dün gece hayatını anlatan
the program isimli filmi izledim.
http://www.imdb.com/title/tt3083008/hangi akıl danesinin fikriydi bilmiyorum ama bizim piyasaya "son efsane" adıyla sürülmüş. lance armstrong'u
ben foster canlandırmış ki lance'e fevkalade benzetmişler, zaten oyunculuğu her daim iyidir. bir de ufak bir rolde
dustin hoffman var.
geçelim filme. (spoiler konusunda uyarmama gerek yok herhalde; "
isa'nın çilesi filminin sonunda hz. isa çarmıha geriliyor!" demek ne kadar spoiler ise yazacaklarım da o kadar spoiler olur, yaşananları az çok herkes biliyor zaten.) lance armstrong'un hilekar bir dopingçi olduğunu takip ettiğimiz haberler vasıtasıyla zaten özümsemiştik de the program bundan daha fazlasını anlatıyor, armstrong'un kişilik olarak da ne kadar ahlaksız bir tip olduğunu gözümüze sokuyor. bu yönüyle objektiflikten kopuk gibi gözükse de filmin yapımında birçok tanıktan ve belgeden yararlanılmış. yani senaristin tamamen kafasında kurgulayarak yarattığı bir "ahlaksızlık" olamaz bu. tanıklardan yararlanılmış derken bunların arasında takım arkadaşlarının neredeyse tamamı da var. fakat onun hakkında en erken ayıkan kişi
david walsh isimli irlandalı gazeteci: tam bir bisiklet tutkunu ve fransa bisiklet turunu her sene yakinen takip eden birisi. lance, hem testis hem de beyin kanserinden muzdarip olup bir mucizeyle ikisini birden atlattıktan sonra katıldığı henüz ilk fransa bisiklet turunu kazanınca david walsh bu işte bir bit yeniği olduğunu düşünüyor ki haklı da. zira kanser tedavilerinden sonra sektörde doping konusunda uzman olan italyan doktor
michele ferrari'nin kapısını çalıyor. burası mühim çünkü benim gibi işin iç yüzünü bilmeyenlere kan dopingi denen şeyin ne olduğunu gösteriyor. vo2 max denen bir değer var. kabaca, kanın taşıyabileceği maksimum oksijen miktarını ifade ediyor ve bir sporcunun oksijen kullanılarak yapılan sporlardaki kapasitesini çiziyor. yanılmıyorsam lance'in vo2 max değeri 84'tü ve bu bisiklet dünyasında çok düşük bir değer. hatta filmde, bu değeri gören doktor ferrari: "kaybetmek için doğmuşsun, greg lemond
*'un vo2 max değeri 93'tü. yani onunla yapacağın her yarışı kaybederdin..." diyerek bu değerin önemini açıklıyor. bu noktada işin içine
epo diye anılan dopingler giriyor. bunlar sayesinde vo2 max değerini geçici olarak yükseltebiliyorsun.
lance armstrong; hırstan gözü dönmüş birisi, başarı uğruna her şeyi mübah olarak görüyor ama iki konuda hakkını yememek gerek. filmden anladığım ve sonrasında araştırdığım kadarıyla bisiklet sporunu icra eden hemen hemen her sporcu zaten doping işine ucundan kıyısından da olsa bulaşmış vaziyette. ikinci husus ise şu ki lance armstrong gerçekten de çalışkan birisi, safi dopingten ibaret bir herif değil. e iyi de diğer bisikletçiler neden onun kadar başarılı değil? bu doping skandalı patladığında 90'a programında hıncal uluç güzelce anlatmıştı, -keşke o bölümü bulabilsem- bu dopinglere verilen tepki her insanda aynı değil ve vo2 max konusunda doğuştan şanssız olan lance bu konuda talihli ki bünyesi dopinglere üst düzeyde tepki veriyor.
kariyeri boyunca 500'e yakın doping testini atlatmasına gelince... david walsh'tan bahsetmiştim. aslında o ta en başından beri bu işte bir iş olduğunu yazıp çiziyor. kanseri yeni atlatan bir bisikletçinin dünyanın en zorlu bisiklet turunu kazanamayacağını, performansını bir anda bu şekilde katlayamayacağını, yokuş çıkmasıyla meşhur olmamasına rağmen yokuşları kolaylıkla tırmanamayacağını iddia ediyor ama kanıtlandırmada zorluk çekiyor. daha sonra eline yeterli kanıtlar da geçiyor ama burada lance armstrong'un yukarılarda bahsettiğim o ahlaksızlığını konuşturuyor. kendisiyle ilgili doping iddialarıyla iki şekilde başa çıkıyor; birincisi kanseri atlatmasını ve kanserle ilgili kurduğu vakfı kullanarak popülizmin dibine vuruyor, ikincisi ise hayvani boyuttaki maddi ve medyatik gücünü kullanarak dopingle mücadele kuruluşlarına baskı uyguluyor. lakin kendisi 7. şampiyonluğundan sonra bisikleti bırakıp da eski takım arkadaşlarından biri şampiyon olunca ve doping konusunda onun kadar mahir olamayıp yakalanınca şüpheler gitgide büyümeye başlıyor ve belli bir noktadan sonra mızrak çuvala sığmaz oluyor, çevresindeki hemen hemen herkes lance'in aleyhinde tanıklık yapmaya başlıyor. en sonunda oprah'ın programında yediği herzeleri teker teker itiraf ediyor:
https://www.youtube.com/watch?v=8MMZQVsf1ss ha şu da var, o itiraflar öyle durduk yere vicdan azabıyla gelen itiraflar filan değil. aleyhinde o kadar büyük bir kamuoyu oluşuyor ki yapacak hiçbir manevrası kalmıyor, kendisi itiraf etmese zaten bir şekilde yine ortaya çıkacak.
film, çok kaliteli sayılmaz. birçok meseleyi yalapşap geçmiş. bu da süresinin 100 dakika civarında olmasıyla alakalı sanırım çünkü spor tarihinin belki de en büyük skandalını anlatmaya kifayetsiz kalmış, akla takılan bazı noktalara hiç değinilmemiş. doping kullanımı ve bunun nasıl örtbas edildiğini gösterişi ise takdire şayandı, konuyla alakası olmayan birisi bile yenilen haltların neler olduğunu kolayca anlayabilir. lance armstrong betimlemesi başlarda bana acımasızca gelmişti ama bu adam gerçekten de başarı uğruna ruhunu şeytana satabilecek biri hatta halen daha "yine olsa yine yaparım..." kafasında yaşamaya devam ediyor.
filmin afişinde şöyle yazıyor: champion, hero, legend, cheat. gerçekten de öyle. atlattığı kanser(ler)den sonra kazandığı o şampiyonluklarla insanüstü bir varlık payesine yükselmişti... vakfının çıkardığı sarı bileziklerden takmayan yoktu bir ara. milyonlarca insan için ilham kaynağı olmuştu ve eğer "global idol" diye bir şey varsa o da lance armstrong'du. hatta benim çok sevdiğim, matrak mı matrak film dodgeball'da da arz-ı endam etmiş; pes etmemekle ilgili güzel bir tirad atmıştı.
bunları gördükten sonra gel de gönül rahatlığıyla spor izle. henüz bilmediğimiz veya ebediyen bilemeyeceğimiz daha ne sırlar var kim bilir?