1
fotomaç, fanatik, fotogol...
gazetecilik namına düşündüğünüzde lanet gelsin deyip tükürdüğünüz ama çocukluk anılarınızı hatırladığınızda yüzünüzü güldürenlerdir.
sporun hiç bir dalı ile ilgisi olmayan babamın ücretli maç yayınlarını alması tabi ki imkansızdı. televizyondan duyduğum, teletextten takip ettiğim fikstürden öğrenebildiğim kadarıyla bazı maçları mutfak tezgahında oturup buzdolabının üzerindeki radyodan takip edebilecek imkanım vardı ancak. bir de spor gazeteleri...
okul zamanları teneffüslerde kum dolu pet şişenin peşinden koşarken de galatasaraylıydım, yazları ufak harçlığımı spor gazetelerine harcarken de.
yaz tatillerinde sabahları ekmek almaya giden evin küçüğü olarak ekmek sırasını beklerken hemen fırının yanındaki bakkalın gazeteliğinin önüne dikilirdim. bu uğurda sıramı çok kezler kaybetmiş olmama rağmen bu eylemi yapmamak adına direnç tabi ki göstermezdim. bana verilen ekmek parasından az bir miktar artacaksa veya kendim az biraz harçlığım varsa yanlış hatırlamıyorsam 20 25 kuruş bedelindeki bu gazetelere harcamaktan çekinmezdim. hem böylece sıcak ekmeği eve götürene dek elim yanmaz, ekmeği elden ele sektirmek zorunda kalmazdım. eve varınca yahu kendine doğru düzgün bir şey alsaydın ya tepkisi alırdım tabi ki ama bu ciddi bir şey değildi.
kahvaltı sonrası ilk işim yere serdiğim neredeyse boyum kadar gazeteyi okumaktı. biraz kısa bir çocuktum; okul çantasını takınca devrilme riski taşıyordum yani. heyecanla okurdum; haberlerin gerçekliğini sorgulayacak bilinçte değildim tabi ki. sayfalar ilerledikçe dikkatim artardı; dikkatimin sebebi haberlerden ziyade müstehcen içerikleri kısımlardı. bu sayfaya gelince sayfayı hızlıca çevirmeli ve ailemin görmemesini sağlamalıydım. ebeveynlerimin böyle içerikleri olan bir gazetenin okunmasına engel olması gerekirdi ama elimde zaten galatasaray' la ilgili çok az şey vardı ve ben spor gazetelerini olası bir dikkatsizliğimle kaybetmemeliydim. tüm haberleri okur, heyecanlanır ve bir sonraki gün o bahsi geçen müthiş transfer hikayelerinin devamı için yarınki gazeteleri sabırsızlıkla beklerdim.
bir de normal gazetemiz vardı tabi; aboneydik. erken uyanan bir çocuk olarak gazeteci abinin taa sokaktan 5. kattaki evimizin balkonuna atmayı başardığı gazetenin balkona düştüğünde çıkardığı tok sesi duyabilirdim. sıcak yaz günleri bazen balkonda yatılır ama sabah güneşi vurunca uyanıp içeriye taşınır, uykuya orada devam edersin. ama olur da bir gün üşenip, gölgeye sığınıp balkonda uyumaya devam edersem uykudan kucağıma düşen gazeteyle uyandığım da olmuştur. sonraları gazeteci abi gazetemizi balkona atmayı bıraktı; kapının önüne bırakmaya başladı. nedenini hep merak etmişimdir, hayranlık duyduğum bir hareketti gazete fıtlatması. neden vazgeçti ki? neyse tabi ki bu gazetenin spor kısmı çok azdı, beni tatmin edemezdi. sadece canım spor gazetelerimdeki içeriğin kısacık bir fragmanıydı. ekmek almaya gitmeyi nazlanmadan kabul etmeme sebep olacak heyecanlı bir haber varsa hele o kısacık spor kısmında; değmeyin keyfime.
neyse yani lafın kısası; spor gazeteleri benim için heyecandır, ümittir, her şeye rağmen inanmayı seçmenin ne kadar kolay olduğunun göstergesidir.
