yetenek= kabiliyet iki ucu boklu değnek.
yetenek= bir kimsenin bir şeyi anlama ya da yapabilme niteliği.
ne demek bu ?
masanın üzerindeki kalemi parmaklarımız ile tutarak, kalemliğe koymak eyleminden yola çıkalım. bunu yapabilmek için gerekli olan nitelikler;
1 adet beyin,1 adet kol, kola bağlı bir el ve ele bağlı parmaklar. beş tane olmasına da gerek yok. iki tane olsa da yetiyor. deneyin göreceksiniz.
yetenek, dünya üzerindeki en saçma terim kardeşim. hiç kusura bakma uzun uzun anlatıyorum hemen sana.
sana göre nedir yetenek ?
ronaldinho'nun bilek hareketleri mi ? bana göre fizyolojik bir özelliktir.
ronaldo'nun sol koridoru otoban yapması mı ? bana göre fizyolojik bir özelliktir.
pirlo'nun derin pasları sonucu santraforları kaleciyle karşı karşıya bırakması mı ? bana göre omuzlarının üzerinde taşıdığı beyni kullanması ve koordinasyon sahibi olmasıdır.(koordinasyon doğuştan gelen birşey değildir çalışarak olur)
altyapı başlığında gördüğüm bazı entrylerden sonra bu entry'i yazmaya karar verdim. yetenek diye birşey yoktur beyler. sizi kandırmışlar.
sabri, emre çolak'tan daha yetenekli olamaz. iki sporcu da hemen hemen aynı fizyolojik özelliklere sahip olduğundan veriyorum bu örneği. ikisi de tembel ve günü kurtarmaya çalışan insanlar olduklarından ikisi de dünya çapındaki muadillerine göre daha vasıfsız duruyorlar ve siz buna yeteneksiz diyorsunuz o kadar.
siyahi sporcular sprinter olarak beyaz sporculardan daha mı yetenekli ? nasıl ortaya koyuyorlar bu yeteneklerini ? beyazların yere basarken beş parmağı yere temas ediyor, ancak siyahların üç parmağı yere temas ediyor bla bla bla gibi bir açıklama yaparsanız bana kabul ederim yetenekli olduklarını.
boş boş atıp tutmaya niyetim yok. birşeyleri adam akıllı oturtalım.
matthew syed adında bir insan evladı, bounce
* adında bir kitap yazmış. selin kartal adlı bir başka insan evladı tarafından türkçeye çevrilmiş bu kitap ve bende okuma talihsizliğinde bulundum. kitap özet olarak, "yetenek diye birşey var mı ? yoksa yetenek dediğimiz şey aslında daha fazla çalışmak mıdır ?" sorusuna cevap veriyor. bunu yaparken bazı ünlü sporcu ve sanatçıların hayatlarından kesitler veriyor. hemen örneklere geçeyim.
10 şubat 1996
gary kasparov - deep blue
deep blue için;
http://tr.wikipedia.org/wiki/Deep_Bluebu müsabaka satranç masasında bir tanrı olarak kabul edilen
gary kasparov ile ibm tarafından tasarlanmış ve tek görevi satranç oynamak olan sıfır kilometre, henüz ilk defa kullanılacak bir makine arasında pensilvayna kongre merkezinde yapılmıştır. deep blue, dönemin oldukça yeni teknolojik gelişmesi olan internet ağı üzerinden satranç karşılaşmasının olduğu odada kurulmuş bilgisayar ile kilometrelerce uzakta yorktown heights, new york'ta bulunmaktaydı.
müsabaka medyanın abartmaları sonucunda "insanlığın geleceğinin bağlı olduğu bir mücadeleye" dahi dönüşmüştü.
sekiz gün boyunca oynanan altı oyundan sonra satranç tahtasının en yetenekli oyuncusu, ustası, tanrısı gary kasparov, deep blue'yu mat etmiş ve oyunu kazanmıştır.
* *soru şu. nasıl oluyorsa saniyede 3 hamleden fazlasını hesaplayamayan bir insan, hesaplama hızı on milyonlarla ölçülen bir makineyi alt edebiliyor ?
buradan hemen şuraya atlamam gerekiyor. emniyet amirleri, itfaiye şefleri, can kurtaran liderleri gibi riskli zamanlarda karar alma yetkisine sahip insanların fazla düşünme zamanları yoktur. onlar geçmiş tecrübelerinden yola çıkarak bazı çıkarımlarda bulunur ve risk durumunu kontrol altına almaya çalışırlar.
3 mayıs 1997
gary kasparov - deep blue (ii. müsabaka)
ilk müsabakadan 15 ay sonrasında düzenlenen ikinci müsabaka için ibm ödül olarak bir milyondan fazla para yatırmıştır. ödülün uçukluğu ve popülerliği ile müsabakaya olan ilgi ilk maçın daha da üstündedir. müsabaka new york yedinci cadde'deki equitable merkezi'nin 35. katında yapılmıştır.
bu müsabaka deep blue'nin galibiyetiyle sonuçlanmış ve dünya şampiyonu gary kasparov bir yenilgi, üç beraberlik ve iki galibiyet ile sinirli bir şekilde evine uğurlanmıştır. ayrıca müsabaka sonunda kasparov ibm'in hile yaptığına dair dayanağı olmayan açıklamalarda dahi bulunmuştur. kendisi çok iyi bir kaybeden değilmiş :)
peki bu 15 ayda deep blue'da ne değişmişti ki ustaların ustasını yenebildi ?
