1
işten kovulmuş, ailesi ile kavgalı, hayattan nefret eden, çocukluğu boktan geçmiş, her gece yatarken uyanınca 10 yaşına dönüp her şeyi telafi edeceğine inanan biri olarak ben de acılarımdan galatasaray'a...
seni öyle kişiselleştiririm ki, hiçbir zaman tümer metin kadar akil olup bu bir oyun demek gelmez aklıma. suratıma çarpa çarpa söylesen de teselli ederim kendimi, bu benim oyunum. nolur kimse zaman geçirmesin yerde, hele eboue, bize daha çok zaman lazım, yapılacak o kadar çok şey var ki, kaçıp giden çocukluğun ardından giderken, kendimizi bulmak için çok zamana ihtiyacımız var. insan nasıl kendini bulur lan? charlie chaplin'in mote carlo'da charlie chaplin'e en çok benzeyenler yarışmasında 3. olduğu bir dünyada kim ne kadar kendi olabilir ki? izledikten sonra kendini yerine koymadığın başrol mü var, sen de bana galatasaray'ı hayatının merkezi yapma diyorsun. hagi benim allah'ım diyen adama 2 şey denir; 1- tövbe estağfurullah, 2- haklı lan çocuk. ben de topu 60 metre sürerim, burak da 1.5 yıl çalıştığı iş yerinden ''küçülmeye'' gittikleri için çıkarılabilr pekala. ikimiz de bariz korner olduğu halde out veren hakeme çaresizce bakarız. sonra bir tane daha, bir tane daha. o ligin en çok dribling yapan oyuncusu olur, ben de cv'sinde bir çok iş tecrübesi olan biri. ama bu bizi aynı yapmaktan alıkoymayacak bayım. bayım dedim de aklıma geldi; egonuzu sarsmak istemem ama yüzüme silah doğrultan ilk kişi siz değilsiniz. bu da burak yılmaz'ın verilmeyen ilk korneri değildir sanırım. herkesin inandığı bir şey var bu mına koduğumun hayatında, benimki de sensin. nasıl ki bir babanın çocuğuna vereceği en güzel hediye annesini sevmekse, sen de doğanda olanı yaparak seni kişiselleştirmemi körükleyebilirsin. ve öyle hayaller kurarız ki biz seni kişiselleştirenler olarak, ilk defaymış gibi idrak edersin insalar büyüdükçe hayallerinin küçülmediğini.
işte tam buraya bir ''ama'' gelmeli. insanların ama kelimesinden önce ne söylediğinin hiçbir önemi yoktur. sen çok hoş birisin ama evliyim. söye bir önemi kaldı mı? ve bazen o kadar kötü oluyorsun ki galatasaray senden nefret edesim geliyor ama filmde de* dediği gibi; senden nefret etmiyorum. çünkü senden nefret edersem, şu hayatta sevebileceğim tek kişi kalmaz. o kadar kişisin ki benim için. allah'a sığınacak kadar banel, bir kuruma sığınacak kadar boş biri olmaktan korktuğum için seni kişiselleştirdiğimi kendime gizli gizli söylerim merak etme. dertler de, sırlar gibidir. onu ağırlaştıran insanın kendisidir hep. su gibiyiz. ister taş olsun ister kaya ikisi de aynı hızla batar suya tıpkı oldebui'de dediği gibi. küçük de olsa, büyük de olsa insanın içine battığı hız hiç değişmez. her yer kararır. stad ışıkları kapanır. ve karanlıktaysan gölgen bile seni yalnız bırakır. savrulurken raconun kırmızı pelerini o zarif öfkeye, zaman ki sana hasta olmuş, incelikli haytasın.
