fiziğine-performansına bakıp, arada verdiği röportajlardan kelimeleri seçip kaç sene daha kaldığını hesaplamaya çalıştığımız o vedayı böyle boktan bir şekilde yapmak zorunda kaldığımız kaptan. başkanın sağlık sorunları bahane edilip kendisine defalarca gönderilen ve her değişikliği ikiletmeden olur dediği sözleşmenin bir türlü imzalanmaması ve haber gelmemesi sonrası botaş'ın ısrarlı teklifini kabul ederek takımdan ayrılmıştır.
özünde yapılan ise şube genel menejerinin ayak oyunlarından ibarettir...
hedeflenen ise "iki gün sabredemedi gitti, başkanın altını oyanların ekmeğine yağ sürdü" algısı yaratıp kamuoyunun önüne atmaktır...
yemezler...
her ne kadar veda notuna “şimdilik” diye yazsa da, et tırnaktan ayrılmasa da, ayrılıklar da sevdaya dahil olsa da; bu gidişin bir dönüşü olacak mı emin değilim…
konu mektup yazmak olunca insanın ister istemez, fatih terim’in 17 mayıs 2000’e yolladığı mektubu okurkenki ses tonuyla “sevgili ışıl” diye giresi geliyor ama benden o ses tonu zorlamayla da çıkmaz...
bundan 15 yıl önce, hayata dair pek bir beklentimizin ve derdimizin olmadığı ergen zamanlardı. tam tarih vermek gerekirse 26 mart 2005. akşam haberlerinde kocaman puntolarla “100. yılda küme düştüler” cümlesi, ekranda bir banka çöküp birbirine sarılmış ve hıçkıra hıçkıra ağlayan kırmızı formalı bir takım… ara ara soran oluyor ya işte abi neden kadın basketbol diye, o gece o ekran karşısında dişlerini sıkarken başladı aslında her şey…
onun da profesyonel kariyerinin başlangıcı o dönemler.
bölgesel ligden hemen geri geliş, ertesi sene lige tutunuş. internet falan şimdikine göre taş devri. sonradan çoğuyla tanışacağım bir iki delinin iki satır yorumu hariç kocaman bir sıfır. bir sonraki sene hamle sırası bizde, imza töreni var diyorlar, beklenti hat safhada. sonradan kara gün dostu olacak cem akdağ, yanında ismen tanınmış bir grup oyuncu ve “kimin çocuğu bu ya kocaman insan boyuna gelmiş hareketlere bak hareketlere” dedirten kısa saçlı çıtı pıtı çok neşeli bir tip. salonları bok eden futbol seyircisi olarak sonradan öğrendik tabi, meğerse ligin parlayan yıldızlarından biriymiş
*cem akdağ ve 5.5 kişiyle tamamlanan, tarihin en güzel kupasız sezonlarından biri. italya’da biraz da acemilikten sayı farkıyla kaybedilen eurocup yarı finali, ligde bilmemkaç sene sonra fenerbahçe’yle başabaş oynanan final. caferağa’da 3. maçta çemberden sekip sekip dönen son top yüzünden son maça uzayan seri, son maç küfür seli ve azmış bir kalabalık önünde “i’m back” yazılı tsihrtleriyle birbirine sıkıca sarılıp dimdik duran bir avuç inançlı insan…
ertesi sezon başı ankara… öncesi ayrı, kendisi ayrı bir film adeta. o bir avuç inançlı insanın tribünde ve ekran başlarındaki bir avuç deliden kitlelere açılması. o çıtı pıtı çocuğun kısa saçları, sarı-kırmızı süperstar ayakkabıları ve taraftar yüreğiyle yavaş yavaş gönüllerde yer edinmesi…
gerisi de zaten galatasaray kadın basketbolu tarihi… doksanlardaki hegomonya dönemi ve euroleage üçüncülüğünü de ekleyince tabi…