gazetecilik namına düşündüğünüzde lanet gelsin deyip tükürdüğünüz ama çocukluk anılarınızı hatırladığınızda yüzünüzü güldürenlerdir.
sporun hiç bir dalı ile ilgisi olmayan babamın ücretli maç yayınlarını alması tabi ki imkansızdı. televizyondan duyduğum, teletextten takip ettiğim fikstürden öğrenebildiğim kadarıyla bazı maçları mutfak tezgahında oturup buzdolabının üzerindeki radyodan takip edebilecek imkanım vardı ancak. bir de spor gazeteleri...
okul zamanları teneffüslerde kum dolu pet şişenin peşinden koşarken de galatasaraylıydım, yazları ufak harçlığımı spor gazetelerine harcarken de.
yaz tatillerinde sabahları ekmek almaya giden evin küçüğü olarak ekmek sırasını beklerken hemen fırının yanındaki bakkalın gazeteliğinin önüne dikilirdim. bu uğurda sıramı çok kezler kaybetmiş olmama rağmen bu eylemi yapmamak adına direnç tabi ki göstermezdim. bana verilen ekmek parasından az bir miktar artacaksa veya kendim az biraz harçlığım varsa yanlış hatırlamıyorsam 20 25 kuruş bedelindeki bu gazetelere harcamaktan çekinmezdim. hem böylece sıcak ekmeği eve götürene dek elim yanmaz, ekmeği elden ele sektirmek zorunda kalmazdım. eve varınca yahu kendine doğru düzgün bir şey alsaydın ya tepkisi alırdım tabi ki ama bu ciddi bir şey değildi.
kahvaltı sonrası ilk işim yere serdiğim neredeyse boyum kadar gazeteyi okumaktı. biraz kısa bir çocuktum; okul çantasını takınca devrilme riski taşıyordum yani. heyecanla okurdum; haberlerin gerçekliğini sorgulayacak bilinçte değildim tabi ki. sayfalar ilerledikçe dikkatim artardı; dikkatimin sebebi haberlerden ziyade müstehcen içerikleri kısımlardı. bu sayfaya gelince sayfayı hızlıca çevirmeli ve ailemin görmemesini sağlamalıydım. ebeveynlerimin böyle içerikleri olan bir gazetenin okunmasına engel olması gerekirdi ama elimde zaten galatasaray' la ilgili çok az şey vardı ve ben spor gazetelerini olası bir dikkatsizliğimle kaybetmemeliydim. tüm haberleri okur, heyecanlanır ve bir sonraki gün o bahsi geçen müthiş transfer hikayelerinin devamı için yarınki gazeteleri sabırsızlıkla beklerdim.
bir de normal gazetemiz vardı tabi; aboneydik. erken uyanan bir çocuk olarak gazeteci abinin taa sokaktan 5. kattaki evimizin balkonuna atmayı başardığı gazetenin balkona düştüğünde çıkardığı tok sesi duyabilirdim. sıcak yaz günleri bazen balkonda yatılır ama sabah güneşi vurunca uyanıp içeriye taşınır, uykuya orada devam edersin. ama olur da bir gün üşenip, gölgeye sığınıp balkonda uyumaya devam edersem uykudan kucağıma düşen gazeteyle uyandığım da olmuştur. sonraları gazeteci abi gazetemizi balkona atmayı bıraktı; kapının önüne bırakmaya başladı. nedenini hep merak etmişimdir, hayranlık duyduğum bir hareketti gazete fıtlatması. neden vazgeçti ki? neyse tabi ki bu gazetenin spor kısmı çok azdı, beni tatmin edemezdi. sadece canım spor gazetelerimdeki içeriğin kısacık bir fragmanıydı. ekmek almaya gitmeyi nazlanmadan kabul etmeme sebep olacak heyecanlı bir haber varsa hele o kısacık spor kısmında; değmeyin keyfime.
neyse yani lafın kısası; spor gazeteleri benim için heyecandır, ümittir, her şeye rağmen inanmayı seçmenin ne kadar kolay olduğunun göstergesidir.