raksederken mahallenin maşallahı, eyvallahı, güzelleş be oğlum, şimdilik ölümüne kadar hayattasın. şimdilik ölene dek hayattasın maç 90 dakika demek sanırım bu. rıdvan dilmen söyleyince farklı, ağır roman'ın senaristi söyleyince farklı...bir çocuk ya da forrest gump söyleyince farklı ben söyleyince çok farklı; sevgili tanrı'm; beni bir kuş yap ki buradan çok ama çok uzaklara uçup gidebileyim. ama kendinden kaçamazsın ki. o top ağlara girecek lan. gerekirse kendi sahanda fenere 3 puan verilecek ama son haftaya kafa kafaya girilince o 3 puan 60 metre sürülen topun kalecinin parmağına değmeden girecek. söyledik olacak varmı inanmak istemeyen. hamit altıntop o kadar direkten sonra gidip schalke maçında direğe sürttüre sürttüre o golü attıysa o 3 puan da, şampiyonluk da karşı karşıya kaçırılmayan bir gol ile gelecek. ve yine bir filmde duymuştum; inan bana aşk diye bir şey yoktur, sadece yönünü kaybetmiş duygular vardır. ya aşksın, ya da yönünü kaybetmiş duygu hiç umrumda değil. o top girecek burak. kusura bakmayacaksın. seni mutlu etmeyecekse bile girecek, zira sen o golü atınca ya da herhangi bir şey kazanınca mutlu olacağına inandırılmış bir çocuksun benim gibi. ve eminim ki sen de sormuşsundur 1-2 kere ''kaybettim ama neden hala mutluyum'' diye...keşke daha fazla özlesek. özleme duygumuzu kaybettik, keşke ankara'ya gitsek. çünkü ankara'dayken her yer özlenir.
düşme lan burak. ceza sahasına bir adım kala yarım metre arkandaki adam ile cebelleşirken dengen bozulmasın o topu, o siktiğimin topunu ne olur yan ağlara gönderme. bir kez yarım ayak ile sağına yatan kalecinin parmaklarına sürtünüp sonu ön direğe gönderilip hızlıca savuşturulacak korner ile bitmesin o şutun hikayesi. en azından korner olunca biri direğe nişanlasın dönen top karambol olsun. umudumuz sürsün biraz, o saniyeler güç versin o atağın hızlıca uzaklaştırılmasında topu orta sahada semih karşılasın ''heh yine geliyoruz'' diyelim. topu soldan aşağı sürüyor işte, ne var ki işe yetilşirken kırmızıyı beklememeye? o top gol olacak zaten, o kırmızı sike sike beklenecek, o top soldan yavaşça aşağı sürülecek. o top iki defansın arasına da düşse bir ihtimal o top sekecek. olmadı mı? bilmem kaç maçta gol yememiş chelsea, o defansıyla ağzımızın sularını akıtan chelsea boş bırakmadı mı chedjou'yu? şu chedjou'yu sevin lan. mahalleye yeni taşındı, sokağa az iniyor diye dışlamayın amına koyim. ne var annesi saat 4'te çağırıyorsa. gün olur o da akşam ezanına kadar oynar seninle. endişelerin mutlu sonla bittiği sadece statlarda mı oluyor? ben yaşarım lan o zaman orada, sabah kalkıp işe gider gibi, mesai sonunu bekler gibi ve ızdırap olur yol dönerken. seni kişiselleştiririm de istersen. asaf'ın dediklerini beklerim senden;
sana gitme demeyeceğim.
gene de sen bilirsin.
yalanlar istiyorsan yalanlar söyleyeyim
incinirsin
eminim ki psikolojide böyle bir örtme, kaçma, yansıtma durumundan bahseden ve eski yunan'dan intihal yapan 1800'lerin sonlarında yaşamış bir psikolog vardır. acıyı başka bir şey ile bastırmak.
buralarda güzel bir yazı vardı. babasını kanserden yitiren bir arkadaş. ve nice dramları galatasaray ile örtmeye çalışan insanların omzuna elimizi koyduk ''on'' tuşuna basarak. çok kutsal bir olgu bu acıları galatasaray ile bastırmak. hiç erkek işi değil gibi, di mi? aslında tam erkek işi. kızlarla kıyaslarsan hele. biz onlardan daha hızlı kaçabiliyoruz.
ben de bunu çok yapıyorum.
