1
--- alıntı ---
kadınlar euroleague güncesi i: yakarız bu gezegeni
kimse kusuruma bakmasın, bu fenerbahçe'ye bir övgü yazısı olmayacak. yıllar önce, kdz. ereğli'nin bir futbol takımı vardı: erdemirspor. basketbol ve voleybol şubelerine para yatırmaya başlamadan önce, bir ara 2. ligde oynamış ama genellikle 3. kümede mücadele veren bir takımı vardı çileğin kırmızısını alan kulübü. o hafta rakip düzcespor'du. maça her zamankinden biraz geç gitmiştik. bir tuhaflık vardı; sonunda neler olup bittiğini anlamamız uzun sürmedi. ereğli'ye otobüs kaldıran düzcespor taraftarı(1 saat arası var) bizimkileri dövüp, küçücük bir tribüne tıkmıştı. pek sesleri solukları çıkamıyordu gariplerin çünkü o maça gelen düzcelilerin taraftarlık şekli, demokles'in kılıcı tarzındaydı. ben de düzceli gibi davranmaya başlamıştım mecburen, adamların şakası yoktu. derken bir ara ereğli ataklar yapmaya başlayınca, evsahipleri biraz hareketlenir gibi oldu. ne mümkün? anında taş ve sopalarla rakibi susturma hamlesi başarıyla sonuç verecekti. görünüşe göre o gün takımını destekleme hakkına sahip tek takım, düzce'ydi. olaylar büyüyünce maçtan kaçtık. fakat skoru almadan da olmazdı. ereğli'nin penaltı kaçırdığı maç, 0-0 bitti.
dünkü galatasaray-fenerbahçe maçında, o günkü hisleri hatırladım. galatasaray'ı artık uzaktan seven bir eski taraftar olarak bile, fenerbahçeli taraftarların yaptıklarına anlam veremiyorum. daha maçtan önce, ortamı koklama için dışarlarda gezerken belliydi oluşan hava. bir grup taraftar, gürültülü ve meşalelei biçimde salona geliyordu. kim bunlar dedim? "fenerbahçe, ne oldu, bir sorun mu var, bir garip sordun,ne oldu?" diye üzerime yürümeye kalkan alkollü bir taraftarı görünce içeri kaçtım hemen. derbi derbi kavga edecek halimiz yok. derken fenerliler salonu doldurdu. sayıca galatasaray'a göre üstündüler; holiganlık bakımından da. rakipten fazla bağırmayı, rakibe kendi sesini duyurtmamayı ilke edinmişlerdi. bununla kalmadılar tabi. maçın başlamasıyla beraber, fişekler havada uçuşmaya, kimi zaman sahaya, kimi zaman da, hemen yanımıza, önümüze düşmeye başlamıştı. mesela bir tanesi, yanımda oturan arkadaşım pınar'ın bacağında patladı ve alevi yerdeki konfetiye sıçradı. hepimizin can güvenliğini tehlikeye atmaya kimsenin hakkı yok. delikanlılığıyla övünen bu taraftar grubu, acaba zaten zor ayakta duran laptopa vermeye çok yaklaştığı zarar için tazminat öder miydi acaba?hiç sanmıyorum. basın tribünündeki yabancılara şöyle bir baktım: çoğu şoktaydı.arkama şöyle bir baktım: yok yere kendinden geçmiş insanlar vardı.
