• 201
    eboue sağ ya da sol bekte kullanılmalı, gökhan servet ikilisi çok ağır kalıyor, ujfalusi stopere geçmeli, sabri orta sahada olmuyor, selçuk inan orta sahanın ortası dışında başka yerde oynatmak futbola ihanet, melo fena değildi ama yaptığı hareket için ceza verilmeli, yaratıcı orta saha oyuncusu olmadan takım atağa çıkamıyor, baros'un orta sahaya gelip top almaya çalışması ondan, kazım kopuktu vs. vs.
    ama kimseyi asmanın alemi yok daha ilk resmi maçımız, olur böyle şeyler.
  • 203
    ibb – galatasaray : 2-0 olur öyle, top bu.....

    bu gidişle sigarayı bırakamayacağım be. teknik, taktik, diziliş, oyuncu kalitesi falan filan, bir taraftar için hepsi hikaye maç bitince. kazanıp kazanmadığın önemli önce.
    galatasaray sezona yenilgiyle başladı, hay bin kunduz.

    çok umutluyduk değil mi yeni sezondan. ezip geçecektik herkesi, tıpkı ali sami yen'i yıkan, anasına küfür ettiğimiz dozer gibi. dozerin anasına küfür ettik asy'yi yıktı, sezona başlangıçta da belediyenin dozeri bizi. olur öyle, top bu.

    galatasaray'ın ilk 11'i geçen sezonkinden 5 futbolcu farklı. muslera, ujfalusi, melo, inan, eboue. çok önemli çok. belki ibb'de öyledir, bilmiyorum ama önemi yok. neden? ibb'nin oynamak istediği farklı çünkü, kapan-kontra yap. bunu biraz fundementali olan futbolcular kolayca yapar, kim bilir kaç sezondur yapıyor abdullah avcı zaten. tarzı biraz lucescu gibi. savunma fikrini takımın genlerine işlersin, ilerleyen zamanda çok başarılı hücumlar yapan bir takıma da dönüşür. lucescu'nun shaktar'ı gibi. bunun için zaman lazım, taraftar ve medya olmamasını dezavantajdan avantaja baskı hissetmeden futbol oynayarak çevirirsin. bunu becermek de büyük iştir, küçümsenemez.

    fatih terim isminin olduğu her yerde iddia vardır, hem de büyük iddia. ayak tenisi maçını bile kaybetmeye tahammül edemeyen adamdır terim. takımın sürekli topu hızlıca ileriye taşımaya çalışması, sürekli baskı kurmaya çalışması fatih terim'in kendi karakterini futbolcularına ezberlettiğinin göstergesi. kimi insanda ters teper bu, vurdumduymazlaşır, baskı altında ezilir. kimisi yırtar kendini. 96-2000 takımı saldırarak cevap vermişti bu baskıya, 2.döneminin gücü yetmemişti. bu defaki kadro daha dengeli futbolculardan oluşuyor.

    hazırlık öaçlarında gördük ki, takım ileride pres yapmaya, topu kazanınca hızla ceza sahasına yüklenmeye çalışıyor. bugün de denediler bunu. ama kapanan hem de iyi ve akıllıca kapanan ibb karşısında sonuç alamadılar. olimpiyakos maçına benzer bir oyun oldu. bu sene bir çok maçı böyle oynayacağımızı ve duvarı delip geçmemiz gerektiğini yazmıştım, olimpiyakos duvarını delemedik, ibb duvarını da.

    savunma göbeğinin ve sol bekin arızalı olduğu bir gerçekti zaten. nitekim zan ile çağlar sakatlanarak oyundan çıktı. sol açıkta arda gittikten sonra yerine adam alınmadı. hah, arda sol açık değildi ki be kardeşlik. sol açıktan fazlasıydı, anlayana. arda topu ileride tutan adamdı, forvetin her yerinde gezen, topa basan, orta sahayı işin içine sokan adamdı. gitmesi büyük kayıp oldu hem de çok. fatih terim'in gitmiş olmasına hala üzülüyorum diyeceği kadar. arda'ya küfretmemi bekleyenler varsa, çok beklerler.
    madem arda gitti o zaman başka bir formül bulmak gerekirdi. yani topu ileride tutacak başka biri alınmalıydı. bu adam podolski değil, karıştırmayın. bize forvette topu tutacak adam lazımdı. ister sol, ister sağ, isterse merkez santrafor oynasın, topa basacak, orta sahanın gelmesini sağlayacak, duvar olabilecek biri. alınmadı(nokta)

    bazı oyuncuların ayaklarında hala ağırlık var gibi. mesela kazım, mesela inan. hazırlık maçlarında ağır idmanlara bağlamıştım. gerçi bazı oyuncuların bu ağırlığı üzerlerinden atmaları zaman alabilir, bekleyeceğiz.

    sürekli topa sahip olup, hücum etmek isteyen takımların önünde 2 seçenek var (barcelona'nın oynadığı şekil hariç, karışmasın). ya çok seri, hani patlamalı deniyor ya öyle, adamlarınız olacak, ya da topu ileride tutacak adamlarınız olacak. patlamalı denen çok kaliteli adamların piyasadaki fiyatları belli. o zaman topu saklayacak adamlar bulacaksınız ki, nispeten daha ucuz bu adamlar. hem de her futbolcunun oynamaktan zevk alacağı bir oyun. patlamalı oyuncuyla real madrid, manchester united falan gibi kalbur üstü takımlar oynuyor. büyük liglerin başaltı takımları arasında her ikisini oynayan da var. biz de avrupadaki ve türkiyedeki haddimizi bilirsek bunlardan birini seçmemiz lazım. cevap veriyorum : ileride top tutan adam. dandik halı sahada bile sabit santrafor isterim, moderen fitbolda teri yok mu? kim demiş?

    ama elimizde patlamalı tipte adamlar var. sercan, riera gibi. demek ki biz mecburen böyle bir şey oynayacağız. avrupa'nın başaltı takımları gibi. itiraz eden var mı? soru şu: en büyük cimbom başka büyük yok deyip kendimizi kandıracak mıyız, yoksa lyon gibi her sene şampiyonlar ligi'nde çeyrek final görmek mi isteyeceğiz.
    baros da, elmander de oynasa bu böyle olacak. fatih hocanın '96daki ilk sezonu gibi, saldııırrrr saldıııırrr saldır cimbom saldır. yönümüz bu olacak. asy arenada rakipleri fena benzetiriz.

