• 26
    20 kasım 2016 fenerbahçe galatasaray maçından bir gün sonra eşimin ameliyatı vardı.
    biz maçtan bir saat önce hastaneye gitmiş, yatışımızı yapmıştık.
    eşimin endişesi, benim onu sakinleştirme çabam yüzünden maç aklımdan çıkıp gitmişti.
    skoru sonradan öğrenmiştim.
    o gün bugündür taraftar olmaya daha başka bakmaya başladım.
    yine üzülüyorum, kızıyorum ama bu en fazla 30 dakika sürüyor.
    maça gitmek artık benim için güzel bir aktivite oldu.
    sinir ve stres eskisi kadar yok.
    takım 13. durumdayken de aynı motivasyonla gidiyordum.
    şampiyon olmak, kazanmak güzel tabii ama kaybetmeyi de bilmek gerekiyor.
    hayatta kaybettiğimiz tek şey bir maçın sonucu veya kupa olsun.
    allah başka dert vermesin kimseye…
  • 8
    1-2 gündür okuduğum entryler yüzünden, açıklamasını yapmaya niyetlendim kendimce.
    kökeni taraf olmaktır...

    çoğumuz, ilk olarak kaç yaşlarında bu renklere gönül verdiğini hatırlamaz.
    biri, yeni alınan ve ilk forma özelliğini taşıyan parçalıya aşık olmuştur;
    bir diğeri ise sarı kırmızı renkli deri futbol topuna...

    önemli olan, o renklere ait hissedebilmektir.

    babam, 52 yaşında.
    çocukluğundan itibaren de fenerbehçeliymiş.
    gün gelmiş, 30lu yaşlarında heyecanını kaybetmiş,
    "gereksiz" diye nitelemiş,
    takım tutmayı bırakmış.

    fenerbahçe'yi tutmasındansa, taraf olmamasını desteklemek gerekir insanların,
    o yönden örnek bir davranıştır peder beyin hareketi...

    ancak, ben ve benim birader,
    her nasıl olmuş da galatasaraylı olmuşsak,
    babam da o gün bugündür bizim camiadan sayılır.

    ömründe gitmediği fener maçına,
    beni mutlu etmek için götürdüğü galatasaray maçlarında gitmiştir.

    taraf olan oğlunun,
    tarafını tutmuştur.

    gelelim kendimize,
    biz manyak, psikopat, cebimizdeki üç kuruşu takımımız yoluna harcayan gönlü bol adamlara...

    ben de biliyorum, takım tutmanın bana maddi olarak gelir getirmeyeceğini,
    ya da çok sevdiğim fenerbahçeli arkadaşımı, bir futbol maçı nedeniyle kırmamam gerektiğini,
    tesislerden topçuları uğurlarken, aslında o milyon euroluk adamların beni pek sallamayacaklarını...

    ama ben bilmiyordum,
    jardel topa dokunup da real madrid'i yıktığımızda,
    daha el kadar çocuk iken,
    ailem haricinde başka bir kavram için göz yaşı dökeceğimi...

    ya da bilmiyordum,
    ilk defa stadyumda maç izlerken,
    hagi'nin denizlispor ağlarına frikikten attığı gol sonrası,
    deli gibi bağırıp da, denizli tribünlerinden "çocuktur, ellemeyin" tepkisi alacağımı...

    ya da öğrenmeliydim,
    zamanında kahraman diye sevdiklerimin,
    günü gelip üç kuruş para için saçma sapan yollara gideceklerini...

    fazla edebi oldu, toparlıyorum.

    cebinde 100 lirası olup da,
    kendisine fayda sağlamayacak olan bir spor dalı karşılaşmasına 100 lira basanlardan biriyim ben.

    ben de biliyorum,
    bana bu durumun hiçbir getirisi olmayacağını.

    ama her şey de getiri götürü değil kardeşim.

    teka'nın bir ankastre markası olduğunu değil,
    kaybeden dünya devinin beyaz formasının göğsünde duran ilginç bir logo olduğunu bilen bir nesiliz biz.

    saçma sapan bir telefon melodisini,
    ya da aygaz arabasının geri geri gelirken mahallede çıkardığı sesi duyduğumuzda,
    aklımıza popescu'nun penaltısı gelir örneğin...

    kolumuz çıksa yerinden,
    omuzdan hem de,
    bülent gelir gözümüzün önüne,
    düzeliriz hemen, sakinleşiriz...

    biz, bu renklere aitiz...
    başkası da, farklı renklere...

    ama şunu düşünüyorum;
    hayatımdan galatasaray'ı çıkarsam,
    tribünü, bayrakları, formaları,
    atkı koleksiyonumu,
    armalı bardaklarımı, kartlarımı, kıyafetlerimi...