dünyada holiganizm olarak lanetlenen şey; aslında o kadar da içi boş bir şey değildir. o kadar insan, yok yere indirmiyordu camı çerçeveyi her halde. literatürde çoğu zaman, "ingiltere'nin 80'lerdeki neoliberal yaklaşımının baş aktörü başbakan margaret thatcher'ın 'akılcı' politikaları doğrultusunda işini kaybetmiş milyonlarca adamın için stadyumda olay çıkarmaktan başka kendini ifade şansı yoktu diye geçer. " katılıyorum. fakat bence holiganizmin de türleri var. bizdekini galiba yunanistan'dakiyle aynı kefede değerlendirmek lazım. iki taraftar topluluğu arasında, neredeyse hiçbir sosyo-ekonomik fark yokken ortaya çıkan bu tarifsiz nefret ne diye? bir de şu var: fenerbahçe taraftarı, bir önceki maça bunun dörtte biri kadarlık bir kadroyla gelmişti ve son derece efendi şekilde maçını izleyip takımını desteklemişti. yani vandallıkta seçicilik. sosyolojinin yetmediği yerde, psikolojinin de devreye girmesi lazım herhalde. bazı taraftarlar cidden kafayı yemişti çünkü. sahaya fişek atan bir adam için ne denebilir ki başka? tabi bir diğer soru da, o fişeklerin salona nasıl girdiği. sıradan, maçını izlemeye gelmiş kendi halinde bir taraftara, içerdeki fahiş fiyatlı sandviçlerden almaktan kaçındığı için, dışarıdaki simitlere ayırdığı ve ayakkabısının içinde sakladığı bozuk paraları bile çıkarttırıyorsa güvenlik, bu 'yabancı maddeler' buraya nasıl girer?
görüldüğü gibi maça başlayamıyorum çünkü hayatta maçtan önemli şeyler de var; insan hayatı mesela. örneğin fişekten korkan bir italyan berretta famila kulübü görevlisi, panik içinde tam yanında kabaran alevleri ayağıyla söndürmeye çalışırken onu izleyen fenerbahçeli kimi taraftarlar gülüyor:" bas, bas bir şey olmaz." diyorlardı. bu son anlattığım sözleri ben duymadım, bana ismail şenol aktardı. kimse şiddete alışkın olmak zorunda değil.
ilk çeyrekte bence maçın en belirleyici noktalarından biri yaşandı: bahar çağlar'ın 2 faulu 'şipşak' alıvermesi. schio maçında da böyle olunca koç hemen sulciuite'yi oyuna almıştı. bu kez bekledi ceyhun hoca. maçtan sonra sebebini sorduğumda, "bahar'a güveniyordum, savunma olarak ihtiyacımız vardı." dedi. ne var ki bahar, hemen akabinde üçüncü faulü de aldı. yani galiba kumar tutmadı.bundan sonra da zane tamane şov başladı. fenerbahçe'nin hücum üretme yollarını sayarsak, matovic-nevriye ikilisinin pota altındaki birbirlerini tamamlayıcı rolleriyle en güvenilir faktör olduklarını söylemeliyiz. bir diğer faktör, penny taylor, maça çok sıkı başlayamamıştı. tempo yükseldiğinde, takımı taşıyan angel da, dünkü durgunluğundan kurtulamamış gözüküyordu. işte bu anlarda tamane hem fast break attı, hem ribaunt çekti, hem de birbirinin kopyası bir sürü kolay basket bıraktı gs potasına. devre biterken 15'i görmüştü. yine de galatasaray, taurasi-prince-charles üçlüsünün 'aralarında hallettikleri' hücumla önde ve ayaktaydı. charles ve bahar dapota altında muazzam işler yaptılar.
taylor'un sakatlanması itici güç mü oldu bilinmez ama fenerbahçe ikinci yarıya çok hızlı girince ceyhun hoca mecbur molayı aldı. fakat kontrol edilemez bir süperstar olarak nitelenen diana taurasi, hırslandığı her hücum sonrası pozisyonları biraz fazla zorlayıp, rakibin fast breaklerini de yeniden hatırlamasını sağladı. mccoughtry de devreye burada girdi; ancak asıl darbeyi, alan savunmasına geçen rakibe karşı birsel'in üst üste gelen üç üçlüğü vurdu. penny'nin görevi, arkadaşları tarafından başarıyla tamamlanmıştı.
