haftaiçi tören başlamadan önce kozalakla veya kutu kolayı ezerek okulda maç yapan çocuklardık. okul koridorunda kağıtlardan top yapıp oynardık. evde kuzenlerimizle çoraptan top yapıp oynardık. intertoy'dan tenis setini sadece sünger topu için aldırırdık. o sünger topla gürültü yapmadan dilediğimiz gibi şut çekelim de kızmasınlar diye. 80'ler, 90'larda büyümüş insanların çoğunun bir mahalle veya semt takımında şansını denemişliği vardır. yaşlı, aksi bir hocamız vardı. ama adam ingiltere'deki futbol eğitimlerine dair vhs kasetlerle bile bize yardımcı olmaya çalışırdı. vhs kaset demişken alman değil he yanlışlık olmasın.

    yani bir kulübün taraftarı olmak, öncelikle futbola aşık olmaktan geçiyor. günümüzde insanlar çocuklarını sokağa çıkaramıyor. taciz mi olur, kaçırılma mı olur derken güvensiz köykentlerde hayatta kalma mücadelesine döndü yaşamlar. bunun sonucunda genç kuşakların futbolla olan bağları koptu. konsol oyunlarıyla sağlanamaz bu bağ. kim bilir belki de düzen eskiye dönse bile artık o konfor alanlarından çıkmak istemeyeceklerdir. belki de tembelliğe çoktan alışmışlardır. bunun neticesinde de her çocuğun ilk hayali olan futbolcu olma arzusu sona erecektir. çünkü o hayali, sokakta top ayağınıza geldiğinde kurarsınız. hayal edilmeyen bir şey için çabalayan da haliyle azalacak. sonrasında da bırakın futbolcu olmayı, taraftar olmak bile anlamını yitirecektir.

    florentino perez'in z kuşağına tekrar futbol ilgisi kazandırmak için oyunda radikal değişiklikler yapılmasını istediğini duymuştum. ispanya'da durumlar nasıl bilmiyorum. ancak türkiye perspektifinden bakınca sorunun yalnızca oyunun 90 dakika gibi uzun bir süre olmadığını düşünüyorum.

    kemalettin'in kafa vuruşunu yumurtlayan hayrettin'den, son dakikalarda galibiyet golümüzü atan hakan şükür'den mevzu buralara kadar geldi işte.
  • 2
    bu maç benim hayatımda bilinçli olarak izlediğim ilk derbi sanırım. serin bir kuşadası akşamında -sanıyorum tatildi okul yoksa ne işim olur orda- bizim evde show tv çekmediği için komşuya gitmiştik. yazlık yer kimse yoktu birkaç hane doluydu sadece.

    94 yılında güner ümit ile turnike fırtınası esiyordu. hasta bir galatasaraylı olan güner ümit maçtan önce ne olur ilk golü fenerliler atsın çok iyi biliyorum ki ilk golü atan maçı 2-1 kaybedecektir diyor ve maç sonunda küçücük bir çocuk olan şahsım için ulu bir mertebeye yükseliyordu. hala da nasıl olup da bu kadar emin konuşup tutturduğunu anlamış değilim.

    mart olmasına rağmen komşunun yazlığında yeni aldıkları soba benzeri aletin üzerinde envai çeşit yiyecek pişiriliyordu. derken komşunun yazlığını bilenler için söylüyorum mutfağa bakan taraftaki kaleye fener golü atıyordu. bu golle ilgili hatırladığım golü kemalettin kafayla atıyordu sanki hayrettin soluna gelen topu tutyor ama sonra ne olduysa bırakıveriyordu.
    tabi o sırada benim aklıma ne güner ümit ne başka bir şey geliyordu.
    damarlarımda yeni yeni oluşan sarı kırmızı fanatik alyuvarlar adrenalin katsayımı hızla arttırıyordu.

    derken nası olduğunu hatırlamadığım bir şekilde penaltı kazandık. arif kendini atmış da olabilir tam emin değilim. hatta arif takımda var mı onu da bilmiyorum. tugay topun başına geçmiş o kadar sert ve düzgün bir vuruş yapmıştı ki engin'in bu düzgün vuruş karşısında sağa sola yatmasına bile gerek kalmamıştı üstüne gelmişti top. ama dönen topu yine tugay tamamlıyor ve beraberlik geliyordu. maçtan sonra sanıyorum adnan polat " tugay bi an o golü atamıcak sandım" diyordu.

    ikinci gole dair hatırladığım tek şey kendimden geçmiş olduğum. kimsenin olmadığı o ıssız yerde dışarı fırlayıp gol diye bağırmıştım ve etraftaki dağlara çarpan sesim 2 taraftan yankı ile bana geri dönmüştü bir nevi tribün ortamı oluşturmuştum.

    ve gelelim son hatırladığım olaya. ertesi gün sabah gazetesi 4-5 sayfalık derbi özel gazetesi vermişti. bu ekte derbi resimlerinde futbolcuların üzerine konuşma balonları konulup esprili şeyler söyletmişlerdi futbolculara.

    işte bu kadar..
App Store'dan indirin Google Play'den alın