    şimdi önümüze bakma zamanı. zaten bu kadar ahkam kesince yarın öbür gün fatih hoca arar diye korkmadım da değil, kimsin lan sen dese, ne diyeceğim. ben bilirim ne diyeceğimi elbet, altta kalmayacak kadar ukalayımdır.

    unutmamak lazım, olimpiyat stadı gerçek bir deplasman. deplasmanlarda taraftarın etkisinden çok, saha ve iklimin etkisi olur. bu sebeple rüzgarlı bahçe deplasmanı en zor deplasmanlardan biridir.
    bu sene oradan puan kaybedip çıkan çok sayıda büyük takım olacak, merak etmeyin.

    fatih terim işini bilir diye kestirip atacak değilim, öyle olsa bu siteyi* açmazdım zaten. hafta içi fatih hoca gerekli önlemleri alacaktır. kulak çekme olacağını sananlardan değilim, hoca oyuncularıyla sorunun ne olduğunu bulmaya çalışacak, teşhisin ardından tedaviye başlayacaktır. örneğin kazım ve inan'ın ayaklarındaki ağırlıklarla ilgili. hafta içi bu ikilinin örneğin sakatlık bahanesiyle daha hafif idmanlar yaptığını veya dinlendirildiğini duyarsanız şaşırmayın.

    40 maçlık maratonun ilk maçını kaybettik, kaybedilen bir şey yok. bu play-off denen mevzu tam biz türklere göre. öyle ya, faturayı son gün ödeyen, okul harcını son gün yatıran biz değil miyiz? ilk 4'e girelim yeter. benim bildiğim fatih terim'e yetmez ya, neyse.

    fakat muslera ne kaleci be abi.....

    *
  • 204
    çok fazla enseyi karatmayin..daha ilk mac,hangimiz galatasaray'ın bu kadar kötü olacağını dusunebilirdik?bu mac için fazla eleştiri yapmaya gerek yok çünkü;takım o kadar berbatti ki biraz melo bir iki pozisyonda. kafayı kaldırdı o kadar..bir daha hangi maçta olursak olalım galatasaray'ı bu kadar kötü görmeyiz! hele önümüzde oynanacak 5-6 maca bakalım derim ben hocam!(ermanca)
    bu arada ibbyi unutmayalım adamlar tıkır tıkır oynadılar kendilerini daha da geliştirmişler.bu sene özellikle büyük takımların daha çok canını yakarlar hem tff,kulüpler birliği sagolsun play off var vs..(!)
    (bkz: polyanna taraftar)
  • 205
    --- alıntı ---

    sezonun ilk maçına hazırlık maçlarına benzer bir kadro ile çıktık.

    muslera – ulfajusi – gökhan – servet – çağlar – melo – selçuk – sabri – kazım – eboue – baros.

    sahaya çıkan ilk on bire baktığımız zaman tek soru işareti sabri ve oynadığı bölge diyebiliriz.

    maçı konuşmaya başlamadan önce söylemek istediğim konu; sahaya yayılma ve pozisyon alma konusunda takımda göz görülür bir değişim var. tüm futbolcuların topa bakarak hareket etmesi takım adına güzel.

    galatasaray maça iyi başladı denilebilir. özellikle selçuk ve melo’nun orta sahada yapmış oldukları paslardan sonra dikine oynayarak baros’u duvar olarak kullanmaları en olumlu hareket gibi gözüktü.

    ancak orta sahada ki pas trafiğinde sabri nedeniyle biraz aksamalar oluyor. dün akşam anladığım kadarıyla, fatih terim’in kafasında selçuk ve melo sabit olmak üzere 2 farklı orta saha yapısı var. birincisi sabri ile pres yapan ve alan daraltan ama başarılı pas yüzdesi düşük olan bir orta saha profili. ikincisi ise yekta ile orta alanda pas yapabilen, kanatlara ve dikine rahat oynayabilen profil. ikinci yarı da sabri’nin kendi yerine geçmesi ve yekta’nın onun yerini alması ile orta saha biraz daha derli toplu gözüktü ama yekta’nın halen üst düzey orta saha futbolunu kaldırabileceğini düşünmüyorum. takımda sabri’nin oynayabileceği tek pozisyon sağ bek gibi duruyor. fatih terim de bunun farkında ve büyük ihtimal engin baytar hazır olduğunda orta sahada sabri’yi kullanmaz

    özellikle dikine oynama anlamında melo’nun başarılı ileri çıkışlarının, rakip takımın tüm dengesini bozduğunu gördük. bunu daha fazla kullanmamız gerektiğini düşünüyorum.

    kazım’ın gününde olmadığı bir akşam sağ kanattan neredeyse hiç atak yapamadık. özellikle ilk yarıda ulfajusi-sabri-kazım üçlüsü ile oradan gitmeye çalıştık ancak kazım final paslarında başarısız oldu.

    sol kanadı değerlendirecek olursak; eboue’nin oynayabildiği ama en az verim alınan bölge sol açık mevkisidir. fatih terim ilk yarı boyunca ( ilk yarının sonunda 5 dakikalığına kazımla kanat değiştirdiler ) orta sahadan gelen topları forvetle buluşturabilmek için eboue’yi içeri kat ettirerek barosla arasında köprü olmasını istedi. bu hamlede birkaç kez başarılı olundu. ancak eboue’nin içeriği kat ettiği dakikalarda hazır olmayan çağlar’ın kanadında sürekli sorunlar yaşadık. fatih hocanın kaydırmalı 4-4-2 tabir ettiğimiz sağ ve sol beklerin onar dakika arayla ileriye çıkarak defansı üçlüye döndürüp yapmaya çalıştığı kanat organizasyonları, ulfajusi’nin ileri çıktığı dakikalarda defansın çağlar kanadında tehlike sinyalleri verdi. nitekim gol de bu şekilde çağlar’ın kanadına atılan toptan sonra geldi. golden önce sol kanadımıza atılan diğer bir topta, çağlar yeni sezona hazır olmadığını geriden gelen oyuncuya önünde ki topu vererek gösterdi. hakan balta’nın iyileşmesi ve riera’nın oynayabilecek seviyeye gelmesi sonrasında sol kanat organizasyonlarının da düzeleceğini düşünüyorum.

    defansın orta ikilisi gökhan-servet kuruluyken, ilk yarı da ikisinin arasına atılan toplar yine tehlikeli oldu. takımla ilgili gözüme çarpan en büyük durum, oyuncuların birbirleriyle sürekli konuştukları halde, gökhan-servet ya da ulfajusi-servet defans ikililerinin bunu yapmamaları oldu. servet’in ulfajusi’yi marke ederek webo’nun golu atması bunun en büyük göstergesi.

    takımın ilk 20 dakika sonrası düşüşe geçmesinde ki en büyük sebep ise hareketsizlik. geçen sene kangrenimiz olan, pası veren oyuncunun olduğu yerde kalması sorununu yine yaşadık. diğer sorunumuz olan defanstan top isteyecek oyuncu gereksinimini selçuk ve melo ile çözülmüş gözüküyor.

    dün akşam en çok, fatih terim’in tüm transfer sezonu boyunca isteyip alınamayan “atak oyuncusu”nun eksikliğini gördük. orta saha ile forvet arasında ki köprüyü kuran oyuncu. bu isim forlan ve podolski olabilir. hücum organizasyonlarının iyi olmamasının en büyük sebeplerinden biri budur bana göre. baros konusunda şimdilik topa girmemeyi tercih ediyorum.

