• 1
    the red pill camiasındaki anlamıyla, potansiyel partner olarak "dünyada onun gibi tek bir insan varmış" gibi düşünme hastalığı.

    futbol sözlüklerine galatasaray hastalığı olarak da geçebilir. dünyada bizim kriterlerimize uyan tek bir forvet * ** veya tek bir orta saha * ** varmış ve o ismi bünyemize katınca bütün sorunlarımız çözülecekmiş gibi sürekli aynı isimlere gereğinden fazla anlam yükleyip gerçekleşse de gerçekleşmese de hayal kırıklığıyla biten, platonik bir yere koyuyoruz kendimizi. bu hem adı geçen isimlerin maliyetini yükseltirken hem de olası bir pürüzde camianın moralini al aşağı edip bizi kolektif bir depresyona sokuyor.

    bu konuyla ilgili genelde taraftar suçlansa da taraftar sadece yönetim önlerine ne atarsa onu takip eder. bugüne kadar hangi konuda taraftarın görüşlerine kulak verilmiş de yönetimlerimiz hep sözleşmesi ve komisyonu yüksek transferlerde taraftar baskısı altında karar veriyor?

    malesef hala arabesk mentalitelerle yönetiliyoruz. profesyonelliğe çok çok uzağız.
  • 2
    the red pill üzerinden devam edelim. kırmızı hap felsefesinde iki tür erkek vardır;

    alfa erkek, beta erkek. takım versiyonlarını düşünürsek, alfa takımlar ve beta takımlar olduğunu varsayalım.

    alfa takımlar: real madrid, psg, manchester city, barcelona, eski günlerin hatrına manchester utd, liverpool, bayern munih. örnekler çoğaltılabilir ama mantığı anladınız. bu takımların sınırsız bütçeleri vardır. dünya üzerindeki her oyuncuyu alabilirler. hem başarılılar, hem de paralı takımlar. tabi ki en güzellerini alacaklar.

    beta takımlar: yukarıda saydığım top takımların dışındaki takımlardır. öyle her oyuncuyu alamazsın, almak istersen parası yetişmez, hadi parayı denkleştirdin, futbolcu düşük kalibrede bir takımda oynamaz, oynamak istemez. transfer havuzları dardır. ya kimselerin keşfetmediği genç oyuncuları alır ya da alfa takımların artık gözden çıkardığı futbolcuları getirir çünkü eti budu bu kadardır. ha bu şekilde alfa takımlara kafa tutanlar var mı? ajax var mesela. porto var. iyi bir strateji çizersen başarılı olabilirsin yani. bir ara biz de bu takımların arasındaydık mesela.

    ülkemizde ise durum çok daha karmaşık. genç oyuncuları alıp getirdiğinde sabırsız taraftar hemen başarı istediği için bocalarsın ve fabrika ayarlarına dönersin. planlama da yapamazsın çünkü sürekli yönetim, teknik adam sirkülasyonu vardır ülkede. aslında ülkemizin durumuyla takımlarımızın durumu doğru orantılı. işi bilen adamlar başta değil, sürekli istikrarsızlık ve kavga var. takımlar birbirini başarıya itmenin peşinde değil, tam aksine başarısızlığa çekmenin peşinde. hal böyle olunca da kaos ve kör dövüşü izliyoruz. yayın gelirleri düşüyor, kulüplerin bir ton borcu oluyor falan. uzun ama bilindik hikayeler.

    başlığı açan arkadaşa teşekkür ediyorum. kendine “erkek” diyen hemcinslerimin takip etmesi gereken bir akımdır the red pill. araştırın, okuyun, okutun.
  • 3
    daha önce bu konuyla ilgili başlığın ilk entry'sinde "the red pill camiasındaki anlamıyla, potansiyel partner olarak "dünyada onun gibi tek bir insan varmış" gibi düşünme hastalığı." tanımını yapmıştım.

    kadın-erkek ilişkiilerinde de, futbolculara bakışımızda da hala bunun etkisini görüyorum.

    dünyadaki tek avrupa'da iş yapabilecek kanat zaniolo değil. tek orta saha da parades değil.

    değişime ve yeniliğe açık olun. tek bir insanı bütün hayatınızın ve takımınızın merkezine koymayın.

    o insan icardi olmadığı sürece....
App Store'dan indirin Google Play'den alın