ağır bir obsesyon hastasının akıldışılığı, bir idolün mükemmelliği, yer yer ortalamanın üzerine çıkan bir idol-hayran iletişiminin heyecanıyla bezenmiş bir duygu sağanağı. bitmek bilmeyen bir ergenliğin şiddetli bir çığlığıydı başlarda. uzun yıllar içinde azami seviyeyi çoktan geçti. şimdilerde bir terapi, tedavi hatta bazı bazı hayat öpücüğü kıvamına gelmiş durumda. bolca iniş, çok az da çıkış dolu hayatımın aslında en parlak günlerini geçiriyor olsam da, son 2-3 senedir yüzümü güldürebilen tek şey bu hayranlık.
bir hayranlıktan bahsederken en çok idolü mü anlatmalı, hayranı mı, yoksa hayranlığın kendisini mi? açıkçası kestirmek zor. belki de hepsinden biraz bahsetmek en iyisi...
hayatta ilk defa "aşık" olduğumda ki bazı yörelerde tek gerçek aşkın ilk aşk olduğu söylenir,
2. fatih terim döneminin 2. sezonunun başlarıydı. işbu entry tarihi ile
igor tudor dönemini yaşıyoruz. kaba bir hesapla 14 sene geçmiş.
biz yeri geldi 14 sene bekledik diyor ya kimileri tribünde, tam olarak o kadar zaman işte. tamamı hayal kırıklıkları, kalp ağrıları, yalnızlık, üzüntü hatta dönem dönem farklı şiddette depresyonlarla geçmiş. daniel karamsar, duygusal falan diyorsunuz ya; öyle manyak bir karakter de bir günde evrimleşip bu hale gelmedi işte...
(bkz:
#1903691)
kaptanın hayatımıza girdiği dönemler işte bu hikayede spoilerimsinin üzerindeki paragrafta bir yerlerde. çok uzamış bir ergenliğin çığlığıydı başlarda dediğim gibi. gerçi o yıllar ilaveten bir de şuursuzluk vardı. daniel doğduktan sonra kafa olarak epey bir değiştim, net zaman vermek gerekirse
3. fatih terim döneminin başladığı dönemde ki o da aynı hikayede "son aşkım" diye başlayan kısım. bu iki kırılma artık olması gereken bir evrime tesadüfen mi denk gelmişti, yoksa yukarıdakinin şunu bir kurtarayım diyerek açtığı kapılar mıydı bilinmez... kafayı az biraz sıyırmış yarım raporlu bir deli de olsam o şuursuzluktan bugünkü halime gelmek ortalama bir hesapla 2 reform 1 de rönesans geçirmeye eşdeğer.
bir hayranın az biraz da olsa "akıl" çerçevesinde kalarak hayranlık konusunda ulaşabileceği en üst nokta özdeşleştirmektir. ağır bir obsesif olarak binlerce şey sayabilirim bu konuda. o istanbul'dan botaş'a geçerken ben de liseyi bitirip o dönem çok önemli bir başarı(!) olan öss'yi geçip izmir'e geçtim mesela. onun galatasaray'a transfer olduğu dönemde pek bir anım yok. dizini parçalayıp sakatlandığı dönemde ben de izmir günlerinin sonuna doğru gidiyordum. "bir ara basketbolu bıraktım" diye yıllar sonra anlattığı dönemde ben de 2 kere okulu bırakma noktasına gelmiştim. sakatlıklardan biraz yakasını sıyırıp londra olimpiyatlarında mücadele ettiği sezon akademik kariyerimin bütün not ortalamalarını paramparça etmiştim. 2 sene sonra yaklaşık 8 senelik uzun ve yorucu sürecin ardından diplomayı nihayet koparırken o da "kariyerimin başında tek bir şey dile deseniz bu anı dilerdim" dediği euroleague kupasını kaldırıyordu. ertesi sezon o kursk'a gideken ben de askere giriyordum... bu arada bir takım nörotoksik hadiseler oldu...
(bkz:
#1528112)
askerde bir takım hadiseler oldu bitti. askerden çıktıktan sonra tek yaptığım şey sabah uyanıp birşeyler atıştırdıktan sonra yatağa uzanıp bir noktaya saatlerce bomboş bakmaktı. bir süre sonra annemler kolumdan tutup doktora götürdüler. bir takım garip, acayip kafalara çıkaran ilaçlar verdi doktor. çalışmaya başladım bu arada, sırf çalışmak zorunda olduğum için kabul ettiğim, abuk sabuk ve getir götür yoğunluklu boktan bir işti. iş hayatının yoğunluğuna içtiğim ilaçlar da eklenince iyice tepkisiz ve umursamaz bir adam oldum. iş dışında takip ettiğim tek şey kadın basketbol takımımızın maçlarıydı. sezon sonuna doğru gözümü karartıp istanbul'a bir maçlığına da olsa gelmeye karar verdim. psikolojik durumdan dolayı rahatsız olur dediğim ailemin de onay vermesiyle yola düştüm...
(bkz:
#1940718)
istanbul sonrası ilk muayenede doktorun "ilaçları bitiriyoruz" lafı. kaptanın hayvan ve özelde köpek sevgisi malum. askerdeyken bölüğe getirilen ve günlerce kucağımızda uyutup pipetle süt falan verdiğimiz yavru köpekle iyice kökleşmişti bende. tam o dönemde "sen benim insanımsın" diye bir gün boyunca iş yerinde peşime dolanan
gofreti alıp eve getirdim. eskiden beri severdim, eziyet ettirmezdim falan ama onun aşırı hayvan sevgisi olmasa bir canı eve alıp beslemeye cesaret edemezdim. beni her gördüğünde yatağında uyuyor bile olsa kuyruğunu sallamasını, işten eve geldiğimde üzerime atlayışını, geç kaldığım zaman mutfak kapısının önünde ortalığı ayaklandırıp adeta beni sormasını falan dünyalara değişmem. en kötü iş gününün stresini ve yorgunluğunu bile 2-3 dakikada alabilen müthiş bir dost. sırf buna vesile olduğu için bile kaptana minnettarım aslında...
koskoca 14 senede hayatıma girmiş çıkmış insanların toplamından daha fazla sefer ve daha yüksek dozda mutlu edebilmiş, gülümsetebilmiş, huzurlu hissettirmiş bir güzel insan...
looking for eric filmini izleyenler bilir, az biraz o hesap işte... şu kalpsiz dünyadaki manasız koşuşturmama az da olsa bir anlam katabildiği için bile çok seviyorum...
---
içsel not ---
ha ben daniel değil de kendim olarak, kaptana değil de ışıl'a hayran mıyım?
onun için kaptanı değil de ışıl'ı tanımak lazım. çok farklı olduğunu düşündüğümden değil de, idolleştirirken unuttuğumuzun aksine o da bir insan olduğu için...
sonuçta o bir idol, ben de bir hayranım. gerisi ne onun mükellefiyeti, ne de benim haddime düşer...
şairin dediği gibi,
belki de en güzeli böyle....
---
içsel not ---