    4-5 haftalık bir süreçte belirttiğim sorunların düzelmesi için sabretmek gerekiyor. bütün hafta kulaklar çekilecek, pozisyon hataları tekrar kasetlerden izlettirilecek. ekstradan birkaç antrenman bile olabilir. pazar günü samsun maçında başka bir takım göreceğimizi düşünüyorum.

    --- alıntı ---

    http://gss.gs/6a
  • 206
    geçmişinin en kötü sezonu geride bırakılmış, sezona girerken şike operasyonu ile rakipler dağılmış, sezon başında inter, liverpool, r.madrid gibi takımlarla boy gösterilmiş, takımın başına fatih terim, ümit davala ve hasan şaş gibi bu takımı herkesten daha iyi bilen adamlar getirilmiş, en önemli yara temizlenmiş, yeni pırıl pırıl bir başkana sahip olunmuş bir sezona adım atmıştı galatasaray.
    her şeyden önemlisi beklentilerin fazla olmasına karşılık hiç bir varlık gösteremeyen bu takımın taraftarının bitmek tükenmeyen inancıydı. yıllarca gülmeye ve ağlamaya takımıyla alışkın olan taraftar, sezona şovla başlamak istiyordu açıkçası. şov dedik de hakikaten şov oldu ama olması gereken tarafından değil. belediye çalıştı hem de çevreye verdiği rahatsızlıktan dolayı özür dilemeden. çalıştı, çabaladı. gol attı, kapandı, sert oynadı ve kazandı.

    http://ask-ifutbol.blogspot.com/...bir-galatasaray.html
  • 207
    maçı seyretmeyecektim, futbolu bitirmiştim kafamda ama galatasaray lan bu nasıl seyretmezsin? içimde futbol sevgisi ölmüş ama kalbimde sarı-kırmızı aşkı ile oturdum televizyonun başına.

    hazırlık döneminde kalburüstü takımlarla yapılan maçlarda takım iyi görünmüştü ama o zaman da bariz görünen sıkıntılar vardı takımda. bu maçta da aynı sıkıntılar canımızı yaktı daha ilk haftadan. insan ister istemez merak ediyor inter'e kök söktüren, liverpool'u dağıtan, real madrid'i elinden kaçıran bu takım değil miydi. ne değişti de annemizin liginin orta sıra takımlarından biri olan istanbul büyükşehir belediyespor karşısında bu kadar etkisiz bir görüntü çizdik? benim aklıma iki senaryo geliyor; birincisi takım rakip seçiyor, ikincisi ise dünya devlerine kafa tutan oyuncular belediye'yi fazla küçümsediler. her ikisi de kabul edilebilir mazeretler değil. her rakip önemlidir ve hepsine aynı ciddiyet ile çıkmak lazım. belediye'nin başarısını da yabana atmamak lazım. hadlerini bilerek oynadılar ve zayıf karnımız olan sol tarafımızdan gelerek fişimizi çektiler.

    hazırlık döneminden beri bas bas bağıran bir konu var; bu takımın savunma hattı kırmızı alarm veriyor. sol bek başta olmak üzere savunmanın hali içler acısı. hakan balta'dan şikayet ederken başımıza bir de çağlar birinci çıktı. balta'nın ahı gibi adam, balta'yı aratıyor, ne kadar kötü hesap edin. stoperlerin al birini vur ötekine. millî takımın savunma hattı diye savunanlar var, galatasaray değil de bir anadolu takımında oynuyor olsalar hangi birisi millî formayı hayatında görür biri bana söylesin. sabri orta sahada selçuk'u frenliyor dedik, dün de hem kendi oynayamadı hem selçuk'un oynamasına izin vermedi. sabri sağ bek oynamayacaksa olması gereken yer yedek kulübesi. sahanın başka herhangi bir yerinde işi olamaz.

    fatih terim ısrarla golcü istedi, baros varken gerek yok diye eleştirildi. dün ne kadar haklı olduğunu gördük. dünkü baros'u uzun zamandır antrenmanda görüyor terim, yetmeyeceğini anlamış ki takviye istedi ama olmadı. ocak'a kadar idare ederiz demiş, ocak'ta baros'a rusya yolları görünür gibi.

    yapılan onca transfere rağmen takımın hâlâ bi' dünya eksiği var. en büyük eksik de özgüven. henüz takım yitirilen özgüveni tekrar kazanmış değil. skor üstünlüğü kaybedilince, takımın süngüsü de düştü. kendileri de inanmadılar maçı çevirebilceklerine, doğal olarak da çeviremediler. bu zamanla kazanılacak ama biz o arada çok sinir krizi geçirecek gibiyiz.

    takım genel olarak ışık vermedi bana, bu sefer geçen senelerin aksine karamsar başlıyorum lige. ümitli başladık da ne oldu sanki? bir de bunu deneyelim bakalım, belki sonunda seviniriz.

    bu takım seyredeni yenilgiye alıştırdı, artık yenilince bir şey hissetmez olduk. olağan karşılıyoruz. eskiden 1 hafta kendimize gelemezdik, şimdi sabah olunca hayat aynen devam ediyor. önce kendilerini sonra da taraftarı tekrar havaya sokmaları lazım yoksa futbol işkenceden başka bir şey olmayacak galatasaraylı için.

    http://thisisthebesttillwedobetter.blogspot.com/...elediyespor-2-0.html
  • 208
    topsuz alan

    topsuz alan, kısaca, topun olmadığı alandır. televizyondan pek hissedilmez bu alanda neler olduğu, statta olmak görek topsuz alanda neler olup bittiğini görebilmek için. dün akşamki olimpiyat deplasmanında bu "topsuz alan"dı en büyük sıkıntı.

    dün, günlerden galatasaray'dı. galatasaray'ın maçı vardı, sezonun ilk resmi maçı, uzun bir aradan sonra takım özlenmiş, maça gidenlerde çocuksu bir heyecan..

    maç öncesiydi, ısınmaydı, tribünlere çağırmaydı derken...