1- ibm, deep blue'nin işlemci hızını iki katı geliştirmişti.
2- en önemli yenilik ise, amerikan fizik derneği'nin ifade ettiğine göre; deep blue'nun genel satranç bilgisi ibm'in danışmanı ve uluslararası bir satranç üstadı olan joel benjamin tarafından geliştirilmişti. böylece deep blue son yüz yılda üstatların kullandığı açılış oyunları gibi hafızasında depolanmış olan büyük bilgi kaynağından yararlanabiliyordu. yani deep blue adeta 100 yaşı aşmış yaşayan bir satranç üstadının geçmişini hafızasında taşıyordu. bu da ona 100 yılı aşkın bir pratik yapmış olma etkisi kazandırdı.
maçın sonucunu basitleştirirsek kazanan, tecrübedir, yani antrenmandır.
peki serena ve venüs williams kardeşler ?
kesinlikle çok yetenekliler. ancak diğer sporculardan onları ayıran bir özellikleri var aslında. bakalım hemen :)
venüz ve serena williams kardeşlerin babası richard williams ve annesi oracene williams, kızları doğmadan iki sene önce bir tenis maçı galibinin "kırk bin dolarlık" bir çek aldığını televizyondan görüyor ve bundan çok etkileniyor. aile fakir bir aile ve yaşadıkları yer los angeles'in watts bölgesinde compton adında zorlu bir muhit. anne ve baba çocuklarını tenisçi yapabilmek için öncelikle kendileri tenis oynamayı öğreniyorlar. ardından koçluk yapabilmek için kütüphaneleri ve ünlü sporcuların koçlarını araştırıyorlar. venüs 4 yıl 6 ay 1 günlükken, serena 3 yaşındayken anne ve babalarıyla birlikte tenis eğitimine başlıyorlar. antrenmanlar genelde richard'ın filenin bir tarafında durup bir alışveriş arabasına doldurduğu 550 tenis topunu kızlara atmasından oluşuyor. antrenmanın bir parçası olarak beyzbol sopasıyla vuruş yaparak kolları acıyana kadar kukalara servis atmaya çalışırlardı. yazları sabah 8de başlayan antrenmanlar öğleden sonra saat 3e kadar devam ediyordu.
bunun sonucunda serena williams ilk turnuvasına 4,5 yaşındayken katılmıştır.kız kardeşler 12 yaşlarına geldiklerinde richard, rick macci adlı tenis koçunu kızlarıyla antrenmanlarını izlemesi için compton'a davet etmiştir.(u: rick macci; daha önce mary pierce ve jennifer capriati gibi yıldızlara koçluk yapmıştır.) antrenman sonrası rick kızların tekniğini ve atletik yapılarını beğenerek onları florida'daki akademisine davet etmiştir. ki o zamana kadar bu iki kardeş binlerce saat teniz üzerinde çalışmışlardı zaten.
başka örnekler lazım. sıkıldınız ula biliyorum. sabredin, yerleşik fikirleri yıkmak kolay değil :)
david beckham; küçükken doğu londradaki oyun parkına bir futbol topu götürür ve aynı noktaya bir saat boyunca sürekli şut çekermiş. babası azmi konusunda " bazen mahalledeki sahada yaşıyormuş gibi gözükürdü" diyor.
andre agassi; açık isimli otobiyografisinde " babam eğer hergün topa vurursam, her hafta on yedi bin beş yüz topa vurmuş olacağımı ve bir yılın sonunda ise neredeyse bir milyon topa vurmuş olacağımı söylerdi. o matematiğe inanırdı. sayılar derdi, yalan söylemez. yılda bir milyon vuruş yapan bir çocuk yenilmez olur." cümlesine yer veriyor. adam kendisi yazmış ben daha ne diyeyim :(
daha mozart, tiger woods gibi "yetenekli" insanlarında geçmişleri var ancak daha fazla sıkmamak için yazmıyorum. zaten buraya kadar sabretmiş arkadaşlar var ise merak edip sordukları takdirde kitabın basımevini vs. seve seve paylaşırım.
demem o ki beyler, yetenek diye bir şey yoktur. çalışmak, çalışmak, çalışmak. sabri çalışırsa olurdu, çalışmadı. çalışmak her zaman antrenman yapmak anlamında değildir. önemli olan birşey var ki yaptığın antrenman sayısından daha önemli olan birşey varsa o da yaptığın antrenmanın niteliğidir.
ayrıca kitap son olarak şunu söylüyor. bir konuda usta olabilmek için o konu üzerinde minimum 10.000 ( onbin) saat pratik yapmalısın. 10.000 saat pratik yaptığın konuda da bir zahmet usta ol be kardeşim.
çok uzun oldu, gaza geldim. gerçekten kusura bakmayın :)
bonus:
http://www.youtube.com/watch?v=NJarxpYyoFI