son olarak o oscar er ya da geç leo'ya gidecek. sikicem belanızı verin şu çocuğa şu ödülü. her filminde ya hırsız ya da filmin sonunda ölüyor. mutlu olmak onun da hakkı.
seni öyle kişiselleştiririm ki, hiçbir zaman tümer metin kadar akil olup bu bir oyun demek gelmez aklıma. suratıma çarpa çarpa söylesen de teselli ederim kendimi, bu benim oyunum. nolur kimse zaman geçirmesin yerde, hele eboue, bize daha çok zaman lazım, yapılacak o kadar çok şey var ki, kaçıp giden çocukluğun ardından giderken, kendimizi bulmak için çok zamana ihtiyacımız var. insan nasıl kendini bulur lan? charlie chaplin'in mote carlo'da charlie chaplin'e en çok benzeyenler yarışmasında 3. olduğu bir dünyada kim ne kadar kendi olabilir ki? izledikten sonra kendini yerine koymadığın başrol mü var, sen de bana galatasaray'ı hayatının merkezi yapma diyorsun. hagi benim allah'ım diyen adama 2 şey denir; 1- tövbe estağfurullah, 2- haklı lan çocuk. ben de topu 60 metre sürerim, burak da 1.5 yıl çalıştığı iş yerinden ''küçülmeye'' gittikleri için çıkarılabilr pekala. ikimiz de bariz korner olduğu halde out veren hakeme çaresizce bakarız. sonra bir tane daha, bir tane daha. o ligin en çok dribling yapan oyuncusu olur, ben de cv'sinde bir çok iş tecrübesi olan biri. ama bu bizi aynı yapmaktan alıkoymayacak bayım. bayım dedim de aklıma geldi; egonuzu sarsmak istemem ama yüzüme silah doğrultan ilk kişi siz değilsiniz. bu da burak yılmaz'ın verilmeyen ilk korneri değildir sanırım. herkesin inandığı bir şey var bu mına koduğumun hayatında, benimki de sensin. nasıl ki bir babanın çocuğuna vereceği en güzel hediye annesini sevmekse, sen de doğanda olanı yaparak seni kişiselleştirmemi körükleyebilirsin. ve öyle hayaller kurarız ki biz seni kişiselleştirenler olarak, ilk defaymış gibi idrak edersin insalar büyüdükçe hayallerinin küçülmediğini.
işte tam buraya bir ''ama'' gelmeli. insanların ama kelimesinden önce ne söylediğinin hiçbir önemi yoktur. sen çok hoş birisin ama evliyim. söye bir önemi kaldı mı? ve bazen o kadar kötü oluyorsun ki galatasaray senden nefret edesim geliyor ama filmde de* dediği gibi; senden nefret etmiyorum. çünkü senden nefret edersem, şu hayatta sevebileceğim tek kişi kalmaz. o kadar kişisin ki benim için. allah'a sığınacak kadar banel, bir kuruma sığınacak kadar boş biri olmaktan korktuğum için seni kişiselleştirdiğimi kendime gizli gizli söylerim merak etme. dertler de, sırlar gibidir. onu ağırlaştıran insanın kendisidir hep. su gibiyiz. ister taş olsun ister kaya ikisi de aynı hızla batar suya tıpkı oldebui'de dediği gibi. küçük de olsa, büyük de olsa insanın içine battığı hız hiç değişmez. her yer kararır. stad ışıkları kapanır. ve karanlıktaysan gölgen bile seni yalnız bırakır. savrulurken raconun kırmızı pelerini o zarif öfkeye, zaman ki sana hasta olmuş, incelikli haytasın.