    (bu arada, en son ne zaman kaleci antrenörü, yardımcı antrenörler tribüne çağırılmıştır acaba.. çok güzel bir olay.)

    şşş.... bir, ki, üç! cim bom bom!

    hazırlık maçlarında sahaya sürdüğü gibi bir 11 çıkarttı sahaya terim. stoperde, servet-gökhan ikilisi yan yana ve sabri yine orta sahada!.

    maça çok iyi başladı galatasaray. "özlenen futbol" böyle bir şeydi işte. basan, koşan, saldıran, rakibini ısıran bir takım. dakikalar ilerleyip, gol gelmeyince belediye de oyuna yavaş yavaş dengeyi getirdi, webo'nun etkili oyunuyla da pozisyonlar buldu hücumda. 42. dakikada, sağ kanattan gelen ortada muslera'nın hatasıyla da golü bulup ve ilk yarıyı 1-0 önde kapattılar.

    devre arasında muslera'yı tribünlere çağırmak alkışlanacak cinstendi gerçekten. bu adam, bu takımın uzun yıllar kalesini koruyacak, yeni mondi'miz olacak. o kadar da net söylüyorum.

    bu arada, ilk yarıda, şans eseri futbolcu olan servet'in attığı bir pas var ki, muhtemelen ilk ve son defa attı öyle bir pası.

    ikinci yarıya, gökhan zan - yekta değişikliği ile başladı terim. sabri kendi mevkisi sağ beke, ujfa servet'in yanına, yekta da orta üçlünün yanına. devre arasında da bundan bahsetmiştim yanımdaki arkadaşıma. ilk yarının sonlarındaki o silik oyuna oranla daha derli toplu bir oyun vardı fakat yine ikinci yarının başında da fakat şu "topsuz alan" meselesi yok mu..

    bir tek, dün akşam sahanın en iyi 3 isminden biri, baros boş koşu yapıyordu hücumda. kazım, sahada yoktu zaten, tribündekiler veya devre arasında ısınan futbolcular daha çok yorulmuştur kazım'dan. gerçi kazım hep bu, kazım'a bel bağlayıp kuyuya inilmez.

    eboue ile kazım'dan hareketsiz bir futbol gelince, hücum anlamında çok silik bir görüntü ortaya çıktı. topu ileriye taşımasına taşıyoruz da, sonrası gelmiyor ki işte.

    maçın sonlarına doğru, başrölünde yine servet'in olduğu bir gol daha yedik, maçın en iyilerinden webo - müthiş bir transfer - attı golü. türkü söylüyordur belki içinden, belki de avrupa hayalleri kuruyordur. bilemem, hakkını yemeyeyim şimdi.

    hala daha, inatla serveeet, serveet diyenler var mesela..

    samsunspor maçında değişiklikler olacaktır, olmalı. mesela, stoperde bana kalsa hakan-ujfa çok daha etkili olur. sene başından beri dedim defansa takviye diye ama tutturuldu forvet de forvet diye.sağ bek sabri, önünde eboue. kazım, ilk 11 adamı olarak değil de, rotasyon adamı olarak kullanılmalı. eboue-sabri ikilisiyle sağ kanat işler, hem hücumsal, hem de defansif olarak.

    dün gördük ki terim bol bol mevki değiştirmesini istiyor takımından, kısaca, bol hareketlilik istiyor fakat maçın ilk dakikaları hariç yoktu bu olay. keza terim de maçtan sonraki açıklamasında maçın ilk dakikalarındaki futbolun, hep oynamak istedikleri futbol olduğunu söyledi. bir kaç haftaya maçın geneline yayılacaktır bu futbol. orta üçlüde yekta-selçuk-melo devam, sola riera gelir, ileride baros. benim ideal 11'im budur.

    dün galatasaray adına maçın 3 adamı vardı, baros, selçuk ve melo. selçuk skor 2-0 iken bile, son dakikalar olmasına rağmen tek başına didiniyordu resmen orta sahada. oyun sıkıştığında, kısa paslaşmalar yapmadan direk oyunu kanatlara yayma işini yapan bir orta sahayı özlediğimizi anladım dün selçuk ile. keza, melo gibi bir ön liberoyu da çok özlemişiz. tam bir lider. yalnız, tribünden görmedik, melo'nun yaptığı harekete kulüpten bir uyarı/ceza gelmeli. yoksa ardı arkası kesilmez bu hareketlerin.

    baros'un oyundan çıktıktan sonra direk soyunma odasına gitmesi pek iyi olmadı. her ne kadar oyundan çıkarılması saçma da olsa, protesto etmek yerine kulübeye gideydi iyiydi. daha sezonun yeni açılmış, boşu boşuna yaygara çıkarttırmaya gerek yok. fatih terim ile arası da baya soğuk gibi. yapmayın, etmeyin. baros can'dır.

    bu arada, baros'a sallamalar başlamış yine. bir iki cümleyle hatırlatayım isterseniz baros'u, trabzonspor deplasmanındaki tepkilere armasını öperek cevap veren, ayağında dikişle maça çıkan, tekmeye kafa uzatan, zaman geçmesin diye bayrak taşıyan, o iğrenç geçen sene çoğu maçta sahada tek başına savaşan adamdır baros!

    aklımda kalan bir kaç şey daha, kısa kısa;

    -boz baykuşlar'ın "1-2-3 şak şak şak istanbul istanbul, sesimiz duyulmuyor da" pankartı iyiydi.

    -zaman zaman, gözlerim arda'yı aramadı değil.. keza culio ile kewell gitmeyeydi.. keza neill-ujfa yan yana stoperde..

    -maçtan önce sercan'ın tribüne çağrılmasından sonra sercan'ın "bu forma kutsaldır nasip olmaz herkese" tezahüratına, "mesajı aldım" tarzı hareketi. keza oynadığı süre içerisinde de elinden geleni yapmaya çalıştı. --

    -maç bitmeden gidenler oldu yine her zamanki gibi, şampiyonluk maçında da böyle gidecekler mi merak etmiyor değilim. iyi gün taraftarları.

    -maçtan sonra tüm takımın tribüne çağrılıp alkışlanması ve muslera tezahüratı. bir alkış da bu olaya.