    çok boş geliyor gerisi...

    çünkü,

    kız arkadaşın terk eder,
    annen ya da baban sana kızar, küser,
    çok yakın arkadaşın belki seni çok üzer...

    ama takım orda,
    yerinde...

    bir sonraki maçta, yine aynı heyecanı yaşatacaksa sana,
    sakın ondan vazgeçme...
  • 7
    turkiye'deki hali hayatin diger butun noktalarinda oldugu gibi cok farklidir. oncelikle ulkede takip edilen tek spor futbol desek yanlis olmaz. futbola en yakin ilgi toplayan spor basketbol olsa da, ancak derbiler ve avrupa maclari ilgi gormekte. nitekim 3 buyukler bile basketbol sezonun geri kalan bir cok macinda bos tribunlere oynar. bu nedenle futbol taraftarini merkeze alarak genelleme yapmakta bir sakinca gormuyorum.

    kuluplerin yonetim tarzi ve yapilanmasindan dogan bir takim ufak farkliliklar olsa da, genel anlamda ulkenin taraftarlarinin yasanan durumlara gosterdigi reaksiyon asagi yukari aynidir. sadece bazi kulupler basariyi fazlaca yakaladigi icin, basarisizligi kabullenemeyen taraftar profili ortaya cikmakta. tabi bu durum yine turkiye'de boyle. baska ulkelerde basari kazanildikca basarisizlik icin kredi olma ozelligi tasir. yani belirli bir egitim ve kulture sahip insanlar, gonul verdikleri spor kulubunun bir ya da daha fazla basarilarla gecen senesinden sonra yasadiklari bos sezonu cok da kafaya takmazlar. herseyden once sportif rekabetin eglence dunyasina ait oldugunu bilmeleri, elestiriden bile keyif cikarmalarina sebep olur. gelismis ulkelerde insanlar hayatlarina bir cok farkli hayat mesgalesi sokabildiklerinden dolayi, yasamlarinin merkezinde bir spor kulubunun kazandigi maclar ya da kupalar olmaz.
    iste tam bu noktada buyuk yanilgi baslar turkiye'deki taraftar olarak aidiyet yasayanlarda. kendilerini kuluplerini cani gibi seven insanlar olarak nitelendiren turkiye'deki taraftarlar, isler yolunda gitmeyince gosterdikleri reaksiyonla aslinda nasil bir celiski icinde olduklarini gostermektedirler. oysa burun kivirdiklari yurt disindaki taraftarlar, isler kotu giderken cok daha sahiplenici bir durus gosterebilmektedirler. her ne kadar italya ve ispanya akdeniz ulkesi olmalarindan dolayi ulkemizdeki taraftarlik anlayisiyla paralellik gosterse de, bizdeki olaylarin ancak kucuk birer ornegi olarak kalmaktadir yaptiklari. ornek olarak; ac milan seria a'da 2 sene sampiyon olup sampiyonlar liginde de bir ceyrek final ve bir 2. tur oynadiktan sonra, 3. senede sampiyonluktan uzaklasinca ac milan taraftari futbolcusunun aleyhinde bagirip, yonetimi ve hocasini istifaya cagirmaz. bir ornegi oldugunu sahsen gormedim.

    ulkemizdeki taraftar karakteristigine bakilacak olursa; galatasaray ve fenerbahce'nin basarisizliga verdigi tepkinin asirilik derecesinde cok benzer oldugunu gormekteyiz. entry'nin basinda dedigim gibi besiktas dahil olmak uzere diger kulupler basarisizligi icsellestirmis olduklarindan, seslerini cikarmak onlar icin yorucu ve uzun bir maraton olacagindan dolayi sessiz kalmayi yegliyorlar. oysa ust uste basarisizlik yasamak esas tepki gosterilecek durumken, alistirdiklari duzene ayak uydurmak, mahkum edildikleri kafeste "karşı" edebiyati yapmak onlar icin daha makul olmakta.

