2012 ilkbaharında polonya'da erasmustayken erasmus olimpiyatlarında futsal turnuvasında portekizlilerden oluşan bir takımda yer alıyordum. turnuvaya süper başladık ve grup aşamalarında kalitesiz bir futbol oynamamıza rağmen belki de hayatımda gördüğüm en savaşçı en cengaver takımda ye almaktan gurur duyuyordum. yarı finale kadar uzanan serüvenimizde son dakika golleri, hakem hataları, kalelere uzaktan gönderdiğim füzelerim, direkte patlayan toplarımız ve bizi desteklemeye gelip her attığımız golde çılgınca sevinip brezilya ligi takımlarının tribünlerini aratmayacak şekilde aşağı inen okulumuzun erasmus kitlesi aklıma gelen konu başlıklarının bazıları..
çok güzel oynuyordum, her maçta gol atıyordum ama en önemlisi varımı yoğumu sahaya koyuyordum. bunu genelde zaten halısahalarda yaparım ama o turnuva hepimizde değişik bir ruh oluşmuştu. bu ruhun oluşmasında en büyük rol taraftarımızındı. ama benim için özellikle bunu oluşturan ilk maçın son dakikasında attığım goldü.
ilk maç grup maçıydı. benim attığım erken bir golle öne geçtik. sol kanatta ceza sahasının hemen çizgisinde ayağımda top karşımda rakip. hafifçe sola çekip sol ayağımla sert vurdum.(sağ ayaklıyım ama sol ayakla beklenmedik vuruşlar yapmayı severim) yerden sert giden şutum ağlarla buluştu. o an hiç alışık olmadığım bir şey oldu ve 20-30 civarında olan taraftarımız salonu öyle bir inletti ki bir anda ağzımda hızlıca bir salya üretimi başladı. o golden sonra taraftar adeta turnuvaya girmişti ve sonuna kadar bize motivasyon aşıladılar. futsal oynadığımız için sürekli oyuncu değişiklikleri yapıyorduk ve arkadaşlarıma ayıp olmasın diye ilk yarının sonunda oyundan çıkmıştım. (tekrar giriliyordu) 2. yarının hemen başında rehavet yüzünden kalecinin defansla anlaşamamasından ötürü çok sinir bozucu bir gol yedik. tam bunun şoku tazeyken 1 tane daha yedik ve 2-1 geriye düştük. kenarda adeta köpürmüştüm. oyuna girmek için can atıyordum. normalde yenen gollerin üstüne hemen girebilirdim ama bazı arkadaşlar oyuna yeni girdiği için onları demorolize etmek istemediğimden sabrettim. dakikalar geçti bir türlü gol bulamadık ve maçın bitimine 6-7 dakika kala oyuna hiç unutamadığım arkadaşım alexandre ile birlikte dahil olduk. alexandre yetenkliydi ve oyun yapısı itibariyle
manuel fernandese benzetirdim. topu kullanışı, sürüşü, pas atışı onun gibiydi. girdikte nkısa bir süre sonra alexandre'nin orta sahadan sürpriz bir şutu golle sonuçlandı. tam sevinemedim çünkü kalede kaleci yoktu. rakip bir anda hakemin etrafını çevirdi. kaleci sahaya girmiş bir topu dışarı atmak için kalesini terk etmişti. rakip takım bu sanki çok geçerli bir bahaneymiş gibi hakeme öyle bir isyan ediyorlardı ki hakem neredeyse ikna olacaktı. biz de etrafını çevirdik ve hakemi bu gereksiz olay için gözlemciye kadar götürdük. az kalsın buz gibi golümüz iptal olacaktı ama gol sayıldı. durum berabereydi ve artık son dakikalar oynanıyordu maçta. sağ kanatta bir taç atışı kullanacaktı alexandre (bilerek alex yazmıyorum) futsal'da taç atışları ayakla kullanıldığı için bu rakip için tehlikeli bir pozisyondu. ben boş bir alan gördüm ve bir anda hızlıca sol kanattan yılan gibi içeri kıvrıldım. benim akışımı gören alexandre yerden topu yuvarladı ve kaleye yaklaşık 10-12 metre uzaktan bir füze yolladım.
*. golü sabri'nin bordeaux'ya attığı gole benzetirim, topun gidişi öyleydi. gol oldu, tribün aşağı indi. ve benim hatırladığım geri geri koşarak alexandre ve diğer arkadaşlardan pis bir gülümsemeyle kaçıyordum. parmağımla da alexandre'yi gösteriyordum. beni yakaladılar, alexandre suratımı öpücük yağmuruna tutuyordu ve çok mutlu olduğum için aldırış etmiyor, izin veriyordum :(
diğer grup maçında bir türk takımı karşımıza geldi. onlara da gol attım fakat türk takımı olduğu için herkes sevinirken ben sevinmedim. benim sevinmediğim gören dostlarım da sevinci abartmadılar. türkleri yendik ve attığım gol türk takımını tribünde destekleyen bir hanımefendiye ilerleyen günlerde erman toroğlu'nun deyimiyle "akşam atacağım goller"in habercisi gibiydi.