    -olimpiyat çıkışında, kapıların neredeyse tamamı yine kapalıydı. paslanmıştır belki de, ondan açamamışlardır bilemem.

    bu arada, olimpiyat'ta internet adam akıllı çekmediğinden devre arası için güzel bir eğlence önerim var, sahada ısınanların kim olduğunu tahmin edin yanınızdakiyle. doğru tahmin etmek o kadar da kolay değil.

    fatih terim yine olimpiyat stadından çekti çekeceğini. ziyani yok, kötü senaryolara da gerek yok. takım iyi yolda, bunu rahatlıkla söyleyebilirim.

    http://jaimelesport.blogspot.com/.../09/topsuz-alan.html
  • 211
    11 eylül 2011 istanbul bb spor galatasaray maçında yenilmiş olmamız dünyanın sonu değil ancak bazı oyuncuların mücadele yönünde eksik olduğunu hatta sahada yürüdüğünü görmek üzücüydü... ve bazı bölümler hariç çok durağandık... ancak takımımız bunu atlatacak güçte ve kapasitede... bir daha ki maç her şeyin daha farklı olmasını bekliyorum...
  • 213
    öncelikle özlemişiz. sonracığıma futbolu futbol olmaktan çıkarıp en büyük zevkimizin içine eden, bizler için "futbol=galatasaray" haline getiren herkesin de ağzından öpeyim. diğer takımlar ne yapmış ne etmiş bakmak hiç içimden gelmedi.

    gelelim bizim takıma. ibb maçında*alınan mağlubiyet beklediğimden daha faza reaksiyon aldı. daha önce de dillendirdim ama tekrarlamakta yarar görüyorum; geçen seneki galatasaray kadrosu "1" transfer sezonunda adam edilebilecek bir kadro değildi. defoların bir çoğunu örttük, yabancı kalitesini arttırdık ama yetmez. fatih hoca'nın geldiğinden beri istediği, hatta adını atak oyuncusu olarak koyduğu transfer gerçekleşmedi. yine "ortasahaya biri defansif biri ofansif 2 oyuncu istiyorum." daha ilk basın toplantısında kurduğu cümleydi. defans ağırlıklı olanı*transfer edilirken istediği hücumcu ortasaha gerçekleşmedi. yani terim'i eleştirirken bunları bir kenara koyalım. yönetimi terim'i tercih etmesinin bir numaralı nedeni de bu. gidecek futbolculardan sonra kalan sağları en iyi oynatabilecek adamın terim olması.

    ibb maçını ruhsuz ya da koşmadığımız için değil oynamaya çalıştığımız oyunun üzerimize tam olarak oturmadığı için yenildik. ibb futbol oynar gibi gözüküp aslında futbol oynamayan bir takım. en büyük silahları topun rakip takımda olması. kaptıkları topları çok hızlı kullanıyorlar ve hızlı forvet oyuncularıyla defansı dengesiz yakalayıp sonuca gidiyorlar. yoksa ben herkeste hakim olan ibb açık oynuyor, top oynamaya çalışıyor tezini kabul etmiyorum. diğer kapanan takımlardan farkı gole ulaşmak için bir planları var.

    her neyse bizim takıma tekrar dönelim. fatih terim'in oturtmaya çalıştığı bir düzen var. ister 4-3-3 deyin ister 4-1-4-1. en iyi savunma topun sizde kalmasıdır felsefesine binayen, terim'in daha önceki yıllarından aşina olduğumuz o saldırgan takım yerine daha kontrollü bir takım. terim bunu oturtabilirse ne ala. ancak benim ciddi çekincelerim var. eğer ortasahadaki üçlü melo-selçuk-sabri(yekta) ise kanat forvetlerinizin gol ortalaması yüksek olmalı. kazım'ın sezon boyu gol ortalaması 5 değil, aynı şekilde riera'nın da. ya da tam tersi forvette kazım-riera oynayacaksa orta üçlüden en az biri topu ileriye taşıyacak biri olmalı. selçuk topla ilerleyen değil topu koşturan biri. sabri'nin o ortasaha oyuncusu olmadığı çok açık. yekta da şimdilik bahsedildiği kadar üst seviyede değil. ha terim bu sistemi oturtursa sonuca gittiğmiz sürece sorun yok ama bu kadro ligi forse edecek bir kadrodan ziyade kontrollü oynayan bir turnuva takımı. hocanın elinde bir üst düzey hücumcu ortasaha olsaydı belki çok daha rahat hareket edebilecekti.

    bana göre kadromuz geçen sene trabzonspor'un kadrosuna benzer nitelikte. benzer bir dizilişe döneriz diye düşünüyorum. yani engin-colman-selçuk-burak-jaja-umut misali riera-melo-selçuk-kazım-elmander-baros.. jaja'nın rolünü elmander fazlasıyla yapar. hem hücumda baros'un yalnız adam olarak kalmamasını sağlayıp, ceza sahasında +1 olabildiği gibi, gerektiğinde top da tutarak bana göre en büyük sorunumuz olan hücumda çoğalamama hastalığına çare olabilir. riera ve kazım da ait olduğu yer olan ortasahanın kenarlarına geçerek topu ileri taşıma sorununu ve yaratıcı oyuncu eksikliğini giderebilirler. özellikle riera. selçuk da bu sayede en verimli olduğu bölgeye yani defansın önüne gelerek istediği gibi oyunu şekillendirebilecektir. zira servet'in oyunu kurması pek tercih edilen bir şey değil.

    son olarak özellikle ujfaluji ve melo'yu çok beğendiğimi ve eboue'nin de her sol açık oynayan sağ bek gibi yerini yadırgadığından hemen asılmaması gerektiğini söylerim. lig hayırlı ola, kazanan türk futbolu değil galatasaray olsun.
  • 215
    vala toz pembe değil, ama şok da değil. tahmin edilenler oldu aşağı yukarı, korkulan başa geldi. burada yapılacak analizler, yazılacak reçeteler pek bir sike derman olacak değil; çünkü kadro ya da dizilişten çok, sezon öncesi basın toplantısında da belirttikleri gibi, teknik heyetin ilk üç hafta alınacak seri galibiyetler ile takıma aşılamayı umduğu özgüvenin eksikliği galibiyete mani oldu denilebilir.

    muslera ile ilgili tufan kopmuş; başlığına bir delinin attığı taşı, kırk akılı çıkartmakla meşgul. oyunu düzgün takip edebildiği için, iyi yer tuttu ve bu sayede bütün şutlar üzerine geldi. eğer pozisyon bilgisi sayesinde rahatlıkla kontrol ettiği toplardan 1-2 tanesinde iki adım sola atarak jeneriklik plonjonlarla çıkartmış olsaydı; çoktan aklını almıştı sözlüğün şimdi. "daha kendini çok gösterecek, %100'lük goller çıkartacak, takımı sırtlayacak!" umutlarındaysanız, daha fazla sabretmenize gerek yok; kurtardığı 6 pozisyon da %100'lük gol pozisyonuydu zaten, zorlanmadığı için öyle görünmemiş olabilir. ne var ki, yaptığı hata da, hataydı yani arkadaş. topu elinden kaçırarak, adamlarını paylaşmayı becerememiş stoper ikilimizin hatasını da saklamış oldu; çok mülayim çocuk lan...