galatasaray'ın sorunu rotasyondaydı. bahar, neredeyse koca bir ikinci devreyi 4 faulle oynamak zorunda kaldı. charles, muazzam çaba sarf ettiği için schio maçında olduğu gibi, çok yoruldu ve maç sonu sıçrayamaz duruma geldi. penicheiro, fazla etkin roller üstlenip inisiyatif alacak yer bulamadı çünkü gs hücumlarının kontrolü prince ve taurasi'deydi. onlar da sonlara doğru panik yapıp sürekli dışardan şanslarını deneyince, galatasaray için yenilgi kaçınılmaz oldu. girmeyen her top, potansiyel bir fb hızlı hücumuydu çünkü. belki böyle durumlarda prince-taurasi ikilisini beraber oynatmak fazlaca lüks kaçıyor; iki oyuncu da kazanmak için saldırıyor ama burada olan, hücum organizasyonuna oluyor. schio'nun alan savunmasının ne kadar tuttuğunu gören george dikeoulakos, savunmada zorlandığı anlarda neye başvuracağını iyi biliyordu. özetle, ligde de benzer şekilde ortaya çıkan sonuç, maçın beklenen neticesiydi bana göre. galatasaray için burada sezon başı defterlerini tekrardan açıp, fowles'u dışarıda bırakmak tercihini galiba bir kez daha düşünmek gerekiyor galiba. bu, söylenecekler arasında en kolayı ama tamamen de anlamsız değil.
1 mayıs'tan sonra elde kalan biber gazlarını ziyan olmasın diye bol keseden dağıtan polis misali, fenerbahçe taraftarı da zuladaki fişekleri kutlama niyetine devreye soktu. benim anlamadığım, belli bölümlerde maçın niye durmadığıydı. fiba euroleague'in ağır abilerinden jeff taylor'un görüşü:"çok yaklaşıldı." oldu. işte ben de bu kadar yaklaşılmışken, neden hiçbir şey yapılmadığını merak ediyordum. patlamadan çıkan ses, bizler için olduğu kadar, oyuncular için de çok dikkat dağıtıcıydı çünkü. elbette fiba için güzel bir gündü; en nihayetinde izleyici rekoru kırılmıştı. yani galatasaray-fenerbahçe rekabetinin pasta payı bereketliydi.
fenerbahçe, kendisini efendi efendi destekleyen taraftarıyla euroleague şampiyonuluğuna hiç yaklaşmadığı kadar yakın bana kalırsa. ne var ki işi vandallık noktasına vardıranlar, kendi takımının oyununu da baltalamakta. yakarız bu gezegeni mantalitesinin kimseye bir faydası yok.
--- alıntı ---
http://kriketsever.blogspot.com blog yazarı
http://twitter.com/#!/uygarkaraca
kadınlar euroleague güncesi i: yakarız bu gezegeni
kimse kusuruma bakmasın, bu fenerbahçe'ye bir övgü yazısı olmayacak. yıllar önce, kdz. ereğli'nin bir futbol takımı vardı: erdemirspor. basketbol ve voleybol şubelerine para yatırmaya başlamadan önce, bir ara 2. ligde oynamış ama genellikle 3. kümede mücadele veren bir takımı vardı çileğin kırmızısını alan kulübü. o hafta rakip düzcespor'du. maça her zamankinden biraz geç gitmiştik. bir tuhaflık vardı; sonunda neler olup bittiğini anlamamız uzun sürmedi. ereğli'ye otobüs kaldıran düzcespor taraftarı(1 saat arası var) bizimkileri dövüp, küçücük bir tribüne tıkmıştı. pek sesleri solukları çıkamıyordu gariplerin çünkü o maça gelen düzcelilerin taraftarlık şekli, demokles'in kılıcı tarzındaydı. ben de düzceli gibi davranmaya başlamıştım mecburen, adamların şakası yoktu. derken bir ara ereğli ataklar yapmaya başlayınca, evsahipleri biraz hareketlenir gibi oldu. ne mümkün? anında taş ve sopalarla rakibi susturma hamlesi başarıyla sonuç verecekti. görünüşe göre o gün takımını destekleme hakkına sahip tek takım, düzce'ydi. olaylar büyüyünce maçtan kaçtık. fakat skoru almadan da olmazdı. ereğli'nin penaltı kaçırdığı maç, 0-0 bitti.