o yıllarda benim yaşlarda olup, aşağı yukarı benim kadar galatasaray’la ilgilenen 10 kişinin 8’inin telefon ya da bilgisayar ekranında bir dönem yerini almıştır o çıtı pıtı çocuk. aradan geçen 13 yılda o insanlardan kaçı gitti, kaçı kaldı merak konusu. o çıtı pıtı çocuk “büyük kaptan” olurken, kim bilir daha kaç yaş grubundan kaç yüz çocuğun/gencin ekranında yer almaya devam etmiştir…
bundan 12-13 yıl önce o telefon ekranına bakıp “bir gün tanışabilir miyim acaba” diyen gençlerden biriyken bugün ayda yılda bir de olsa maça gelip selam verdiğimde “manyak mısın sen bu maça mı geldin o kadar yoldan” diye şakalaşabileceğim, sosyal medyada bir sıkıntım olduğunu görünce yapabileceği bir yardım olup olmadığını soracağı kadar bir diyaloğumuz var. bunda da şanstan ziyade güzel yüreğinin ve alçakgönüllü karakterinin payı var. hayatımda aldığım en doğru karar bir köpeği sahiplenmekti. bu kararı da onun müthiş hayvan sevginin verdiği ilham ve cesaretle aldım. bir gün iletişimimiz/etkileşimimiz kopsa bile hayatıma bilmeden de olsa yaptığı bu dokuşun etkileri ömür boyu sürecek.
eskiler için “metin oktay galatasaraylısı” diye bir tabir vardır. galatasaray taraftarını lise öğrencileri ağırlıklı olmak üzere inönü stadı’nda iki direk arasını güç bela doldurabilen bir sayıdan, şimdiki kitlelere doğru yolculuğa çıkaranın metin oktay olduğu anlatılır hep. biz de kadın basketbol için bakarsak işıl alben galatasaraylısı sayılırız aslında…
tüm bunları alt alta ekleyince, objektif gözle ya da sıradan bir oyuncu gibi bakmamız mümkün değil ona. ne bu gidişini hazmetmemiz, ne de sen başına ne gelirse gelsin “galatasaray’ı küçük düşürecek söylemlerde bulunmamanızı rica ediyorum” diyecek olsa da birilerine bişeyleri söylemeden durmamız mümkün değil.
ne ben 13 sene önce telefon ekranına bakan o gencim, ne de o sarı kırmızı süperstarlarıyla sahada heyecanla penetre yapan çıtı pıtı genç artık. aradan çok yıllar, hatıralar, yaşanmışlıklar, sevinçler, üzüntüler, kırgınlıklar geçti. sevinçler herkesçe bilinir ama üzüntüler, kırgınlıklar, zorluklar pek bilinmez…
bu forma altında, bu forma uğruna, bu formanın menfaati uğruna verdiğin mücadelenin bir kısmı herkesçe bilinir. ortalama bir “stalker” ya da “salonları bok eden futbol seyircisi”nden ileri bir vaka olarak bir tık fazlası vardır illa ki... bir kısmı kulağımıza çalınmıştır, bir kısmı satır aralarında yakalanmıştır, bir kısmı sadece hissedilmiştir.
bunları yazma sebebim biraz da bir şekilde tarihe not edebilmek olacak…
aslında sevenlerin kadar sevmeyenlerin olduğunu mesela çoğumuz fark etmiyoruz bile. kulübün menfaatleri uğruna kimlerle ne savaşlar verdiğini, ne darbeler alsan da pes etmediğini kaç kişi biliyor acaba? “gözbebeği” diye baktığımız bir sporcunun taraftarı ve efsanesi olduğu kulüpte kuyusunu kazmak için yırtınanların olması ne kadar da garip aslında?
veda mesajından sonra twitterda orda burda tepki gösterenlerin, ya da destek arayanların dahi kaç tanesi senin neler hissettiğini, neler yaşadığını, yapılan şeyin aslında ne olduğunu gerçekten biliyor? figür olarak, ya da imge olarak seven bağrına basan binler belki de milyonlar var. ama kaçımız gerçek anlamda destek olabildik? ya da kaçımız onu gerçekten anlayabildik?