    bu maç gösterdi ki, tomas ujfalusi'nin yokluğunda stoperden kim oyun kuracak diye endişelenmemize gerek yok; zira fatih terim'in talimatları arasında, topu stoperden oyuna sokmak gibi bir görev yok. belki bu açıdan sorun değil, ama ujfalusi'nin yokluğunda, stoperler göbekten üzerlerine gelen rakibi karşılayamıyor. taktik defans denen de bir şey var arkadaş; ujfalusi'nin stoper partnerini toparlayıp idare etmesiyle de olsa, bunu bir şekilde uygulamak zorundayız.

    servet ve gökhan ikilisinin neden olmayacağına dair sabaha kadar da yazsam, söylediklerimin tek kelimesi teknik heyete ulaşmaz. ama vasat bir performans sergileyen sol bekin çağlar birinci, ilk yarı boyunca servet ve gökhan'ın maç boyunca toplamda girdiğinden daha fazla sayıda başarılı kademeye girmişse; kendi takımın, sana kendi yaptığın hatayı açıklıyordur. ujfalusi'nin taktik defans yapması, partnerini de yan toplarda kademeye girecek hale getiremez; yan toplarda adam paylaşımı maalesef defans oyuncusunun bireysel becerisine bağlı tamamen. ama göbekte yan toplarda rakipten önce kafa vurabilen en az bir tane adamın yoksa, zaten mağlubiyeti göze almış oluyorsun. zaten bu sebeple ikinci yarı, yan toplarda felipe melo ceza sahamızın içine girip, üçüncü stoper olarak markaja katıldı; kontratağa çıkarken topu ileriye hızlşı taşısın diye getirdiğimiz adam, işini gücünü bırakıp savunmada adam paylaşımıyla uğraşıyordu.

    şu rakibine bir bak arkadaş; bütün oyun planını, defansta hata ihtimalini sıfıra indirmek, hiç bir risk alamamak üstüne kurmuş. e peki sanıyor musun ki bu rakip bir puana razı? öyle olsa, transfer bütçesinin çoğunu neden hücum oyuncularına döksün, neden pierre webo gibi bir adamı getirsin parası neyse verip? defansta açığını yakaladıkları anda yazacaklar işte; ister kontratak futbolu de, ister beleşçilik. bu oyun sistemi, adamların gayet bilinçli bir şekilde çalışıp uyguladıkları bir plan. webo, ilk 15 dakika defansı tarttıktan sonra, ayağına topu alır almaz stoperlerin üstüne sürerek servet ve gökhan'ı rezil etti; buna bir önlem almak için devre arasını mı beklemek gerekiyordu?

    stoper ikilisi ile ilgili bu anlattıklarım, tespitten ibarettir; ujfalusi stoperde de başlasa, futbol bu, benzer bir yan toptan golü yiyip üç puanı olimpiyatta bırakabilirdik pekala.

    ujfalusi'nin sağ bekte takımın hücum gücüne sağlayacağı katkı, maçın skoru açısından bu kadar kritik olmamalı. senin bir hücum planın olur, göbekten yönlendirilen organize ataklar yaparsın; bekler de arada çıkar, atak tazeler, dönen toplarda ikinci ortayı açar, vs. ne kadar kaliteli bekleri olursa olsun; hiç bir takım gol için bek oyuncusunun ayağına bakmaz, 5-3-2 oynuyorsundur amenna. dolayısıyla; ujfalusi hücuma çıkacak diye, stoperi de milli takım komedisi servet-gökhan ikilisine emanet edip bırakamayız.

    sözlüğe şöyle bir göz gezdirdim; çok sayıda yazar, orta sahadaki etkisiz oyunun çözümünü, o lanet 10 numara tabir edilen futbolculardan bir tane transfer etmekte bulmuş. ülkede yoksulluk ve kaos artınca, panik halde bütün yetkiyi hitler'e seve seve devreden 1930'lar almanya'sı gibi... bir daha bu takımda, top rakipteyken oyunu durduğu yerden seyredip defansın topu geri alarak kendine iade etmesini bekleyen, savunmada takımı 10 kişi bırakan(bunlara bu yüzden "10 numara" diyo olmasınlar?!), takımın hücum alışkanlığını kendine bağımlı hale getiren ve bu şekilde senede 10 gol, 20 asistle oynayan, "yetenekli futbolcuyum olum ben; işiniz ne, taşıyacaksınız beni!" tafralarında "yıldız" futbolcu görmek nasip olmaz umarım.

    arkadaş; orta sahamızda selçuk inan diye, alnından öpülesi bir kardeşimiz var. bu adam, bir "orta saha oyuncusu" ! orta alanda rakiple boğuşup top kapma mücadelesi sürerken, bu adamın bir alex gibi, bir lincoln gibi rakip yarı alandaki boşluklara kaçıp orada top istemesini bekleyemezsin; o bir alex değil! topla oynamaya orta yuvarlaktan başlayacak, boğuşacak, topu ileriye kendi taşıyacak. ama rakibin en kalabalık olduğu mevki olan ön liberoyu da, tek başına çalımlarla geçerek ceza sahası ön çizgisine varamaz tabi ki; yanına ayağı düzgün biri gerekecek, onunla paslaşacak, öyle ilerleyecek. partneriyle birlikte orta sahadan ilerleyip ceza sahsına vardıktan sonra, artık seçluk ya da duruma göre partneri olan oyuncu, o noktada öldürücü pasla asistini de yapar, oyunu da yönlendirir, şutunu da çeker. selçuk'un "yanına(önüne değil!)" gereken bu ayağı düzgün, pas verebilen orta saha oyuncusunun sabri sarıoğlu olmadığını artık herkes biliyor. ikinci yarı yekta kurtuluş'un oyuna girişi, selçuk'un performansını olumlu etkiledi ama yekta'nın bireysel performansı hala yeterli değil. iyi sinyaller veriyor, haksızlık etmemek gerek; ayrıca zaten "kalır mıyım, gönderirler mi?" korkusuyla cebelleşirken, "hadi yekta, benim yanlış kadro tercihlerimle boka saran maçı çevir; kahraman ol!" diye aslanların önüne atılmışken ne kadar performans beklemek gerekir bilemiyorum. ama adam maç boyunca yaptığımız en net atağı da organize eden adam; oyuna pas hatasıyla başladı ama hemen çökmedi.