    diger taraftan tiraj ve kamuoyu baskisi sebebiyle galatasaray ve fenerbahce surekli tepede bulunmaktalar ya da bulunmalari uygun gorulmekte. turkiye'de saha disi gercekleri de goz ardi etmemek gerekiyor tabi. galatasaray ve fenerbahce'den her hangi birinin tarihte oldugu gibi 4 seneden fazla sampiyonluktan uzak kalacagini dusunmek suanki sartlarda komik olur. iste bu sartlarin da destekledigi rekabet bu iki takimin taraftarlarini basariya bagimli hale getirmekte. aslinda bu da bir nevi kafestir, aynen basarisizliga alistirilmis diger kuluplerin taraftarlarinin konuldugu kafes gibi. bu kafesin disina cikilmaya baslanildiginda hemen tepkili hale geliyor galatasaray ve fenerbahce taraftarlari da. her ne kadar bazi ekstra sebepler bu durumlari zaman zaman hafif gecirmeye ya da ertelemeye sebep olsa da, prensipte durum bundan ibarettir.

    bu noktada cok ilginc bir tespitle karsi karsiyayiz aslinda. surekli basarinin pompalandigi kesim bile bir cesit kafesin icinde. basarisizligi ogrenme, basarisizligi kabullenme ve isler kotu gitmeye baslar baslamaz tepki gostermek gibi bir karaktere burunmemek adina, basarisizliktan muaf tutulmak da bir nevi ozgurluk kisitlamasi olarak kabul edilmelidir.

    son olarak civisi cikmis ulkenin sporundan da kisa vadede buyuk atilimlar ve makul bir taraftar profili beklemiyorum tabi ki. insallah bir gun, her seyin normallesecegi gibi, taraftarlik anlayisimizin da degismesini umuyorum.
  • 3
    günümüzde takıma verdiğiniz parayla seviye atladığınız müessesedir. takıma 100 lira verince yavru aslan 1000 lira verince metin oktay boku olma şansımız varmış bunu anladım.

    taraftarlığı bugünlere ve bu bakış açısına getiren kim varsa kafasına sokayım. taraftarlık gönül işidir. atkı aldığın banknotları ise rulo yap acil durumda kullanırsın.

    gönül işi diyorum lan gönül işi. gerçi taraftarlığı paraya bağlayan kitle de peşinden koştuğu kıza harcadığı para oranında duygularına karşılık bekleyen kitlenin bir benzeri olsa gerek. ikisinin de gönlünü sifonlayayım.
  • 24
    bir acayip duygular sağanağı.
    birileri aslında sadece işini yapıyorken siz hayatınızı onların yaptığı ya da yap(a)madığı şeylere göre şekillendiriyorsunuz.

    akıl işi değil. insan gerçekten hayret ediyor bazen...

    ki artık bu kadarı da yetmiyor. bilmek zorunda olduğun ya da istemeden de olsa bilip pozisyon aldığın bir milyon tane konu olmak zorunda. hangi youtube kanalında kim kime ne demiş, sosyal medyada kim kimi takip etmiş, kim kime ne laf atmış, kim kimi linç etmiş, kim kimi linç ediyor, benim kimi linç etmem ya da destek olmam gerekiyor, kim kiminle sponsor, kimin eli kimin cebinde, hangi yöneticiyle hangi yöneticinin çıkar ilişkisi var, hangi kulüp hangi ittifakı hedefleyerek hangi eylemi yapmış...

    hangi futbolcu kaç tane top ezmiş, hangi futbolcunun cv'sinde hangi maç varmış, hangi topçuya hoca hangi çalışmayı yaptırmış, hangi futbolcu maçın hangi bölümünde sahanın neresinde kaç pas yapmış, hangi hocanın taktiği bizim takıma daha uygunmuş, hangi dizilişin neresini modifiye etsek daha optimum olur, hangi futbolcu aslında bunları yapabiliyor da sistemden dolayı yapamıyor...

    sonsuza kadar uzayıp giden listeler...

    bütün bu yük açıkçası bir taraftar olarak bana artık ağır geliyor. zaten taraftarlık da zorlaşmaya başladı. maç biletleri birim fiyat olarak avrupa'nın belki de en yükseği. yol ve maç günü masrafını saymadım bile. kaldı ki pandemi nedeniyle bir süre daha böyle sıkışık fikstürler devam edecek, en olmadık gün ve saatlerde maçlar oynanabilecek. istanbul'da ya da civarda oturup maçlara gidip gelebilen taraftar için inanılmaz zorluklar yaratıyor bu konu. 10 sene geçmiş olmasına rağmen hala daha kendi stadımızdan çıkıp ev yoluna düşebilmek problem. mesai günü akşam 7 maçına yetişmek problem, 8-9'dan sonraki maçlardan eve yetişmek problem. eve yetişse ertesi gün işe gitmek problem...