dünkü galatasaray-fenerbahçe maçında, o günkü hisleri hatırladım. galatasaray'ı artık uzaktan seven bir eski taraftar olarak bile, fenerbahçeli taraftarların yaptıklarına anlam veremiyorum. daha maçtan önce, ortamı koklama için dışarlarda gezerken belliydi oluşan hava. bir grup taraftar, gürültülü ve meşalelei biçimde salona geliyordu. kim bunlar dedim? "fenerbahçe, ne oldu, bir sorun mu var, bir garip sordun,ne oldu?" diye üzerime yürümeye kalkan alkollü bir taraftarı görünce içeri kaçtım hemen. derbi derbi kavga edecek halimiz yok. derken fenerliler salonu doldurdu. sayıca galatasaray'a göre üstündüler; holiganlık bakımından da. rakipten fazla bağırmayı, rakibe kendi sesini duyurtmamayı ilke edinmişlerdi. bununla kalmadılar tabi. maçın başlamasıyla beraber, fişekler havada uçuşmaya, kimi zaman sahaya, kimi zaman da, hemen yanımıza, önümüze düşmeye başlamıştı. mesela bir tanesi, yanımda oturan arkadaşım pınar'ın bacağında patladı ve alevi yerdeki konfetiye sıçradı. hepimizin can güvenliğini tehlikeye atmaya kimsenin hakkı yok. delikanlılığıyla övünen bu taraftar grubu, acaba zaten zor ayakta duran laptopa vermeye çok yaklaştığı zarar için tazminat öder miydi acaba?hiç sanmıyorum. basın tribünündeki yabancılara şöyle bir baktım: çoğu şoktaydı.arkama şöyle bir baktım: yok yere kendinden geçmiş insanlar vardı.
dünyada holiganizm olarak lanetlenen şey; aslında o kadar da içi boş bir şey değildir. o kadar insan, yok yere indirmiyordu camı çerçeveyi her halde. literatürde çoğu zaman, "ingiltere'nin 80'lerdeki neoliberal yaklaşımının baş aktörü başbakan margaret thatcher'ın 'akılcı' politikaları doğrultusunda işini kaybetmiş milyonlarca adamın için stadyumda olay çıkarmaktan başka kendini ifade şansı yoktu diye geçer. " katılıyorum. fakat bence holiganizmin de türleri var. bizdekini galiba yunanistan'dakiyle aynı kefede değerlendirmek lazım. iki taraftar topluluğu arasında, neredeyse hiçbir sosyo-ekonomik fark yokken ortaya çıkan bu tarifsiz nefret ne diye? bir de şu var: fenerbahçe taraftarı, bir önceki maça bunun dörtte biri kadarlık bir kadroyla gelmişti ve son derece efendi şekilde maçını izleyip takımını desteklemişti. yani vandallıkta seçicilik. sosyolojinin yetmediği yerde, psikolojinin de devreye girmesi lazım herhalde. bazı taraftarlar cidden kafayı yemişti çünkü. sahaya fişek atan bir adam için ne denebilir ki başka? tabi bir diğer soru da, o fişeklerin salona nasıl girdiği. sıradan, maçını izlemeye gelmiş kendi halinde bir taraftara, içerdeki fahiş fiyatlı sandviçlerden almaktan kaçındığı için, dışarıdaki simitlere ayırdığı ve ayakkabısının içinde sakladığı bozuk paraları bile çıkarttırıyorsa güvenlik, bu 'yabancı maddeler' buraya nasıl girer?
görüldüğü gibi maça başlayamıyorum çünkü hayatta maçtan önemli şeyler de var; insan hayatı mesela. örneğin fişekten korkan bir italyan berretta famila kulübü görevlisi, panik içinde tam yanında kabaran alevleri ayağıyla söndürmeye çalışırken onu izleyen fenerbahçeli kimi taraftarlar gülüyor:" bas, bas bir şey olmaz." diyorlardı. bu son anlattığım sözleri ben duymadım, bana ismail şenol aktardı. kimse şiddete alışkın olmak zorunda değil.