    bak; bu tespitler, dediğim gibi maç falan kazandırmaz. ama selçuk-sabri tercihi, onlardan bir derece farklı. selçuk'a hem pasla rakip orta sahasını göbekten delerek geçme görevini, hem de yanına paslaşsın diye sabri'yi verirsen; zaten selçuk'u etkisiz bir oyun oynamaya mahkum etmiş olursun. gerekli şartlar oluştuğunda, selçuk inan'ın oyunun sonucuna ne kadar büyük etkide bulunabilen bir oyuncu olduğunu hepimiz biliyoruz. ama trabzonspor'da takımı golleri, asistleri ve mücadelesi ile sırtlarken; yanında hem düzgün ayaklı, hem de onun gibi çalışkan bir partneri vardı hatırlarsanız: gustavo colman...

    büyükşehir belediyespor, dediğimiz gibi, savunmada hata riskini sıfıra indirme planıyla oynayan bir takım. bu takıma gol atmak için, onları bizim hataya zorlamamız gerekir ama hücum ve organizasyon gücümüzün %50'sini oluşturan orta sahamızı, yanlış oyuncu tercihleriyle etkisizliğe mahkum edersek; galibiyet şansımız zaten yok.

    daha önce galatasaray futbol takımı başlığında yazmıştım***; felipe melo, teknik olarak yeterli de olsa, mentalite olarak orta sahada selçuk inan'a partner olacak tipte bir futbolcu değil. bu maç bence bunu da gösterdi; eğer teknik yetseydi, melo ve selçuk belediye orta sahasını otobana çevirirdi. felipe melo, bir ön libero olarak atak tazeleme ve orta saha oyuncularını destekleme şeklindeki ofansif görevlerini gayet başarıyla yerine getiriyor(şutunu daha göremedik). korkum o ki, sezon içinde yekta kurtuluş selçuk inan'ın yanında dikiş tutturamazsa, kendisinden(melo'dan) selçuk'a partner yaratılmaya çalışılacak ve bu da form durumunu kötü etkileyecek. ulan hadi be yekta!

    ileri üçlü içler acısıydı...

    eboue'yi bir sol açık olarak beğenmedim. zaten içeri katetmek gibi işlerden, dar alanda futbol oynamaktan hiç hoşlanmıyor; kanat bekte ya da sağ açıkta(sağ forvette değil) yardırmayı seviyor. colin kazım'ın da, kendi mevkisinde oynamasına rağmen, açıklanamaz şekilde etkisiz olması; milan baros'u besleme işini tek başına eboue'nin omuzlarına yükledi. bu kazım maça fırtına gibi başladı, başladı; ilk yarım saat içinde etkili olmazsa, hiç düşünmeden al kenara. bir iki top kaptırdı mı, hemen morali bozuluyor. iki kanat adamı da etkili olamayınca, beklerden beklenen hücum desteği de alınamayınca, rakip stoperlerin arasında sağ ve sol forvetlerden pas beklemekle görevlendirilen milan baros, etkili olmadı... ya ne olacağıdı? iyi haber şu ki, eboue, sol bekte hiç sırıtmıyor. fundamental olarak çok sağlam bir futbolcu, markaj konusunda ters-düz kademe ayırt etmiyor ve iki ayağıyla da gayet rahat çalım atabiliyor. kendisini sol bekte değerlendirir, belediye maçının ikinci yarısında adam gibi futbol oynayan sabri'yi kendi pozisyonunda oynatır ve ujfalusi'ye de stoperden çıkma yasağı getirirsek; daha çok güven veren bir defansımız olur.

    yine de bize bu üç puanı kaybettiren; belli ki hasan şaş'ın sezon öncesinde belirtme ihtiyacı duyduğu özgüven aşılanması eksikliğiydi. takım, tüm panik haldeki görüntüsüne rağmen, şöyle-böyle binbir çabayla geliştirdiği ataklardan, hep son vuruşlardaki zamanlama hataları ya da bitirici pas tercihlerinde yapılan yanlışlardan dolayı golle buluşamadı. hepsi de panikten...

    kadro tercihlerinde yapılan hatalar düzeltilirse bile, ileriye dair sadece "umut" var. sahada işler planladığı gibi gitmediğinde, çözülmeden, oyun disiplininden kopmadan ve paniğe kapılmadan en fazla yarım saat dayanabiliyoruz; ki bu da bir fatih terim klasiğidir. gülü seven, dikenine katlanır diyelim...
  • 216
    sezonun ilk maçı dedik, özlediğimiz galatasaray'a koşarken şikeymiş, kirli futbolmuş, hepsini bir kenara koyduk. sezona galibiyetle başlamak en büyük temennisiydi tüm taraftarın fakat stat hoparlöründen ilk 11'imiz anons edilirken içimden bir ''hassiktirr'' çektiğimi belirtmeliyim. aklınyolu 1 demişler, maçın bitiminden itibaren söylenmesi gereken herşey defalarca kez söylendi; sabri ortada olmaz, eboue sol açık oynamaz, servet - gökhan ikilisi aynı anda sahaya koyulmaz diye. bu 3 tartışılmaz gerçekle ilgili fatih terim'in düşünce yapısını ciddi şekilde merak ediyorum, hocam büyüksün sen.

    öncelikle maç öncesine gidelim; stada ulaşmak tam bir ölüm. belediye maalesef çalışmıyor, ulaşım konusu ciddi bir problem fakat istanbul bb spor gibi taraftarı olmayan bir takım bu statta oynadığı için pek problem arzetmiyor büyük maçlar dışında. açıkçası dağ tepe aşıp, otlayan ineklerin içinden geçerken bir an ''milan - liverpool'' şampiyonlar ligi finali geldi aklıma. uefa böylesine büyük ve önemli bir organizasyonun finalini bu stada nasıl verdi yahu? 80 bin kişisinin maçtan sonra konakladıkları otellere dönüşte çektiği eziyet sırasında aklından geçirdikleri düşünceleri ciddi şekilde merak ediyorum. tribünler hakkında söyleyeceklerim ise güney kale arkasının full şekilde dolduğu olacaktır. bize ayrılan kapalı doğu tribünün ise sadece orta bölümünü doldurabildik. tahmin yeteneğimin iyi olduğunu belirterek söyleyebilirim ki 25 bin civarında bir taraftarımız vardı olimpiyat'ta.