    hele bir de amatör branş maçına gideyim falan gibi dertleri varsa, durum daha da vahim. hangi takımın iç sahasının neresi olduğunu bazen kulüp bile bilemiyor. kadın/erkek takımlarının iki maçını arka arkaya aynı salona koymaya bile zahmet edemiyolar. 3-4 bin kişilik küçük bir salon inşa edip tüm branşları oraya toplayıp bir ivme yakalamak varken istanbul'un garip köşelerindeki salonlarda 15-20'şer kişiye mahkum ediyorlar takımları.

    kaldı ki ekran başındaki izleyicilerimiz için bile yetişmek zor bazen. millet ağustos ayında gelecek mayıs'taki maçın gününü saatini bilirken sen bazen maça 2 gün kala saatini öğrenebiliyorsun. özel sektör artık milletin suyunu sıkıyor. mesaiydi, toplantıydı, trafikti oydu buydu derken işten eve ulaşıp 2-3 saat ayakta kal, uyu uyan tekrar işe git şeklinde geçiyor günler. maçı erken saate koysalar yetişemiyorsun, geç saate koysalar izlerken ya uyuyakalıyorsun ya da ertesi günü uykusuz geçireceğini düşünüyorsun. haftada bir gün iznin oluyor, ertesi sabah nasıl uyanacağını düşünmeden rahat rahat takılabileceğin bir akşamın oluyor. arkadaş grubunla ya da ailenle bir plan yapıyorsun hafta başında. hop federasyon haftanın programını veriyor, takımın maçı o akşam(mış)...

    onu da geçtik, galatasaray futbol takımı'nın her maçını izleyebilmek için bu sezon 2 farklı yayın platformuna üye olman gerekiyor. basketbol ve voleybolu da katarsan bu sayı 3'e çıkıyor. bunların sezonluk üyelik masrafı neredeyse kombine bilet fiyatıyla kafa kafaya. bunun ikisinin kafa kafaya gidiyor olması normal mi, o konuda çok yorum/kıyaslama yapabileceğimi sanmıyorum.

    sezonun en dolu zamanlarında haftada ikişer futbol, basketbol ve voleybol maçı olsa sadece ekran başından izlemek yaklaşık 12 saatlik bir mesai yapıyor. ben kendimden örnek verirsem sabah 5:30-5:45 gibi uyanıp 7'de iş başında oluyorum. akşam 6 civarı eve dönmüş oluyorum. akşam 9 gibi uyumasam da artık pek bir şey algılayamayacak bir halde oluyorum. 6 günde 18 saatim var yani aslında. ki istanbul'da yaşayan biri için bu serbest zaman çok daha kısadır, buna karşılık 5 tane iç saha maçı için gereken süre çok ortalama hesapla 20 saat civarındadır.

    hafta sonu tatili diye bir şey öğrenciler ve memurlar için var sadece. cumartesi öğleden sonra iki branş maçı izlemenin bedeli çoğunluk için pazar mesaisi demek. ekran başında olan seyircilerimiz içinse bazen sadece 2 saatlik maça yetecek bir internet paketi satın alıp kuytu bir köşede çaktırmadan izlemek demek.

    bu örnekler böyle böyle uzayıp gidiyor. hobi olarak yaptığımız şey aslında bir fedakarlık yığınına dönüyor. bunun karşılığında da beklenti olmasa da doğuyor bir noktadan sonra. taraftarlık denen kurum oysa bu beklentiyi karşılamaktan uzak bir kurum. bunların dışında genel olarak zaten hayatlarımız zahmetli ve fedakarca gibi geliyor, o acımasızlığı ve intikam hissini her yere taşıyoruz. hiçbir şey bulamasak ben senden daha taraftarım ya da ben senden daha iyi anlarım yarışına giriyoruz. o yarışta geri kalmamak uğruna olur olmadık işler yapıyoruz...

    tüm bunlar bile zaten taraftarlığı keyiften ya da kendine iyi gelen bir şeyden çok uzaklara alıp götürüyor. yetmez gibi sürekli bir toksik bilgi/söylem akışı var. voleybol ve basketbolda komisyoncular ve bahisçilerin dezenformasyonları arasında tutunmaya çalışıyorsun. futbolda zaten konu bir tek futbola gelmiyor.

    tüm bunlar insanı hakikaten yoruyor. gerçek bir taraftarlığı hissetmek artık çok zor. ne kadar niyetin o olmasa da etrafında kopan kıyamet ve o kıyametten sürüklenip gelen bombardımana kayıtsız kalmak çok daha zor. gerek maddi gerek manevi sebeplerden dolayı taraftarlığı yaşayabilmek bile zor...

    gerçekten bu devirde hala sadece taraftarlık yapmaya çalışan herkese allah sabır ve güç versin...
App Store'dan indirin Google Play'den alın