raksederken mahallenin maşallahı, eyvallahı, güzelleş be oğlum, şimdilik ölümüne kadar hayattasın. şimdilik ölene dek hayattasın maç 90 dakika demek sanırım bu. rıdvan dilmen söyleyince farklı, ağır roman'ın senaristi söyleyince farklı...bir çocuk ya da forrest gump söyleyince farklı ben söyleyince çok farklı; sevgili tanrı'm; beni bir kuş yap ki buradan çok ama çok uzaklara uçup gidebileyim. ama kendinden kaçamazsın ki. o top ağlara girecek lan. gerekirse kendi sahanda fenere 3 puan verilecek ama son haftaya kafa kafaya girilince o 3 puan 60 metre sürülen topun kalecinin parmağına değmeden girecek. söyledik olacak varmı inanmak istemeyen. hamit altıntop o kadar direkten sonra gidip schalke maçında direğe sürttüre sürttüre o golü attıysa o 3 puan da, şampiyonluk da karşı karşıya kaçırılmayan bir gol ile gelecek. ve yine bir filmde duymuştum; inan bana aşk diye bir şey yoktur, sadece yönünü kaybetmiş duygular vardır. ya aşksın, ya da yönünü kaybetmiş duygu hiç umrumda değil. o top girecek burak. kusura bakmayacaksın. seni mutlu etmeyecekse bile girecek, zira sen o golü atınca ya da herhangi bir şey kazanınca mutlu olacağına inandırılmış bir çocuksun benim gibi. ve eminim ki sen de sormuşsundur 1-2 kere ''kaybettim ama neden hala mutluyum'' diye...keşke daha fazla özlesek. özleme duygumuzu kaybettik, keşke ankara'ya gitsek. çünkü ankara'dayken her yer özlenir.
düşme lan burak. ceza sahasına bir adım kala yarım metre arkandaki adam ile cebelleşirken dengen bozulmasın o topu, o siktiğimin topunu ne olur yan ağlara gönderme. bir kez yarım ayak ile sağına yatan kalecinin parmaklarına sürtünüp sonu ön direğe gönderilip hızlıca savuşturulacak korner ile bitmesin o şutun hikayesi. en azından korner olunca biri direğe nişanlasın dönen top karambol olsun. umudumuz sürsün biraz, o saniyeler güç versin o atağın hızlıca uzaklaştırılmasında topu orta sahada semih karşılasın ''heh yine geliyoruz'' diyelim. topu soldan aşağı sürüyor işte, ne var ki işe yetilşirken kırmızıyı beklememeye? o top gol olacak zaten, o kırmızı sike sike beklenecek, o top soldan yavaşça aşağı sürülecek. o top iki defansın arasına da düşse bir ihtimal o top sekecek. olmadı mı? bilmem kaç maçta gol yememiş chelsea, o defansıyla ağzımızın sularını akıtan chelsea boş bırakmadı mı chedjou'yu? şu chedjou'yu sevin lan. mahalleye yeni taşındı, sokağa az iniyor diye dışlamayın amına koyim. ne var annesi saat 4'te çağırıyorsa. gün olur o da akşam ezanına kadar oynar seninle. endişelerin mutlu sonla bittiği sadece statlarda mı oluyor? ben yaşarım lan o zaman orada, sabah kalkıp işe gider gibi, mesai sonunu bekler gibi ve ızdırap olur yol dönerken. seni kişiselleştiririm de istersen. asaf'ın dediklerini beklerim senden;
sana gitme demeyeceğim.
gene de sen bilirsin.
yalanlar istiyorsan yalanlar söyleyeyim
incinirsin
eminim ki psikolojide böyle bir örtme, kaçma, yansıtma durumundan bahseden ve eski yunan'dan intihal yapan 1800'lerin sonlarında yaşamış bir psikolog vardır. acıyı başka bir şey ile bastırmak.
buralarda güzel bir yazı vardı. babasını kanserden yitiren bir arkadaş. ve nice dramları galatasaray ile örtmeye çalışan insanların omzuna elimizi koyduk ''on'' tuşuna basarak. çok kutsal bir olgu bu acıları galatasaray ile bastırmak. hiç erkek işi değil gibi, di mi? aslında tam erkek işi. kızlarla kıyaslarsan hele. biz onlardan daha hızlı kaçabiliyoruz.
ben de bunu çok yapıyorum.
son olarak o oscar er ya da geç leo'ya gidecek. sikicem belanızı verin şu çocuğa şu ödülü. her filminde ya hırsız ya da filmin sonunda ölüyor. mutlu olmak onun da hakkı.