*kalitesiz futbolumuz ama savaşçı yapımızla bir kaç maç daha kazanıp yarı finale kadar yükseldik. yarı finalde karşımıza bir ispanyol takımı çıktı. tipleri görünce tanımıştım. adamlar turnuva öncesi bahçede karşılıklı havadan top atışıyorlar, adeta
joga bonito yapıyorlardı. işimiz neredeyse imkansızdı. maç çetin başladı. ilk dakikalar pozisyonsuzdu. birine çok sert girmiştim. rakipten özür dileyip yerden kaldırdım ama diğer arkadaşları klasik bir katalan çirkefliğ gösterdiler ve hakeme ağladılar. sarıyı gördüm, rahatladım. savaşıyordum ve umutluydum. ilk golü yedikten sonra çözüleceğimiz aklıma bile gelmemişti. ilk yarıyı 3-0 geride kapattık. cehennem gibiydi. ve o günden sonra ispanyolların o tek pas futbolunun rakiplere ne kadar sinir bozucu geldiğini anladım. müthiş pas yapıyorlardı. ve çok az hata yapıyorlardı. yetenekli ve teknik oyuncular olmalarına rağmen gereksiz çalıma girmiyorlardı. futbolun doğrularını yapıyorlardı. yardımlaşarak fazla zorlanmadan ilk yarıyı net bir skorlar önde kapadılar.
2.yarıya çok gaz çıktık ama ilk dakiklarda çok kötü bir golle 4-0 geri düştük. bu beni çok sinirlendirdi. kaleyi bombaladıkça bombalıyorlardı. bu arada
orkun uşak gibi bir kalecimiz vardı. yaptığı kurtarışlardan sonra kendi kendine tirplere girip gaza geliyordu. orkun'daki benzer mimikleri onda da görmüştüm. ayrıca orkun gibi kötü bir kaleciydi. ama turnuva genelinde performansı iyiydi.
ispanyollar rahat bir maç çıkarırken geride paslaşırken bir oyuncuları topu kontrol edemeyince ben atladım ve kaptım. önüm kalabalık değildi. ilk adamın sağından atıp solunda geçtim. o geçiş esnasında daha topa ulaşamadan 1 oyuncuyu daha ekarte ettim.
* kaleye iyice yaklaşmıştım ve bir anda formamdan çekildiğimi hissettim. o an ki hissimi paylaşmak istiyorum: hayatta kalmak için son şansımmış gibi bir his kapladı içimi. zaten maç boyunca adam gibi bir pozisyonumuz yok. kendi pozisyonumu kendim yaratmışım ve tam muazzam bir deparın ardından güzel bir gol atmak üzereyken arkadan aşağılık bir şekilde çekildiğimi hissedince gözüm döndü ve arkamı dönüp beni çekene çok sert bir müdahelede bulundum. rakibin ayakları yerden kesildi ve afedersiniz bok çuvalı gibi yere düştü. tribünlerden bir ıslık olsun, tüm rakip oyuncuları dibimde suratıma tehditler olsun, benim arkadaşlarımın rakibi dağıtmaya çalışması olsun, bir anda kaos yaratmıştım. bana dokunmaya cüret eden ispanyolları itiyordum. bir tanesi hiç unutmam :"bu artık son oldu, limiti aştın" diyordu.
* ben de karşılık olarak "bir dahakine ne olacak?, hayır yani ne yapmayı düşünüyorsun ki?" diye sorup üstüne yürüdüm. hakem geldi ve çok net bir şekilde kırmızıyı gösterdi. rahatladım, çıktım. maçı doğal olarak kaybettik.
* * (u: söylesem hepiniz utanırsınız, özellikle galatasaylı olarak hiç birimiz sevmeyiz o skoru)
*turnuva bizim için bitmişti ama müthiş bir gün geçirmiştik. çok eğlenmiştik ve tahmin edemeyeceğimiz bir başarı yakalamıştık. erasmus serüvenimden unutamayacağım bir kaç günden biridir. takım arkadaşlarımın hepsiyle daha derin bir bağ kurmuştum. turnuvanın yapıldığı spor kompleksinden çıkınca içimde tatlı bir heyecan vardı. çünkü 1 saat içerisinde başlayacak
17 mart 2012 fenerbahçe galatasaray maçı nı izleyecektim.