ilk çeyrekte bence maçın en belirleyici noktalarından biri yaşandı: bahar çağlar'ın 2 faulu 'şipşak' alıvermesi. schio maçında da böyle olunca koç hemen sulciuite'yi oyuna almıştı. bu kez bekledi ceyhun hoca. maçtan sonra sebebini sorduğumda, "bahar'a güveniyordum, savunma olarak ihtiyacımız vardı." dedi. ne var ki bahar, hemen akabinde üçüncü faulü de aldı. yani galiba kumar tutmadı.bundan sonra da zane tamane şov başladı. fenerbahçe'nin hücum üretme yollarını sayarsak, matovic-nevriye ikilisinin pota altındaki birbirlerini tamamlayıcı rolleriyle en güvenilir faktör olduklarını söylemeliyiz. bir diğer faktör, penny taylor, maça çok sıkı başlayamamıştı. tempo yükseldiğinde, takımı taşıyan angel da, dünkü durgunluğundan kurtulamamış gözüküyordu. işte bu anlarda tamane hem fast break attı, hem ribaunt çekti, hem de birbirinin kopyası bir sürü kolay basket bıraktı gs potasına. devre biterken 15'i görmüştü. yine de galatasaray, taurasi-prince-charles üçlüsünün 'aralarında hallettikleri' hücumla önde ve ayaktaydı. charles ve bahar dapota altında muazzam işler yaptılar.
taylor'un sakatlanması itici güç mü oldu bilinmez ama fenerbahçe ikinci yarıya çok hızlı girince ceyhun hoca mecbur molayı aldı. fakat kontrol edilemez bir süperstar olarak nitelenen diana taurasi, hırslandığı her hücum sonrası pozisyonları biraz fazla zorlayıp, rakibin fast breaklerini de yeniden hatırlamasını sağladı. mccoughtry de devreye burada girdi; ancak asıl darbeyi, alan savunmasına geçen rakibe karşı birsel'in üst üste gelen üç üçlüğü vurdu. penny'nin görevi, arkadaşları tarafından başarıyla tamamlanmıştı.
galatasaray'ın sorunu rotasyondaydı. bahar, neredeyse koca bir ikinci devreyi 4 faulle oynamak zorunda kaldı. charles, muazzam çaba sarf ettiği için schio maçında olduğu gibi, çok yoruldu ve maç sonu sıçrayamaz duruma geldi. penicheiro, fazla etkin roller üstlenip inisiyatif alacak yer bulamadı çünkü gs hücumlarının kontrolü prince ve taurasi'deydi. onlar da sonlara doğru panik yapıp sürekli dışardan şanslarını deneyince, galatasaray için yenilgi kaçınılmaz oldu. girmeyen her top, potansiyel bir fb hızlı hücumuydu çünkü. belki böyle durumlarda prince-taurasi ikilisini beraber oynatmak fazlaca lüks kaçıyor; iki oyuncu da kazanmak için saldırıyor ama burada olan, hücum organizasyonuna oluyor. schio'nun alan savunmasının ne kadar tuttuğunu gören george dikeoulakos, savunmada zorlandığı anlarda neye başvuracağını iyi biliyordu. özetle, ligde de benzer şekilde ortaya çıkan sonuç, maçın beklenen neticesiydi bana göre. galatasaray için burada sezon başı defterlerini tekrardan açıp, fowles'u dışarıda bırakmak tercihini galiba bir kez daha düşünmek gerekiyor galiba. bu, söylenecekler arasında en kolayı ama tamamen de anlamsız değil.
1 mayıs'tan sonra elde kalan biber gazlarını ziyan olmasın diye bol keseden dağıtan polis misali, fenerbahçe taraftarı da zuladaki fişekleri kutlama niyetine devreye soktu. benim anlamadığım, belli bölümlerde maçın niye durmadığıydı. fiba euroleague'in ağır abilerinden jeff taylor'un görüşü:"çok yaklaşıldı." oldu. işte ben de bu kadar yaklaşılmışken, neden hiçbir şey yapılmadığını merak ediyordum. patlamadan çıkan ses, bizler için olduğu kadar, oyuncular için de çok dikkat dağıtıcıydı çünkü. elbette fiba için güzel bir gündü; en nihayetinde izleyici rekoru kırılmıştı. yani galatasaray-fenerbahçe rekabetinin pasta payı bereketliydi.
fenerbahçe, kendisini efendi efendi destekleyen taraftarıyla euroleague şampiyonuluğuna hiç yaklaşmadığı kadar yakın bana kalırsa. ne var ki işi vandallık noktasına vardıranlar, kendi takımının oyununu da baltalamakta. yakarız bu gezegeni mantalitesinin kimseye bir faydası yok.
--- alıntı ---
http://kriketsever.blogspot.com blog yazarı
http://twitter.com/#!/uygarkaraca