    maça gelecek olursak; ujfalusi hazırlık maçlarında görev aldığı sağ bek mevkiisinde bir hayli dikkat çekici bir performans ortaya koymuştu. hücuma verdiği destek, kanattan bindirmeler tüm taraftarları kendisine hayran bırakmıştı. her fırsatta söylediğim üzere stoper bölgemizdeki zayıflığı gidermenin tek yolu olarak da ujfalusi'yi oraya çekmek olarak görüyorum. kaldı ki sağ bek oynayacak oyuncularımız sabri ve eboue varken ujfalusi'yi oraya çekip defansın göbeğini allah'a emanet etmek hiç mantıklı bir düşünce değil.

    maçta dikkat ettiğim ilk şey topu ileriye oynayacak oyuncumuzun olmaması. bunu deneyen gerçek bölgesinde olmayan eboue, selçuk ve melo sürekli ileri oynamaya çalışarak engellemeye çalışsa da pek fayda etmedi. topu ileriye taşıyamama sorunumuzu 20. dakikadan itibaren baros sezdi ki sol kanadın orta saha çizgisine gelip top almaya başladı, topu dribling halinde ileriye taşımaya gayret etti. gelin görün ki sözlük'te maçın en kötü oyuncusu olarak gösterilmeye engel olamadı bu çabası ve azmi. her iki yarıda da sağ kanadımız neredeyse hiç yoktu maç içerisinde, ilk yarıda eboue ve baros'un çabaları ile soldan; aynı şekilde ikinci yarıda sercan'ın oyuna girmesinin ardından yine aynı kanattan atak yapmaya çalıştık. kazım'ın bu kötü performansının da geçici olduğunu düşünelim ve önümüzdeki maçlarda daha istekli bir şekilde kendisini maça vermesini dileyelim.

    maçtan önce sözlükten bir arkadaşımla sezon öncesi genel değerlendirmede bulunmuştuk, adını vermeyeyim, yenilgisiz şampiyon olacağız iddiasında bulunmuştu.*. bu hayallerimiz ilk 90 dakika iler birlikte yerle yeksan oldu. lig uzun maraton, ilk 4'e girelim, playoff'ta umutlarımız devam etsin.*

    eşi benzeri olmayan ultraslan'a söyleyeceklerimi ise son paragrafa ayırdım (kıymetlerini bilsinler). maç öncesi güney kale arkası ile yaşadığı kopukluğa anlam verebilmiş değilim. başlangıç düdüğü ile birlikte kale arkası üçlüye başlarken, bizim olduğumuz tribünde bir aksaklık yaşandı. yeni bir tezahürat icat etmişler ayrıca, maçtan hemen önce kendi çaplarında söylediler, daha sonrasında ''hep beraber, şışışışı, hep beraber'' diyerekten bizleri de dahil etmeye çalışsalar da başarılı olamadılar. bir bok anlamamakla birlikte hiç beğenmedim, çok saçma olmuş. ayrıca yenilen ikinci gol sonrası içlerinden, sahaya su atmaya çalışanlar oldu. kimisi başarılı oldu, kimisi de mesafe uzak olduğundan attığı su ile birlikte doğu alt tribünde oturan insanların kafasını vurdu. içlerinden biri var ki babasının elinden tutup maça gelmiş küçük bir galatasaraylı. her ne kadar arka tarafa dönüp ''atmayıııınn'' diye serzenişte bulunsak da dinlemediler, inatla attılar, inatla alt tribündeki insanların kafalarına isabet ettirdiler. gerçekten hoş değil.

    lige kötü başlamış olsak da önemli olan iyi bitirmek. tek ihtiyacımız olan fatih terim'in kendisine macera aramaması. 18 eylül 2011 galatasaray samsunspor maçı ile birlikte sezonu gerçek anlamda açmak dileğiyle.
  • 218
    açıkçası sonucun beni şaşırtmadığı ve pek fazla üzmediği maçtır. son hazırlık maçlarımızda * zaten pek iyi sinyaller vermemiştik. buna neden olan en büyük etken tabiki arda turan'dı. 10'dan fazla transfer yapan baros dışında bütün yabancılarını yollayan bir takımın sezon başında takır takır top oynamasını da kimse beklemesin. ben şahsen rijkaard dönemindeki gibi önce havaya girip sonra tepetaklak olmamızdansa, yavaş yavaş yükselmemizi yeğelerim. asıl çok temiz bir futbolla çok net bir galibiyet alsaydık şüphelenirdim bu takımdan.
  • 222
    maç sonrası babamla yaptığım telefon görüşmesi:

    tsi 01:30
    -baba! ya bizim maç vardı noldu?
    +aloo? uşağum sen misin.. sorma yenildik ya..
    -(sessizlik) ama transferler? oynamadı mı şey eboue, kaleci falan?
    +kaleci hatali gol yedi, takım da çok kötüyidi, sen nasisin new york nasıl?
    -iyi :/
    +nuri abini buldun mi yardimci oldi mi saa?
    -oldu oldu. ya kaleci çok iyiydi nasıl hata yapar. çok umutluydum bu sene..
    +hiç sorma ya benum da moralum çok bozuk.. neyse uşağum sen gezmene bak, uçağa binmeden önce ara anan merak eder.
    -şeyy baba bu son kontörümdü yaa, skoru öğrenemedim burda, arıyayım dedim, uçağa şu şu saatte biniyorum, herkese selamlar, iyi gecelerr.. türkiye'de görüşürüz...

    ve new york gezisinin içine sıçılır, kafa skora takılır. teşekkürler ibb, milli takıma hoca vermekten başka ne halt yedin şu türk futbolunda çok merak ediyorum. lütfen küme düş, lütfen.
  • 223
    en yakın rakibe 9 puan fark atarak bitirdiğimiz normal sezonunun ilk maçı. hepimiz çok hevesliydik, heyecanlıydık. bir önceki sezon yaşananları unutmaya başlamıştık. oysa tam bir heveskıran olmuştu bu maç.

    maçtan sonra girdiğim (bkz: #761769) numaralı entry'nin ardından bana küfürlü mesaj bile gelmişti. "sizin gibi pollyannacılar yüzünden bu takım bu halde, ayhan'lara, sabri'lere, adnan polat'lara layıksınız siz bla bla bla" şeklindeydi. ben bu maçta izlediğim takımın sahada gerçek galatasaray gibi durduğunu daha ilk dakikadan sezmiştim. kaybedince benim de herkes gibi boynum bükülmüştü ama bir sene önceki takımla bu takım arasındaki farkı görmemek için de kör olmak lazımdı. üstelik eboue'nin sol forvette, gökhan, servet, çağlar gibi adamların savunmada oynadığı; uyumsuzluktan kaynaklı tonla bireysel hata yaptığımız bir maçtı bu.
App Store'dan indirin Google Play'den alın