2 kere büyük sakatlık atlatıp devam ettiği, ücretinde indirim yaptığı, defalarca eksik ya da çok geriden ödeme aldığı sır değil. ama sakatlık dönüşü “bana para vermeyin yerime bir oyun kurucu alın” diye yönetime gittiğini bilen pek çıkmaz. 2018 sezonunda yönetim değişikliğinde eksik de olsa bir ödeme fırsatı çıkınca “kızların maaşını ödeyin” diyerek feragat ettiğini ve o ödeme sonucunda takımın biraz daha morallenip mücadele gücü bulduğunu çok az insan bilir…
herkes “büyük kaptan” der ama meltem’i “çapraz bağ kardeşim” diyerek kamplarda oda arkadaşı olarak seçtiğini, neredeyse yarı yaşındaki eda’yı bir yaz boyunca süren tedavisinde bir an yalnız bırakmadığını falan pek kimse bilmez. ya da dikkat edilmez…
galatasaray taraftarı olmasaydı, ya da kariyerinin en başında “sürünsem de fener’e gitmem” diyerek tüm kapıları kapatmasaydı bambaşka bir kariyeri olurdu. bugüne kadar aldığı toplam sürenin belki de yarısı kadar süre alıp çok daha az yorulur, çok daha az kere “sakat sakat” ya da zorlanarak oynamak zorunda kalır, çok daha kalite kadrolarla çok daha sadece kendi işine bakarak oynayabilir, çok daha fazla paralar kazanabilirdi. ve tüm bunların karşılığına muhtemelen çok daha fazla kupası/madalyası olurdu…
bir sakatlık bela olmazsa 3-4 sene daha oynar jübilesini yapar diye düşünürken şimdi gidiyor...
takımın sırtında kambur olarak görenler, taraftar olmanın ekmeğini yiyor diyenler, şubede dilediğince at koşturmaya çalışınca ona toslayanlar, “bütçenin yarısı” diyenler, ya da sadece gıcık olanlar…
bugün belki onlar kazandı, belki de biz kaybettik…
burada bitecek mi, tabi ki bitmeyecek. ölüme meydan okuyan, canıyla uğraşan bir başkanın arkasından “ölsün de başa geçelim” diye el ovuşturanların olduğu bu camiada biter mi öyle hemen? kim bilir nasıl bir senaryo yazılacak, seçim savaşlarında kimlerin ağzına sakız olacak gidişi, ne saçmalıklarla kendilerine yontmaya çalışacaklar, başkanın hastalığını öne atıp yedikleri hatları nasıl süsleyerek
#10u kamuoyunun önüne atmaya çalışacaklar…
gidişinden bağımsız, bugün geldiğimiz noktayı belki de 2014 yazında hedeflemişti “abilerimiz”.
ama önce o efsanevi 3 kupa, sonra da bizzat onun varlığı ve çabaları bizi 2020 yılına kadar getirebildi…
rusya’ya gittiğin sene ben de askerdeydim. o yüzden sensizliğe dair pek bir anım/tecrübem yok.
ne olacak, nasıl olacak ben de bilmiyorum. ama bu şekilde olmasa da eninde sonunda bu ayrılığın olacağının bilincinde yaşayacak kadar yaşlandık artık…
tek bildiğim nereye giderse gitsin bazı kalplerin bir parçasının onunla atacak.
tıpkı onun kalbinin bir parçasının da bizlerle ve bu formayı terletecek sporcularla atacağı gibi…
bir hayranın, bir arkadaşın, ya da sıradan bir galatasaray kadın basketbol taraftarı olarak seni elim kalbimde selamlıyorum…
yeni maceranda şans seninle olsun…