yeniliğe, değişime karşı olan, kaşarlaşmış tutkusu olan türk spor basını avrupa ile olan makasın açılmasının baş aktörlerinden birisidir. 15-16 sene öncesine gidelim. 2002-2003 sezonu gençlerbirliği ile başarılı bir sezon geçiren
ersun yanal ligi 3. bitirmişti. 2003-2004 sezonunda ise uefa kupasında blackburn rovers, parma, sporting lizborn gibi takımları elemiş, içeride 1-0 yendiği valencia'ya deplasmanda uzatmalarda gümüş gol yiyerek 2-0 yenilmiş, 2-0 yenik duruma düştükten sonra da skoko ile gole çok yaklaşmış ve çeyrek finalin kapısından dönmüştü.
2003-2004 sezonundan sonra 2 senedir gençlerbirliği ile güzel sezonlar geçiren o genç ersun yanal a milli takımın başına geldi. milli takımın başına geçirildikten sonra ağızlardan düşmeyen tek bir şey vardı; ''bilgisayar''. ersun yanal bilgisayar kullanıyor, oyuncuların performans verilerini bilgisayara işliyormuş. ersun yanal menajerlik oyunu oynuyormuş. o günlerde avrupalı da bilgisayarı futbolun içine yeni yeni dahil etmeye başlamıştı. ancak bizim türk spor basınımızda ersun yanal'ın teknolojiden yararlanması bir ayıp, gibi bir günah gibi lanse ediliyordu. hele bir de a milli takım maç kaybettiyse bazı kaşar yorumcularımızın dilinden bilgisayar lafı düşmüyor, adamın teknoloji kullanması ile alay edilip, bu işler bilgisayarla olmaz, burası survivor beyler burada her şey gerçek misali bilge laflar ediyorlardı. sonuç olarak osmanlı döneminde matbaanın gördüğü muameleyi türk spor basınında da ersun yanal'ın teknoloji kullanması görüyordu. o aynı gerici kafa yine hortlamıştı. osmanlı matbaayı yasaklayarak nasıl dünyanın gerisinde kaldıysa biz de teknoloji kullanımını ayıplayarak avrupa futbolunun gerisinde kaldık.
burada mevzu ersun yanal'ın iyi ya da kötü teknik direktör olması değil. teşvik primi dağıtmış bir adam zaten kendisi. burada asıl mevzu bizim spor basınımızın teknolojiye, yeniliğe olan bakış açısıydı. yenilikle alay ettiler, hor gördüler. bir şekilde önünü kapattılar. bu durum teknolojiden yararlanmayı düşünen bir çok genç antrenörün şevkini kırmıştı. o işlerden ben anlamam ama geçmek de lazım gibi düşünen kaşar teknik direktörlere ise bildikleri yoldan gitmeleri konusunda cesaret vermişti.
sonuç olarak basınımızın müthiş yaklaşımı sayesinde teknoloji bir kusur oldu. meydan rakipleriyle halı saha maçı gibi maç oynayan, büyük takımlardan biriyle oynarken tamamen rakibi bozmaya, sakatlamaya, oynatmamaya, süreden çalmaya oynatan o anlayışa kaldı. o teknik direktörler her zaman prim yaptı basında. ve gelinen noktada avrupalı teknolojiyi futbolun içine öyle bir entegre etti ki makası açtıksa açtı. biz ise yıllar önceki noktadayız ve adamların temposuna ayak uyduramıyoruz.
bugün en basiti sözlükte bile
abdullah avcının ağzından maç sonu
topu geri kazanma süresi gibi bir laf çıkınca alay ediliyor. oysa
pep guardiola barcelona ile
tiki takaya altın çağını yaşatırken başarısının en büyük sırrı topu 6 saniyeden kısa sürede geri kazanmasıydı. ligimizde kendi oyununu oynamaya çalışmak yerine rakibi kilitleyecek, oyunu soğutacak, sürekli hakemi aldatmaya yönelik hareketler yapılarak oyun durdurulduğu sürece de bizim takımlarımız avrupa kupası maçlarında o tempoya ayak uyduramayacaklar. evet makas açık ama sadece maddi olarak değil. zihniyet yüzünden oyun olarak da açık ve aslında teknolojiyi ayıpladığımız, anti futbol zihniyetine itibar gösterdiğimiz gün belli olmuştu bu makasın bu kadar açılacağı.
bana bu konuda hakemleri suçlamak biraz ucuz geliyor. evet hakemlerimiz de iyi değiller ama tek derdi rakibi kilitlemek, oyunu oynatmamak, zamandan çalmak, her ikili mücadelede faul almak için bağırarak kendilerini yere bırakan oyuncuların oynadığı bir futbolun temposuna bir hakem ne kadar pozitif katkı yapabilir ki?